Kişiler Hukukunu ilgilendiren tek bir davada dahi böylesine ciddi işleme amacında olan bir sistemde devletin ya da idarenin neye dayanarak politika değişikliklerine gittiğini bilgiyle, belgeyle, uzman değerlendirmesiyle delil göstermesi adaletin gerekçelendirme ilkesi uyarınca elzemdir. Herkes, elbette etik ilkelere bağlılık önerilerek, koşullara göre ve hür irade ile fikirlerini değiştirebilir. Bu iş devlet yönetimine ve hukuk kararlarına geldiğinde kamu vicdanı nirengi noktasıdır. Silahlı saldırı sonucu aramızdan ayrılan büyük hukukçu Prof. Dr. Muammer Aksoy, 15.07.1956 tarihli Forum’da yayımlanan “Hukukçuların Manevî Mesuliyeti” başlıklı yazısında der: “Demek oluyor ki bir memlekette, hukuk nizamının mesut neticelere ulaştırılabilmesinin ilk şartı, Anayasa Hukuku ve umumiyetle Devlet Hukuku alanında, biricik doğru hal sureti olan Hukuk Devleti esasının (hukukî ve başka bir deyimle siyasi Demokrasinin) gerçekleştirilmesidir.” Bir hukuk devletinde toplumsal hayatta, davada, dış politikada; karar ve yordamların değişimi safhası önemlidir. Fikir akabinde politika değişikliği neden bu kadar kritik? Daha ilk adımda başka bir açıyla zenginleştirirsek; 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre, bir eser, yazılı izin olmaksızın kullanıldığında somut dava şartlarına göre eser sahibi lehine tazminata hükmedilebilir. Söz konusu ihlal, eserde değişiklik yapılması hususunu da içeriyorsa, FSEK m. 68/2 şartları oluşmuşsa eser sahibinin, rayiç değerin 3 katı kadar meblağda tazminat isteme hakkı doğar. Kanun, eserde değişikliği dahi böylesine ayrık ve fazla bir zarar tazminine bağlamışken bir kalemde yapılan ülkesel politika değişikliklerini iyi muhakeme etmek gereği açıktır. Öyle ya fikri mülkiyette eser değiştirmekle verilen zarar rayiç değerin 3 katı oranında tazminatla sonuçlanıyorsa ya ülkeyle ilgili alınan kararlarda fikir değiştirmenin sonuçları neye mal olur? Buradan bahisle, fikir değiştirmenin hangi hallerde makbul olacağına bakmak icap eder.
Süreklilik, kimliğin silüetini çizerken; değişim, yaratıcılığın ve yeni bilgiyi değerlendirmenin oluşumudur. Onun içindir ki; realitede, devletin iç yapısı, siyasal gelişimi artı ekonomik ölçeği değişim dinamiklerinde ayırd edicidir.
Yeni bilgi, araştırma, sonuçlar içeren bir yeni gerçek var mı? Yanıtlanması gereken ilk soru budur. Klasik davalarda, özellikle ihtisas isteyen hususlarda mahkeme dosyayı uzman bilirkişi heyetine gönderir. Gerekirse heyetteki isimlere itiraz edebilir ya da hangi meslek ya da uzmanlık dallarından olmaları gerektiği konularında mahkemeye bilgi vermek gerekir. Yapılan detaylı inceleme bir saptama ihtiva eder. Bu görüşün hukuka, kanuna, somut olaya aykırı olduğu düşünülüyorsa itiraz edilir, şartlara göre ek bilirkişi raporu ya da yeni bir bilirkişi heyeti raporu istenir. Yeni rapor da taraflarca ve Mahkeme tarafından değerlendirilir. Çelişkiler mevcutsa, gerekliyse bir rapor daha talep edilir. En nihayetinde tüm bilgi, belge, araştırmalar hakimin takdir yetkisini de içererek hükme bağlanır. Biter mi? Bitmez. Daha istinaf ve temyiz yollarına gidilecektir. Bu ne demek? Hakikatin yolculuğunda bilgi, belge, uzman değerlendirmesi, tarafların iddia ve savunmaların detaylı incelemesi ve hakkaniyet olmadan gerçeği yorumlayamaz, yeni bir hüküm yaratamazsınız. Doğrudan sapmamak, adaletin tahsisi hedeftir, olması gerekendir. İşleyiş içinde arada uzlaşı ihtimalleri, müzakereler olabilmesi de mümkündür. Söz konusu fikir ve neticesinde karar değişikliklerinin taviz içerip içermediğini, içeriyorsa da hangi koşullara göre prensip, sınır ve ölçüsünü, tabiri caizse masadan ne zaman kalkılacağını ilkelerinizle çözersiniz. Kişiler Hukukunu ilgilendiren tek bir davada dahi böylesine ciddi işleme amacında