CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, koordinatörü olduğu CHP Emek Bürolarının hazırladığı “Uzun Çalışma Saatlerinin Etkileri Raporu” yayımlandı. Emekçilerin aşırı uzun çalıştırılmasının ve gece çalışmalarının incelendiği, bunların iş kazalarına ve cinayetlerine etkilerinin ortaya koyulduğu rapor, Türkiye'nin ücretli kölelik düzeninin merkez üssü konumuna doğru adım adım ilerlediğini gözler önüne sermektedir. Rapora göre; emekçilerin uzun saatlerde çalıştırılması iş kazası ve cinayetlerini, işsizliği, patronun karını arttırıyor. Ancak tüm bu cefaya ve bedele rağmen emekçisinin cebindeki artmıyor. Raporun tamamı şöyle: UZUN ÇALIŞMA VE ETKİLERİ RAPORU Ülkemizde 4857 sayılı İş Kanunu’na göre haftalık çalışma süresi en fazla 45 saat olarak belirlenmiştir. Bu süre yer altı maden işlerinde çalışan işçiler için en fazla 37,5 saat olarak belirlenmiştir. Günde yaptırılabilecek en uzun çalışma, haftalık sınırı geçmemek üzere, 11 saat olarak ifade edilmiştir. Ancak ülkemizde pek çok çalışan yasal sürelerden fazla çalıştırılmaktadır. Türkiye’de emekçilerin %39’u haftada 50 saati aşan sürede çalışmaktadır. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri ortalaması ise %13 olarak hesaplanmaktadır. Türkiye’de çalışan emekçilerin %90,5’i haftalık 40 saatin üzerinde çalışmaktadır. Bu oran Birleşik Krallık’ta %45,1 olarak bulunurken, Danimarka’da %10 olarak hesaplanmıştır. OECD verilerine göre Türkiye, uzun çalışma sürelerinde üye ülke ortalamalarının fazlasıyla üzerindedir. Son veri olarak 2013 yılına bakıldığında Türkiye’de yıllık 1832 saatlik bir çalışma süresi hesaplanmıştır. Aynı yıl Almanya 1362 saat, Slovenya 1662 saat ve OECD ortalaması ise 1765 saat olarak hesaplanmıştır. Haftalık saatlere bakıldığında ise eldeki son veri olan 2016 yılında, Türkiye’de tam zamanlı çalışanlarda 49,8 saat çalışma süresi ortaya çıkarken, OECD ülkeleri ortalaması 41,5 saattir. Tüm bu yoğun ve uzun çalışmaya rağmen emekçiler hayat standartlarını yükseltecek ücretleri elde edememektedir. Açlık sınırının 1.523 lira, yoksulluk sınırının 4.960 lira olduğu ülkemizde , on milyonlarca insanımız yoksullukla mücadele etmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 44 bin vatandaşımız ultra yoksulluk olarak tanımlanan gelir durumunda yaşam mücadelesi vermektedir. Günlük 2,7 Türk Lirasının altında kazanan yurttaşlarımızın nüfusa oranı 2014 yılında %0,3 iken bu oran bir yıl içerisinde ikiye katlanarak 2015’te %0,6 olmuştur. Günlük 5,3 Türk Lirası kazananların sayısı ise 20 bin kişi azalmış ve 1 milyon 203 bin olmuştur. Bu sonuçlar, ülkemizde bir yıl içerisinde fakirlerin daha da fakirleştiğini göstermektedir. Keza fazla çalıştırılan emekçilere bu mesailerine ödenmesi gereken ücretler pek çok işyerinde ödenmemekte, bu yasal zorunluluk da göz ardı edilmektedir. Çalışma süresi artışı ile kıyaslandığında reel ücretler aynı oranda artmamakta hatta bazı durumlarda azalmaktadır. Sonuç olarak emekçiler hem fazla çalışmakta hem de bu durum kendilerine maddi olarak bir yarar da sağlamamaktadır. Türkiye’de çalışanlar yaşam tatmini endeksinde OECD ülkeleri arasında sondan dördüncü sırada yer almaktadır. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Ağı'nın hazırladığı 2017 Dünya Mutluluk Raporu'nda da Türkiye, 155 ülke arasında 69. sıradadır. Türkiye aynı zamanda, gelir eşitsizliğinde OECD ülkeleri arasında 0,398 puanla en kötü durumdaki 2. ülkedir. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ülkemizde haftalık ortalama çalışma süresinin en yüksek olduğu sektör 49,5 saat ile inşaat olarak belirlenirken, sanayi 48,8 saat ve hizmet sektörü 48,6 saat olarak hesaplanmaktadır. Meslek gruplarına göre haftalık ortalama çalışma süresi incelendiğinde ise, hizmet ve satış elemanları 53,7 saat, yöneticiler ise 52,3 saat ile en uzun süre çalışanlar olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de uzun çalışma saatleri emekçilerin sosyal hayatlarını doğrudan etkilemekte ve iş dışındaki hayatlarına zaman ayıramamaktadırlar. Çalışanlar, boş zaman, yemek ve uyku dahil kişisel bakımlarına yalnızca 12,2 saat ayırabilmektedir.  Bu ortalama ile Türkiye, OECD ülkeleri arasında sonuncu sırada yer almaktadır. Bu durum aile ilişkilerini de olumsuz anlamda etkilemekte, özellikle ailelerin çocuklarına zaman ayıramamasına neden olmaktadır. Emekçilerin %7,1’i zaman baskısı veya aşırı iş yükünün ruhsal sağlıklarını olumsuz etkilediğini belirtmektedir. GECE ÇALIŞMASI 4857 sayılı İş Kanunu’nun 69. Maddesine göre saat 20.00 ile saat 06.00 arası “gece” olarak belirlenmiş ve gece çalışmasının 7,5 saati aşamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak 19 Ağustos 2017 günü Resmi Gazete’de yayınlanan, “Postalar Halinde İşçi Çalıştırılarak Yürütülen İşlerde Çalışmalara İlişkin Özel Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ve “Kadın Çalışanların Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile gece postalarında çalışan tüm emekçilerin 7,5 saatten fazla çalıştırılmasının önü açılmıştır. Bu değişiklikler ile turizm, sağlık ve güvenlik kollarında saat sınırı kaldırılmış, işçiler işverenin insafına bırakılmış bir sürede çalışmaya mecbur bırakılmıştır. Sürenin 7,5 saati aşabilmesi için çalışanın imza ile onay vermesi gerekmektedir. Ancak işveren ve emekçiler arasında, Türkiye’deki örgütlülük sorunları ve işsizlik korkusu nedeniyle, eşit koşullar olmadığı açıktır. Çalışanlara imzalaması için verilecek  belgenin, bir anlamda, “zorunlu değil mecburi” olacağı aşikârdır. İmza karşılığında fazladan yaptırılacak çalışmanın, kanunen belirlenmiş sınır olan 45 saati aşamayacağı öne sürülse de, raporun önceki bölümlerinde de ifade edildiği üzere ülkemizde pek çok işçi yasal sürenin üzerinde çalıştırılmaktadır. Bu durum emekçilerin yasal hakları konusunda bilgi sahibi olmamasının yanında, ülkemizdeki mevcut durumda, sendikalılığın %12 seviyelerinde olması, çift hanelere ulaşan işsizlik rakamları gibi etkenler de bulunmaktadır. Keza haftalık ortalama çalışma sürelerine bakıldığında, 15-24 yaş arası 49 saat, 25-54 yaş arası 47,8 saat, 55-64 yaş arası 45,8 saat çalışmaktadır. Bu oranlar, genç çalışanların yasal hakları ve örgütlenmenin önemi konusundaki bilgi eksikliklerinin sonucu olarak