Burada akla gelen soru şudur: Dünyayı yöneten şeytani güçler neden Arap uyanışını engellemeyi başardılar da, örneğin, Amerika ve Batı'nın sürekli zihnini meşgul edecek şekilde Çin’in kalkınmasını engellemede başarısız oldular? Faysal el-Kasım Biz Araplar, Iraklı büyük şair Maruf er-Rusafi'nin yaşadığı dönemden bu yana ilerlemenin ulusal bir iradenin öznel seçimiyle ilgili olmadığına, evvelemirde dünyayı yöneten kurtların onayı olmadan hiçbir şey olmayacağına, dolayısıyla geri kalmışlıkla mücadele ve ilerleme trenine binmeye çalışmanın hiçbir faydasının olmadığına inanmıştık. Dürüst olmak gerekirse er-Rusafi'nin dizeleri, yaklaşık bir asır önce söylemiş olmasına rağmen, son on yılda büyük bir popülerlik kazandı. Ünlü “uyu ve sakın uyanma” şiirinin bu kadar popüler olmasının nedeni, on yıldan fazla bir süre önce patlak veren, İran’dan Doğu Avrupa'ya başarılı tüm modern devrimlerin aksine korkunç bir başarısızlık ve yıkımla sonuçlanan Arap ayaklanmalarının yarattığı hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır. Çoğu insan, Arap ayaklanmalarının başarısızlığının ve Arap toplumlarının eskisinden de kötü bir noktaya veya bir düşünürün “sömürge dönemi” dediği şeye geri dönmesinden ana sorumlunun dünyayı yönetenler olduğuna inanıyor. Ayaklanan halkların ilerleme ve diktatörlükten, tiranlıktan kurtulma ve insanlık trenine binme hedefine ulaşmalarına yardımcı olmak yerine halkların tekerine çomak soktular, devrimlerini önlediler, ülkelerini yıktılar, milyonları yerinden ettiler ve halkların eski tiranlık günlerine özlem duymasına neden oldular. Burada akla gelen soru şudur: Dünyayı yöneten şeytani güçler neden Arap uyanışını engellemeyi başardılar da, örneğin, Amerika ve Batı'nın sürekli zihnini meşgul edecek şekilde Çin’in kalkınmasını engellemede başarısız oldular? Şüphesiz bu çok önemli bir sorudur. Dünya yöneten vahşi kurtlardan yeşil ışık almadan hiç kimse ilerleyemez ve ülkesi ve halkının kalkınmasını sağlayamaz mı? Gerçekten de, ABD ve Avrupa'nın onayı olmasaydı, ilerlemiş tüm ülkeler ilerleyemeyecek miydi, yoksa bazı insanlar, ilerlemesini ne kadar engellemeye çalışsalar da Batı tiranlığına meydan okuyabiliyor ve onunla rekabet edebiliyorlar mı? Tabii ki, ABD’nin II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa ve Japonya'nın yükselişinde çok önemli bir rol oynadığını görmezden gelemeyiz. Avrupalılar, özellikle de baştan aşağı harap olan Almanya, ünlü Amerikan Marshall Planı olmasaydı yeniden ayağa kalkamayacaktı. Proje, Avrupa'nın yeniden inşasını amaçlıyordu ve ekonomikti. II. Dünya Savaşı sırasında ABD Genelkurmay başkanı 1947’de ABD Dışişleri Bakanı General George Marshall tarafından ortaya atılmıştı ve Marshall bunu 5 Haziran'da Harvard Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada duyurmuştu. “Avrupa Ekonomik İşbirliği Topluluğu” (AET) adını alan kuruluş, (savaşta mağlup olan ülkelere-çev.) 13 Milyar doların nasıl harcandığını kontrol etmek için Batı Avrupa ülkeleri tarafından kurulmuştu. Bu parasal kaynaklar, ekonominin canlanmasına, ülkenin yeniden inşasına ve Avrupa sanayisinin işletilmesine katkı sağlamıştı. Yeniden Çin meselesine geri dönersek Batı, genel olarak ucuz işgücü ve hammaddeden yararlanmak ve vergi tasarrufu sağlamak için Batı teknolojisi ve fabrikalarını Çin topraklarına transfer ederek Çin'in teknolojik ve ekonomik kalkınmasına çok yardımcı oldu. Marshall Planı'nın büyük bir başarı olduğu, Batı Avrupa'nın yeniden inşasına yeni bir ivme kazandırdığını belirten Belçikalı ekonomi tarihçisi Hermann van der Wey, üretimi normal seyrinde sürdürmek, üretkenliği artırmak ve Avrupa içi ticareti kolaylaştırmak amacıyla ulaşım sisteminin yenilenmesi, endüstriyel ve tarımsal ekipmanların modernize edilmesi sürecine belirleyici bir katkı sağladığı sonucuna vardı. 1.Dünya Savaşı'ndan sonra ABD’nin Avrupa'ya desteğinin bir hayırseverlik değil, onu komünist etkiden uzak tutmak için olduğu doğrudur, ancak Amerikalılar o dönemde Avrupa'nın yükselişinde tarihi bir rol oynadılar. ABD’nin atom bombası attığı Japonya'ya desteği olmasaydı, Japonya bu yükün altından kalkamaz ve tarihi yenilgisinden bu kadar çabuk sıyrılamazdı. Amerikalılar, Japon halkı için tarım ve sanayi yasaları koyarak sadece Japonya'nın yükselişine katkıda bulunmadılar, aynı zamanda Amerika’nın kanatları altında kalması ve ona başkaldırmaması koşuluyla Japonya'nın 20. yy.’ın en güçlü ekonomilerinden ve teknoloji üreticilerinden biri olmasının yolunu da açtılar.
