Çeviriler

David Harvey’den Ukrayna’daki son olaylara ilişkin bir ara yorum

Abone Ol
[1] bir araya gelen coğrafyacılar tarafından görmezden gelinemez. Ben de, tartışma için bir temel oluşturması açısından bazı uzman olmayan yorumlar sunuyorum. 1945’ten beri dünyanın barış içinde olduğuna ve ABD hegemonyası altında kurulan dünya düzeninin büyük ölçüde birbirleriyle rekabet halindeki kapitalist devletlerin savaşa benzer eğilimlerini sınırlamaya çalıştığına dair bir mit dolaşıyor. Avrupa’da iki dünya savaşı üreten devletlerarası rekabet büyük ölçüde kontrol altına alındı ​​ve Batı Almanya ile Japonya 1945’ten sonra barışçıl bir şekilde kapitalist dünya sistemine yeniden dâhil edildi (kısmen Sovyet komünizmi tehdidiyle mücadele etmek için). Avrupa’da işbirliği kurumları kuruldu (ortak pazar, Avrupa Birliği, NATO, Euro). Bütün bunlar olurken 1945’ten bu yana Kore ve Vietnam savaşlarıyla başlayıp Yugoslav savaşları, NATO’nun Sırbistan’ı bombalaması, Irak’a karşı iki savaş (bir tanesi ABD’nin Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu konusundaki yalanları ile meşrulaştırıldı) ve Yemen, Libya ve Suriye’de devam eden “sıcak” savaşlar (hem sivil hem de devletlerarası) sıklıkla sürdürüldü. 1991 yılına kadar Soğuk Savaş, dünya düzeninin işleyişine oldukça istikrarlı bir arka plan sağladı. Soğuk Savaş, Eisenhower’ın uzun zaman önce askeri sanayi kompleksi olarak adlandırdığı şeyi oluşturan ABD şirketleri tarafından genellikle ekonomik avantajları için manipüle edildi. Sovyetler ve Komünizm korkusu (hem sahte hem de gerçek) bu politikanın aracı oldu. Ekonomik sonuç, askeri donanımda dalga dalga gelişen teknolojik ve örgütsel yenilikler oldu. Bunların çoğu havacılık, internet ve nükleer teknolojiler gibi yaygın sivil kullanımları doğurdu ve böylece sonsuz sermaye birikiminin desteklenmesine ve kapitalist gücün artan merkezileşmesine büyük ölçüde katkıda bulundu. Ayrıca, “askeri Keynesçilik”e başvurmak, 1970’lerden sonra gelişmiş kapitalist ülkelerin bile halklarına periyodik olarak uygulanan neoliberal kemer sıkma programlarına tercih edilen bir istisna haline geldi. Reagan’ın Sovyetler Birliği’ne karşı bir silahlanma yarışı düzenlemek için askeri Keynesçiliğe başvurması Soğuk Savaş’ın sona ermesine katkıda bulunurken aynı zamanda her iki ülkenin ekonomilerini bozdu. Reagan’dan önce ABD’deki en yüksek vergi oranı hiçbir zaman yüzde 70’in altına düşmemişken Reagan’dan bu yana söz konusu oran yüzde 40’ı geçmedi; bu, sağ kanadın yüksek vergilerin büyümeyi engellediği yönündeki iddiasını çürütüyor. 1945’ten sonra ABD ekonomisinin artan militarizasyonu; daha büyük ekonomik eşitsizliklerin üretilmesi ve ABD’de olduğu kadar başka yerlerde (hatta Rusya’da) egemen bir oligarşinin oluşumuyla da el ele gitti. Batılı politik elitlerin Ukrayna’da yaşanan türden durumlarda karşılaştığı güçlük, kısa vadeli ve acil sorunların, çatışmaların altında yatan meseleleri daha da kötüleştirmeden ele alınması zorunluluğudur. Örneğin güvensiz insanlar genellikle şiddet içeren tepkiler verirler, ancak güvensizliklerini yatıştırmak için bize doğru bıçakla gelen birini yatıştırıcı sözlerle karşılayamayız. Bu insanların güvensizliklerini artırmayacak şekilde silahsızlandırılmaları gerekir. Amaç, daha barışçıl, işbirlikçi ve silahsızlandırılmış bir dünya düzeni için temel oluştururken aynı zamanda bu işgalle gelen terörü, yıkımı ve gereksiz can kaybını acilen sınırlamak olmalıdır. Ukrayna ihtilafında tanık olduğumuz şey, birçok bakımdan, yaşanmış komünizmin ve Sovyet Rejiminin gücünü dağıtan süreçlerin bir ürünüdür. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte kapitalist dinamizmin ve serbest piyasa ekonomisinin faydalarının ülke geneline yayılacağı düşünüldü ve Ruslara pembe bir gelecek vaat edildi. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bir jet uçağıyla Paris’e gittiklerine inanan Ruslara uçuşun ortasında “Burkina Faso’ya hoş geldiniz” dendi. 1945’te Japonya ve Batı Almanya’da yapıldığı şekilde Rus halkını ve ekonomisini küresel sisteme dâhil etme girişimi yoktu ve IMF’nin ve önde gelen Batılı ekonomistlerin (Jeffrey Sachs gibi) tavsiyesi, neoliberal “şok terapisini” geçiş için sihirli bir iksir olarak benimsemekti. Bu açıkça işe yaramadığında Batılı elitler insan sermayelerini uygun şekilde geliştirmedikleri ve bireysel girişimciliğin önündeki birçok engeli ortadan kaldırmadıkları için kurbanları suçlama şeklindeki neoliberal hileyi kullandılar (dolayısıyla oligarkların yükselişi konusunda Rusları suçladılar). Bunun ülke içi sonuçları Rusya açısından korkunçtu. GSYİH çöktü, ruble geçerliliğini yitirdi (fiyatlar votka ile ölçülmeye başladı), yaşam beklentisi hızla azaldı, kadınların konumu zayıfladı, sosyal refah kurumları tamamen çöktü, oligarşik güç etrafında konumlanan mafya siyaseti yükseldi, zenginlerin sofrasından kırıntılar dilenmek ve IMF diktatörlüğüne boyun eğmekten başka bir çıkış yolu yokmuş gibi görünen 1998 borç krizi yaşandı. İki ya da üç yıl içinde Rusya, nüfus ve ekonomisindeki küçülmenin yanı sıra önceki kırk yıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nin eski bölgelerinde sanayisizleşme yoluyla yaşanandan daha fazla oranda sanayi üssü kaybına uğradı. Pennsylvania, Ohio ve Orta Batı’daki sanayisizleşmenin toplumsal, politik ve ekonomik sonuçları geniş kapsamlıydı (Opioid[2] salgınından beyaz üstünlüğünü ve Donald Trump’ı destekleyen zararlı siyasi eğilimlerin yükselişine kadar her şeyi içeriyor).  Fakat “şok terapisinin” Rus siyasi, kültürel ve ekonomik yaşamı üzerindeki etkisi tahmin edilebileceği gibi çok daha kötüydü. Batı, “tarihin sonu”nun geldiği (Batılı terimlerle iddia edilen) konusunda böbürlenmekten başka bir şey yapmadı. Sonra NATO meselesi var. NATO başlangıçta hem savunma hem de işbirliği teşkilatı olarak tasarlanmıştı, ilerleyen zamanlarda komünizmin yayılmasını kontrol altına almayı ve Avrupa’da devletlerarası rekabetin askeri bir yöne kaymasını önlemeyi amaçlayan savaşçı benzeri bir askeri güç haline geldi. Avrupa’da devletlerarası rekabeti azaltan işbirlikçi bir örgütsel araç olarak sınırlı da olsa bir işlev gördü (ancak Yunanistan ve Türkiye hiçbir zaman Kıbrıs konusundaki uzlaşmazlıklarını çözmedi). Avrupa Birliği rekabetin azaltılması konusunda pratikte NATO’dan çok daha fazla işe yaradı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla NATO’nun birincil amacı ortadan kalktı. Ancak NATO saldırganlığı Clinton iktidarında, perestroyka’nın[3] ilk günlerinde Gorbaçov’a verilen sözlü vaatleri fazlasıyla ihlal edecek şekilde aktif olarak sürdürüldü. ABD önderliğindeki NATO’nun 1999’da Belgrad’ı bombalaması buna bariz bir örnektir (Çin Büyükelçiliği’nin vurulmasının kazayla mı yoksa bilerek mi yapıldığı bilinmiyor). ABD’nin Sırbistan’ı bombalaması ve daha küçük ulus devletlerin egemenliğini ihlal eden diğer ABD müdahaleleri, Putin tarafından eylemleri için emsal gösteriliyor. NATO’nun (herhangi bir açık askeri tehdit mevcut değilken) Rusya sınırına kadar genişlemesi, Donald Trump’ın NATO’nun varlık gerekçesine saldırmasıyla ABD’de bile şiddetle sorgulandı. Muhafazakâr yorumcu Tom Friedman, kısa süre önce New York Times’da yayınlanan yazısında ABD’nin NATO’yu Doğu Avrupa’ya doğru genişleterek Rusya’ya yönelik saldırgan ve kışkırtıcı bir yaklaşım benimsediğini ileri sürdü. 