okunabilecektir. Kanunen belirlenmiş günlük çalışma süreleri geçilemeyecek olsa dahi, gece çalışmaları gündüze göre hem biyolojik hem psikolojik olarak insanlar için çok daha zorludur. İnsan bedeni, en basit anlamda, gündüzleri çalışmak, geceleri ise uyumak üzerine biyolojik bir düzene sahiptir. Bu biyolojik düzende yaşanan değişiklikler insan bedeni üzerinde ciddi sağlık problemlerine neden olmaktadır. Geceleri çalışan, gündüzleri ise dinlenmek durumunda kalan emekçiler gün ışığından faydalanamamaktadır. Bu noktada melatonin hormonu özellikle belirleyici olmaktadır. Melatonin, insan bedeninin biyolojik ritmini ve gece gündüz düzenini sağlayan, vücut sıcaklığını düşürerek uykuyu sağlayan hormondur. Karanlıkta, gece 21.00’dan sonra başlayan melatonin salgısı, en yüksek orana 02.00 ile 04.00 arasında ulaşır ve sabahın erken saatleri itibariyle azalır. Gece çalışanların bozulan vücut ritimleri ve devamlı altında kalınan yapay ışığın etkisiyle karanlık yaşamamaları melatonin salgısını engeller. Bu durum ‘insomnia’ gibi ileri düzeye varan uyku problemlerine ve devamında buna bağlı olarak birçok hastalığa neden olmaktadır. Gece çalışanlarda diyabet, obezite ve krizi riski ciddi oranda artmaktadır. Uyku problemlerinin ve düzenli uyumamanın bağışıklık sistemini etkilediği birçok araştırma ile ortaya konmuştur. Uykusuzluk, ruh hali ve beyin fonksiyonlarını olumsuz anlamda etkilemekte, ziksel rahatsızlıkların yanında insana psikolojik olarak da zarar vermektedir. Gece çalışmak, zihinsel etkinliği olumsuz etkileyerek iş motivasyonunu düşürür. Bu durum verimsizlik yaratmakla kalmaz aynı zamanda ziksel olarak da metabolizma hızını ve kan şekeri düzeyini etkileyerek sağlığı olumsuz etkiler. Bu nedenle gece çalışanlar, gündüz çalışanlara göre çok daha fazla yorgunluk hissetmektedirler. Ayrıca gece çalışan emekçilerin bozulan yemek düzenleri ve gece vakti yemek, uyanık kalmak amacıyla, bedenin alışık olmadığı saatlerde içilen kahve türü ve asitli içecekler ülser, reflü ve daha ileri mide sorunlarına yol açmaktadır. Haftada dönüşümlü üç vardiya olarak çalışan işçilerin yaşadıkları sorunlar ile ilgili yapılan bir araştırmada gece çalışmasının, işçilerin % 90’ı aile yaşamlarının zarar gördüğünü, % 87’si sosyal yaşamlarının sınırlandığını, % 91’i boş zaman faaliyetlerinin azaldığını, % 85’i yemek düzenlerinin bozulduğunu, % 86’sı uyku yetersizliği çektiğini ve % 100’ü de sağlıklarının kötü yönde etkilediğini belirtmiştir. Dolayısıyla, gece çalışmasının hali hazırda sağlığa olumsuz etkileri ortadayken, iktidar tarafından yapılan yönetmelik değişikliğiyle bu durum daha da kötüleştirilmiştir. Çıkarılan yönetmelikle hükümet, insani şartları göz ardı ederek, kârı ve emek sömürüsünü insandan daha üstün gördüğünü çok açık ve net olarak ortaya koymuştur. İŞ KAZALARI VE UZUN ÇALIŞMANIN ETKİSİ Araştırmalara göre fazla çalışanların iş kazası geçirme riski, fazla çalışmayanlara kıyasla %61 daha fazladır. Günde 12 saatten fazla çalışanlarda risk %37, haftada 60 saatten fazla çalışanlarda risk %23 artmaktadır. Bu konuda yapılan bir başka araştırma iş kazaları ile fazla çalışma arasındaki bağı ortaya koymaktadır. 