olan bir sistemde devletin ya da idarenin neye dayanarak politika değişikliklerine gittiğini bilgiyle, belgeyle, uzman değerlendirmesiyle delil göstermesi adaletin gerekçelendirme ilkesi uyarınca elzemdir. Dış politika karakteristiğinin biçimlenmesinde hangi faktörler bulunmaktadır? James N. Rosenaunun teori öncülü” değişkenlerine atıfla kişi, rol, devlet, toplumsal ve sistemik olmak üzere 5 grupta toplandığını görürüz. Kişi, karar alıcıların belirleyiciliğini gösterir. Rol, karar alıcıların konumlarına uygun davranma eğilimlerine işaret eder. Devlet, kanunların ve yapının karar alıcıları ne derece sınırlandırdığını betimler. Sosyal değişken, bir toplumun sahip olduğu değerlerini, ulusal bütünlük düzeyini, sanayileşme derecesinin o devlete etkisini kodlar. Sosyo-ekonomik şartlardan bahsettiğimiz husus da tam bu maddeye tekabül eder. Sistemik değişken, bir devletin dış dünyadan gelen coğrafi, ideolojik etkilere ne kadar açık olduğunu belli eder. Değişim, ulusal ve uluslararası güvenlik meselesidir. Değişim ancak yaratıcılık içeriyorsa, yeni bilgilere, belgelere ve muhakemeye dayanıyorsa ulusal ve uluslararası güvenliği temin edebilir. Temel değer ve çıkarlar, dış siyasi coğrafya gibi mühim etkenlerdir. Süreklilik, kimliğin silüetini çizerken; değişim, yaratıcılığın ve yeni bilgiyi değerlendirmenin oluşumudur. Onun içindir ki; realitede, devletin iç yapısı, siyasal gelişimi artı ekonomik ölçeği değişim dinamiklerinde ayırd edicidir.
Parlamenter demokrasi işte bu nedenle denge ve denetim mekanizmasının işletilmesi ile sorumluluk paylaşımında en etkin sistem olarak nitelendirilmiyor mu?
Daimi tarafsızlık politikası ile birlikte hukukun üstünlüğünün gözetilmesi sürekliliği besler, uluslararası toplumda prestije, kamuoyunda güvene ve inanca sebep olur. Örgütsel hafıza ile ihtiyatlı tutum da duruşu tamamlar. Nitekim ülkelerin dış politikalarındaki esaslı özelliklerden biri süreklilik ve değişim çekişmesidir. Bir devletin ister içsel nedenler ister dışsal koşullar gereği değişiminde etkili ulusal güç öğelerinin başında kamu vicdanı gelir. George Modelski dış politika değişimine olan yaklaşımında değişimi güç girdisi, güç çıktısı, çıkar, hedefler şeklinde dört dış politika arasındaki illiyet bağı ile tanımlar. Devletlerin geçirdikleri dış politika değişimleri, seçimli-zorunlu, içsel-dışsal, köklü-sınırlı, ani-aşamalı olarak kategorilendirilir. İzlenecek dünya politikasında en önemli mevzu, dış politika girdilerini hukuka uygunluk ölçütüyle ve yeni gerçeklerle değerlendirmektir. Etik ve yasal hususlarla birlikte; diplomasi açısından bakılması gereken, yararın maliyetin üstüne çıkmasıdır. Uluslararası konjonktürün çok hareketli olduğu bir dönemde bazı değişimlerin kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle koşut hukukun üstünlüğü, davalarda usul ve esas incelemesinin belirleyiciliği ve dış politikayı temellendirecek kamusal vicdan ön plandadır. Ulusu ve uluslararası toplumu ilgilendiren tüm değişimler için geçerlidir: Nasıl bir yarar, nasıl bir maliyet var? Bu sorunun, her davada, her zaman, gerçeğe ve hukuka bağlı kalarak yanıtlanması egemenlik hakkı ve şeffaflık gereğidir. Muammer Aksoyun bahsettiğim makalesinde işaret ettiği, 1952 senesi Enternasyonel Hukukçular Kongresinde Prof. Dr. H. Rommenin bir hukuk devletinde idarenin hususu olması bakımından insan hakları” adlı konferansının son cümlesidir: Yalnız hakimler değil, bütün hukukçular (avukatlar, hukuk hocaları ve hukuk filozofları) insan haklarının korunmasında, hususi bir mesuliyete sahiptirler.” O sorumluluk ki tüm bir devlet yönetimine aittir. Parlamenter demokrasi işte bu nedenle denge ve denetim mekanizmasının işletilmesi ile sorumluluk paylaşımında en etkin sistem olarak nitelendirilmiyor mu?