1990’larda NATO, düşman arayan bir askeri ittifak gibi görünüyordu. Putin şimdi, Rusya’nın ekonomik hamlelerinin ve Rusya’nın küresel düzendeki yerinin Batı tarafından aşağılanması dolayısıyla oldukça kızgın. ABD ve Batı’daki siyasi elitler, aşağılamanın dış ilişkilerde genellikle kalıcı ve yıkıcı etkileri olan feci bir araç olduğunu anlamalıydı. Almanya’nın Versay’da aşağılanması İkinci Dünya Savaşı’nın alevlenmesinde önemli bir rol oynamıştı. Siyasi elitler 1945’ten sonra Batı Almanya ve Japonya’ya ilişkin Marshall Planı yoluyla bunun tekrarından kaçındı, ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Rusya’yı (hem bilinçli olarak hem de istemeyerek) aşağılama felaketini tekrarladı. Çin’in bir buçuk yüzyıl boyunca Batı Emperyalizmi tarafından aşağılanması (Japon işgallerine ve 1930’lardaki meşhur “Nankin tecavüzüne” kadar uzanan) çağdaş jeopolitik mücadelelerde önemli bir rol oynuyor. Bundan çıkarılacak ders basit: riski göze alarak aşağıla. Eğer ısırmazsa musallat olmak için geri gelecek. Bunların hiçbiri Putin’in eylemlerini haklı çıkarmaz, kırk yılı aşkın süredir devam eden sanayisizleşme ve neoliberal emek sömürüsü de Donald Trump’ın eylemlerini haklı çıkarmaz. Ancak Ukrayna’daki bu eylemler, sorunun yaratılmasına muazzam katkıda bulunan küresel militarizm kurumlarının (NATO gibi) dirilişini de haklı çıkarmaz. Avrupa’daki devletlerarası rekabetin 1945’ten sonra askeri boyuttan uzaklaştırılması gerektiği gibi, bugün de güç blokları arası silahlanma yarışlarının sona erdirilmesi ve bunun yerini güçlü işbirliği kurumlarının alması gerekiyor. Hem kapitalist şirketlerin hem de güç bloklarının rekabetin zorlayıcı yasalarına boyun eğmesi büyük sermaye tarafından hâlâ ne yazık ki sonsuz sermaye birikiminin destekleyici yolu olarak görülse de, bu aslında gelecekteki felaketlerin reçetesidir. Böyle bir zamanda tehlike, her iki tarafın da yapacağı en küçük hatanın nükleer güçler arasında büyük bir çatışmaya kolayca yol açabilecek olmasıdır. 1990’larda ABD elitlerinin yurdu olan tek kutuplu dünyanın yerini bugün artık iki kutuplu bir dünya aldı. Ama daha birçok şey akış halinde. 15 Ocak 2003’te dünyanın dört bir yanından milyonlarca insan savaş tehdidini protesto etmek için sokaklara döküldü; New York Times bile bunun büyük bir küresel kamuoyu olduğunu kabul etti. Ne yazık ki bu insanlar gelmekte olanı engelleyemedi ve tüm dünyada yirmi yıl sürecek savurgan ve yıkıcı savaşlar başladı. Ukrayna halkının savaş istemediği, Rusya halkının savaş istemediği, Avrupa halkının savaş istemediği, Kuzey Amerika halklarının başka bir savaş istemediği açıktır. Barışı savunan halk hareketlerinin yeniden ortaya çıkması gerekiyor. Her yerde halklar; rekabet, zorlama ve şiddetli çatışmalar yerine barış ve işbirliğine dayalı yeni dünya düzeninin yaratılmasına katılma haklarını savunmalıdır. (Bu yazı https://mronline.org/2022/03/04/remarks-on-recent-events-in-the-ukraine-an-interim-statement/ adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir) --- [1] American Association of Geographers 2022 toplantısı. [2] Opioid, vücutta morfin benzeri etki gösteren kimyasal bir maddedir. ABD Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı verilerine göre 2019 yılında aşırı doz opioid alımından 70.630 kişi hayatını kaybetmiştir, 1.600.000 kişi ise opioid kullanım bozukluğuna sahiptir. [3]  SSCB'de 1980'li yıllardan itibaren gerçekleştirilen, ekonomik ve siyasi sistemi yeniden yapılandırma ve reform hareketleri.