1994’de istihdamdaki nüfustan haftada 50 saatten fazla çalışanların oranı %38 ve 60 saatten daha uzun süre çalışanların oranı %22,88 olarak tespit edilmiştir. 2006’da ise haftada 50 saatten fazla çalışanların oranı %52’ye ve 60 saatten daha uzun süre çalışanların oranı %36,3’e yükselmiştir. 1999-2006 döneminde ise Türkiye’de ölümle sonuçlanan iş kazaları da %35,7 oranında artmıştır. Bu sonuçlar çalışma süresi uzadıkça iş kazası riskinin arttığını göstermektedir. Keza bu zamana kadar yapılan tüm araştırmalar da çalışma süresi ile iş kazası riskinin doğru orantılı olduğunu ortaya koymuştur. Uzun çalışma sonucu, yorgunluk, stres, uyku hali gibi iş kazalarını tetikleyen nedenlerin görülme sıklığı, 9. saatten itibaren belirgin düzeyde yükseldiği bilimsel araştırmaların sonucu olarak tespit edilmiştir. Ancak Sosyal Güvenlik Kurumu’nun iş kazalarının gerçekleştiği saatlere göre verileri ilginç bir tabloyu ortaya koymaktadır. Kurum istatistiklerine göre 9 saati aşan çalışmalarda iş kazası gerçekleşme sayısı, bilimsel verilerin tam tersi şekilde ortaya çıkmaktadır. SGK verilerine göre 9 saat ve daha fazla çalışanlar neredeyse iş kazası geçirmemektedir. Araştırmaların ve aklın almayacağı bu verilerin bir ilginç özelliği de yıllar içinde değişen “kaza” sayısıdır. AKP'nin iktidara geldiği yıl olan 2002'ye kadar 9 saat ve üzerinde çalışan emekçilerin geçirdiği iş kazaları binlerle ifade edilirken, 2002 sonrasında kazalar adeta bıçak gibi kesilmiştir. İktidarda oldukları 15 yılda on binlerce emekçimizin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği ve yine on binlercesinin yaralandığı bir ülkede bu istatistiğin ve dolayısıyla kamu kurumlarının yayınladığı tüm istatistiklerin inandırıcılığı sorgulanmalıdır. Bir başka veri olarak, ülkemizde aşırı ve uzun çalışmaya bağlı olduğu düşünülen kalp krizi, beyin kanaması vb. gibi ani ölümler iş cinayetleri içerisinde ortalama %10 seviyelerindedir. Ayrıca, 2016 yılında en az 217 emekçi kalp krizi ya da beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirmiştir. Bu yüksek oran, uzun çalışmanın iş cinayetlerine varan etkilerini göstermek açısından çok önemli bir veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bu veriler incelenirken şu detayın altı da özellikle çizilmelidir; iş "kazalarının" asıl sebebinin işçilerin dikkatsizliğinden ziyade, işverenler tarafından alınmayan önlemler olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. İş güvenliği önlemlerinin alınmasını sağlamak işverenin sorumluluğu olmakla birlikte, emekçileri aşırı uzun çalıştırmanın da işverenlerin zorlaması olduğu ortadadır. Keza iş "kazaları" önlenebilir ve ölümle sonuçlandığında da cinayet olarak kabul edilmesi gereken olaylardır. İş cinayetlerini kader veya fıtrat olarak nitelendirmek, alınmayan önlemlerin, sağlanmayan iş güvenliğinin ve kâr hırsını önceleyerek işçi sağlığının göz ardı edilmesinin üstünü örtmeye yönelik egemen sınıf söylemleridir. SONUÇ Ülkemizde emekçilerin kazanılmış hakları her geçen gün daha da yok edilirken, aleyhe birçok yeni düzenleme