Çin, uluslararası arenada ABD’yi tehdit eden güçlü ve tehlikeli bir rakip olarak finans ve teknoloji dünyasında şimşek hızıyla yol almaya başladığında Amerika bu gelişmeye karşı kayıtsız mı kaldı?
İşte burada yazının ana fikri ortaya çıkıyor: Çin, uluslararası arenada ABD’yi tehdit eden güçlü ve tehlikeli bir rakip olarak finans ve teknoloji dünyasında şimşek hızıyla yol almaya başladığında Amerika bu gelişmeye karşı kayıtsız mı kaldı? Genel olarak Batı'nın özelde ABD’nin ucuz işçilik ve hammaddeden yararlanmak ve vergi tasarrufu sağlamak amacıyla Batı teknolojisi ve fabrikalarını Çin’e transfer ederek Çin'e teknolojik ve ekonomik olarak çok yardımcı olduğunu inkâr etmiyoruz. Ancak Çin'in tarihsel gelişimi, Amerikan iradesinin önüne mi geçti ve ABD neden Çin ejderhasını dizginlemede başarısız oldu da bugün ona karşı koymak için tüm ekonomik, askeri ve mali güçlerini seferber ediyor? Amerikalılar Sovyetler Birliği'ni yok etmeyi başardıkları gibi Çin gücünü de yok etmeyi başaracaklar mı? Yoksa Çin GSMH’sinin ABD GSMH’sine yaklaşması hatta onu on yıl veya daha kısa bir süre içinde trilyonlarca doları aşması noktasına geldikten sonra bu ABD için çok mu geç? Ve en önemli soru, Çin neden ABD tehditlerine aldırmadı? er-Rusafi'nin Araplara (ironik bir şekilde) "Uyuyun ve uyanmayın. Sadece uyku kazandı ve ilerlemenizi gerektiren her şeye geç kalın" şiirini okumadı? Tabii ki, “ABD olmasaydı Çin asla ilerleyemezdi” tezine inanamayız çünkü öyle olsaydı Amerika, Çin tehdidine karşı dünyanın birden fazla bölgesindeki mevzilerinden geri çekilmezdi. Daha da şaşırtıcı olan soru, ABD’nin ülkeleri ve ekonomilerini yok etmek ve halklarını parçalamak için düzinelerce tanıdık araca sahip olmasına rağmen, Çin'in dünyanın diğer bölgelerinde uyanışı engelleyen Amerika’nın kırmızı çizgilerini aşmayı nasıl başardığıdır. --- Dr. Faysal el-Kasım, Suriyeli yazar ve gazeteci, el Cezire Kanalında el İtticahu’l Muakis (Ters yön) programının sunucusu, falkası[email protected] https://www.alquds.co.uk/%d9%87%d9%84-%d9%86%d9%87%d8%b6%d8%aa-%d8%a7%d9%84%d8%b5%d9%8a%d9%86-%d8%b1%d8%ba%d9%85%d8%a7%d9%8b-%d8%b9%d9%86-%d8%a3%d9%85%d8%b1%d9%8a%d9%83%d8%a7-%d9%88%d8%a7%d9%84%d8%ba%d8%b1%d8%a8%d8%9f/ Çeviren: İslam Özkan