Biz heterodoks iktisatçılar gelir yaratıcı, tam istihdama yönelik ve gelir dağılımında adaleti sağlayabileceğimiz bir tasarımdan bahsediyoruz. Bu kesinlikle alışılagelmiş yapısal değişim önerilerinden farklıdır.
Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu makroekonomik sorunlar ve bu sorunlara yönelik alternatif çözüm geliştiren Heterodoks iktisatçılar ile alışılagelmiş çözümleri savunan Ortodoks iktisatçılar arasında sosyal medya üzerinde yürütülen tartışmalar gittikçe alevlendi diyebiliriz.
Bu tartışmaların özü para ve maliye politikalarının tasarım farklılığına dayanmaktadır. İlk büyük tartışma asgari ücret üzerinden gelmiştir. Ancak bu konudaki tartışmalar biri sevgili VeriDelisi tarafından kaleme alınan ve ParaAnaliz’de çıkan yazı olmak üzere aşağıda linklerini bıraktığım ilgili yazılarda dile getirildiğinden burada tekrarlamayacağım.
İkinci tartışma ise politika faizi ile ilgiliydi ve FED faiz artışlarına rağmen ABD enflasyonun artmaya devam etmesi üzerine İlhan Döğüş hoca tarafından L. Summers’ın bu konuyla ilgili yorumuna atfen Türkiye’deki önde gelen “Ortodoks” İktisat hocalarına sorduğu soruyla alevlendi.
Summers özetle FED faiz artışı işsizliği yeteri kadar artırmadı daha fazla işsizlik, ücret baskısı gerekiyor diyordu. Bunu da NAIRU (enflasyonu hızlandırmayan işsizlik oranı) kavramına dayandırıyordu.
İlhan Döğüş hoca da bunun üzerine aşağıdaki soruyu sordu:
“Bunları kendilerine rehber edinenlere, bütçe açığına "faizi artırır" diye karşı çıkıp faiz artırmayı önerenlere soruyorum: Türkiye'nin NAIRU'su (enflasyonu artırmayan işsizlik oranı) kaç şu an sizce? 35% mi?”
Bu sorunun özü ve tartışma konusu esasında şudur. Türkiye ekonomisinin bütün sorunlarını politika faizinin indirilmesine indirgeyip çözümü faiz oranının artırılmasında gören iktisadi görüşe karşı olarak Heteredokslar bölüşüme ve işsizliğe dair daha temel problemlerin olduğunu, dolayısıyla yüksek faiz artışının, emek gelirlerinin erimesinin ve artan işsizliğin daha büyük sorun kümesi haline dönüşeceğini savunmaktadır.
Ortodoks iktisatçılara yönelik olarak bu soruyu sorarken; savunduğunuz faiz artışı ile emekçiler ne kadarlık fedakârlığa ve işsizliğe katlanmak zorunda kalacaklar. Modelinizde öngördüğünüz işsizlik oranı kaçtır demek istiyoruz.
Bu sorunun muhatabı olarak da alışılagelmiş para politikasını her platformda savunan hocaları yani Özgür Demirtaş, Refet Gürkaynak, Fatih Özatay ve Selva Demiralp gibi hocaları görüyoruz.
Tek yanıt Fatih Özatay hocadan geldi ve şu ifadeleri kullandı:
“Tartışmada asgari saygı Karşısındakinin söylemediği şeyleri söylemiş gibi göstermemekten, O şimdi şöyle düşünüyordur diye komik bir'görüş' ortaya atıp, ona karşı laf yetiştirmemekten geçer. Bunlara dikkat edilmediği, aksine mahsus yapıldığı için çoğunlukla cevap vermiyorum.
Şimdi öyle garip şeyler iddia ediliyor ki; Neymiş; "Para politikasını merkeze alıp maliye politikasını dışlamış"mış falanca kişi Hadi ya. Maliye politikasını dışlamak! Hangi iktisatçının bu lüksü var? Neymiş? Dışlama 'crowding out' derlermiş... Hadi ya.
Neymiş? Bütçe açığını artıracak diye kamu harcamalarına karşı çıkarlarmış. Hadi ya. Bu kadar 'neymiş ve hadi ya' şimdilik yeter.
Biz kamunun ekonomideki ağırlığının daha yüksek olmasını istiyoruz. Başta doğal tekeller olmak üzere (elektrik, doğal gaz üretimi ve dağıtımı gibi) pek çok alanda kamulaştırmaları savunuyoruz.
Kamunun harcamalarını artırmadan yapısal reform yapılacağını düşünen mi var? Mesela akademisyenlerin ve öğretmenlerin kalitesini yükseltmek; elbette kamu yapacak Önemli olan, bu tür reformları, gerekli finansmanı bütçe açığını azgın bir düzeye çıkarmadan, yapmak
Zaten odaklanmış, ciddi yapısal reformlar yapılabilirse, bütçe açığını makul ölçüde artırmak ile risk artmaz. Asıl soru: Ne tür yapısal reformlar gerekiyor? Bu tür reformları yapmak için ne ölçüde bütçe olanaklarını kullanmalı? Maliye politikasız olur mu bu işler yahu?”
Fatih hocanın bu söylediklerinin tersini söylediği yazıları da mevcut ya da dışlama etkisini savunduğu yazılar. Ancak konumuz bu değil. Kesinlikle burada söyledikleri bizim maliye politikası tasarımımızla uyuşmuyor.