de peşi sıra uygulanmaya başlanmaktadır. Türkiye, ücretli kölelik düzeninin merkez üslerinden biri olmaya adım adım yaklaşmaktadır. Bu durumun oluşmasında ise emek düşmanı politikalar, sendikasızlaştırma, baskılar ve denetimsizlik başta gelmektedir. Emekçilerin illegal olarak aşırı uzun çalışmaya zorlanması ve iktidar sahiplerinin bu illegaliteyi olağanlaştırmaya yönelik adımları Türkiye’deki ücretli kölelik düzeninin kalıcılaşmasına yönelik eylemlerdir. İşçileri insanlık dışı, aşırı uzun ve yoğun çalıştırmak ve ülkemizin ancak bu şekilde gelişmiş ülkeleri yakalayabileceğini iddia etmek büyük bir yanılgıdır. Keza ülkelerin gelişmişliği öncelikle insanına verdiği değerle ölçülmektedir. Uzun çalışma saatlerine karşı çıkmak, ülkemizin büyümesine “taş koymak” anlamı ve amacı taşımamaktadır. Tam aksine, emekçilerin uzun süreli çalıştırılması, işsizliği artıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Normal şartlar altında birkaç kişinin yapacağı işler, “kârlılık” gerekçesiyle bir kişiye yaptırılmaktadır. Bu nedenle de işsizlik, alınan başkaca önlemlere ve sözde “seferberlik” ilanlarına rağmen düşmemektedir. Ayrıca bu durum, ülkemizdeki gibi “garip” bir büyüme türüne neden olmaktadır. 2017’nin ikinci çeyreğinde %5,1’lik büyüme gerçekleşirken, işsizlik oranı geçen yılın aynı dönemine göre değişiklik göstermemiş ve %10,2 olarak hesaplanmıştır. Ülkemiz büyürken istihdamın düşmüyor oluşu, çok yönlü olarak ele alınabilecek olmakla birlikte, bir yönüyle uzun çalışma-işsizlik arasındaki bağa işaret etmektedir. İşverenler yeni işçi almaksızın, mevcut işçileri daha fazla çalışmaya zorlayarak, ekonomik büyümeyi sağlayan üretimi artırırken, istihdam artışlarını da engelleyen bir etkide bulunmuşlardır. İktidar da ekonomik büyümeden işverenlerin faydalanmasına destek olurken, emekçilerin ise büyümeden paylarını alamamalarını sağlamıştır. Fazla çalışma ile ilgili, çalışanların bunu “talep ettiği” öne sürülebilmektedir. Ancak emekçilerin dinlenme zamanlarından ve sosyal hayatlarından feragat ederek fazla mesai yapmak istemesinin asıl nedeni, emeği karşılığı aldığı ücreti artırmaya mecbur bırakılmasıdır. Emekçilerin fazla mesai yaparak daha fazla ücret almak istemesi, normal çalışmada emeğe karşılık ödenen ücretlerin düşüklüğü nedeniyledir. Açlık sınırının 1.523 lira, yoksulluk sınırının 4.960 lira olduğu bir ülkede, 1.404 liralık asgari ücrete mahkûm edilen emekçiler, dolaylı olarak değil, doğrudan fazla çalışmaya mecbur bırakılmaktadır. Asgari ücret, asgari olarak geçimi sağlamak bir yana, açlıktan kurtulacak noktada dahi değildir. Böyle bir durum ortada iken, aşırı uzun çalışmanın çözümünde atılması gereken ilk adım asgari ücretin, asgari geçimi sağlayacak standarda getirilmesidir. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin çözüm formülü bellidir. Emek Büroları tarafından 28 Aralık 2016’da, 81 ilde yapılan ortak açıklamalarla kamuoyu ile paylaşıldığı üzere, asgari ücret en az 1.750 lira olmalıdır. İllegal olarak uzun çalışmaya zorlanan emekçiler, ne yazık ki örgütlü olamamanın, ülkedeki işsizliğin ve hakları konusunda yeterli bilgiye sahip olamamanın getirdiği nedenlerle bu duruma “zorunlu” rıza göstermektedir. Ayrıca eğitim durumuna göre 2013 yılında iş kazası geçirenlerin oranları incelendiğinde; 12 ay içinde istihdam edilen lise altı eğitimlilerin %2,8’i bir iş kazası geçirirken, genel lise mezunlarında bu oran %1,7, lise dengi meslek okul mezunlarında %2,4, yüksek öğretim mezunlarında ise %1 olarak tahmin edilmiştir. Bu sorun karşısında, CHP Emek Büroları tarafından yayınlanan “Çağrı Merkezi Çalışanları Raporu” sonrası, Genel Başkan Yardımcısı ve Emek Büroları Koordinatörü Veli Ağbaba tarafından 10 Ocak 2017 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan kanun tekli, çözüm noktasında önemli bir adım olarak görünmektedir. Lise ve dengi okullarda zorunlu ders olarak okutulacak “Çalışma Hayatı ve Haklar” dersi ile çalışma hayatına atılmadan önce gençlere sendikalı olmanın ve güvenceli çalışmanın önemi öğretilecek, hakları konusunda bilgi sahibi olarak çalışmaya başlamaları sağlanacaktır. Ancak bu önemli kanun tekli ne yazık ki iktidar tarafından gündeme alınmamakta ve 9 aydır komisyonda bekletilmektedir. İllegal olarak haftalık yasal sürenin üzerinde fazla çalışmaya zorlanan emekçiler birçok sağlık sorunu yaşamakta, yukarıda da bahsedildiği üzere aşırı baskı ve yoğunluğun tetiklediği kalp krizi ve beyin kanaması gibi sebeplerle hayatlarını kaybetmektedirler. Bu nedenle emekçilerin uzun çalıştırılmaya bağlı olarak sağlık sorunu yaşaması ve iş cinayetine kurban gitmesinin sorumluları bellidir; kâr hırsı ile yasadışı işlem yapan işveren ve sorumluluğunu yerine getirmeyerek denetim görevini uygulamayan iktidar sahipleri. İş Kanunu’nda haftalık 45 saatlik çalışma süresine istisna görülen tek iş “yer altı maden işleri” olarak belirlenmiştir. Ancak zorluk derecesi yüksek ve işçilerin sağlığını uzun çalışmaya bağlı olumsuz etkileyen başka iş kolları da bulunmaktadır. Bu nedenle ilgili kurumlarca detaylı bir araştırma yapılmalı ve İş Kanunu’nda çalışma süresiyle ilgili istisnalar genişletilmelidir. Gece çalışması ile ilgili hükümetin hayata geçirdiği ve çalışma süresini uzatmaya imkân veren yönetmelik değişikliği derhal geri alınmalıdır. Gerekli “bağımsız” araştırmalar yapılarak insan sağlığını en az etkileyecek şekilde düzenlemeler getirilmelidir. Sağlık, emniyet, güvenlik vb. verilmesi zorunlu hizmetlerin dışında elzem olmayan gece çalışmaları mutlaka sınırlandırılmalıdır. Denetimler genişletilmeli ve sıklaştırılmalı, yasaya aykırı şekilde işçi çalıştıran işletmelere cezai yaptırım uygulanmalıdır. Neoliberal politikaların Türkiye hamisi konumundaki AKP, emekçileri sömürmeyi ve ücretli kölelik düzenini kalıcılaştırmayı, örgütsüz bir toplum yaratmayı ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu derinleştirmeyi görev edinmiş bir siyasi harekettir. Bu nedenle AKP’den değişmesini beklemek, sermaye sahipleri yerine emekçilerden ve emekten yana olmasını ummak mantık dışı olacaktır. Sonuç olarak, emek mücadelesi büyüyerek sürmeli, emeği en yüce değer olarak gören Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bu düzen değişmelidir ve değişecektir.