Çok açık biçimde savunduğumuz tasarımın özetini daha önceki yazılarımda pek çok defa belirttim. Biz kamunun ekonomideki ağırlığının daha yüksek olmasını istiyoruz. Başta doğal tekeller olmak üzere (elektrik, doğal gaz üretimi ve dağıtımı gibi) pek çok alanda kamulaştırmaları savunuyoruz. Vergi politikasında kökten değişikliği, yoksul hane halkı, çiftçi ve öğrenci borçlarında tasfiyeyi, kamunun nihai işveren olarak yer almasını ve Türkiye’nin dış ticaret kompozisyonunu değiştirici biçimde kamu yatırımlarını öneriyoruz. Bu noktada tarıma yönelik yatırımları ve destekleri önemsiyoruz.
Bunlara ilişkin iktisadi gerekçelerimizi ortaya koyabildiğimiz derin bir literatür de mevcuttur. Bir kısmını benim daha önceki yazılarımdan da okuyabilirsiniz.
Biz gelir yaratıcı, tam istihdama yönelik ve gelir dağılımında adaleti sağlayabileceğimiz bir tasarımdan bahsediyoruz. Bu kesinlikle alışılagelmiş yapısal değişim önerilerinden farklıdır. Biz kamu açıklarının, kamu yatırım, istihdam politikasının ulusal tasarrufları artırıcı ve özel yatırımları teşvik edici olduğunu savunuyoruz. Doğal işsizliği değil tam istihdamın sağlanabileceğini söylüyoruz.
Alışılagelmiş söylemlerin aksine biz yani Heteredoks iktisatçıların büyük çoğunluğu para arzının içsel yani para talebi tarafından belirlendiğini ve faizin ise dışsa yani Merkez Bankası tarafından belirlendiğini söylüyoruz.
Dolayısıyla bölüşümü temel alan, enflasyon, büyüme, istihdam gibi konuların çözümünde maliye politikasının merkezde olduğu bir tasarımdan bahsediyoruz.
Bu tasarımda Merkez Bankasının yani para politikasının rolü maliye politikasını desteklemek üzerinedir. Özünde finansal istikrara odaklı olmasıdır.
Finansal istikrarın ve kur istikrarının fiyat istikrarı için önemli konular olduğunu ve bunların da bölüşüm sorunun bir parçası olduğunu iddia ediyoruz. Bunları ifade ederken büyük ölçüde Minskian bir tasarımdan ve durumdan bahsediyoruz.
Böylece finansal istikrarsızlığın dışsal bir şokun sonucu olarak değil sisteme özgü bir durum olduğunu söylemiş oluyoruz. Dolayısıyla gelir yaratmadan hane halklarını düşük faiz ortamında borçlandırılarak elde edilen büyümenin sürdürülemez olduğunu ve finansal istikrarsızlığı arttırdığını ifade etmiş oluyoruz.
Bu konuyla ilgili çok önemi bir tartışma da para politikası tasarımı ile ilgilidir. Alışılagelmiş söylemlerin aksine biz yani Heteredoks iktisatçıların büyük çoğunluğu para arzının içsel yani para talebi tarafından belirlendiğini ve faizin ise dışsa yani Merkez Bankası tarafından belirlendiğini söylüyoruz.
Bu söylem açıkça Ortodoks miktar kuramı ve dışlama etkisi /Ricardocu denklik prensiplerinin eleştirisidir. Bu eleştiriler elbette kamu politikasının kapsamını ve içeriğini de etkilemekte ve tasarımını değiştirmektedir. Örneğin finansal istikrar için kamu borçları değil özel borçlar daha büyük sorundur diyebiliyoruz.
Yine Fatih Özatay bunu açık bir itirazla hoca sosyal medya hesabında komedi olarak nitelendirdi ve aşağıdaki kendi eleştirilerini getirdi:
“Komik tartışma örnekleri Para arzı içsel mi dışsal mı? Hangi para arzı? Hangi koşulda? Faiz içsel mi dışsal mı? Hangi faiz? Mesela çoğu merkez bankasının kullandığı modelde politika faizi içseldir (modelde, enflasyona ve üretime, bazen de ek olarak döviz kuruna göre) belirlenir
İçsel tanımının farklı olabileceğini düşündünüz mü? Merkez bankası parasının (para tabanı) içsel olabileceği gibi dışsal olabileceğini de, bunun koşullara bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü? İlkokul münazaraları gibi "İsmi lazım değiller": Bu tartışmalara devam edin. Kolay gelsin”.
Bankalar kredi vererek mevduat yani para yaratırlar yani mevduat toplayıp kredi veren aracı kurumlar değillerdir. Para talebini ise yatırım talebi belirler. Yatırım talebini belirleyen ise talep beklentileridir.
Açıkçası bizim bahsettiğimiz içsellik tanımını Fatih hocaya yanlış ifade etmiş olabiliriz ya da para arzının içselliğini model içerisinde içsel almakla para arzının içsel oluşunu karıştırmış olabilir Fatih hoca.
Zira bizim bahsettiğimiz içsellik para arzının para talebi tarafından belirlendiğidir. Bu açıkça banka nedir sorusunun cevabı ile de ilişkilidir. Biz bankaları para yaratan kurumlar olarak ifade ediyoruz. Bankalar kredi vererek mevduat yani para yaratırlar yani mevduat toplayıp kredi veren aracı kurumlar değillerdir. Para talebini ise yatırım talebi belirler. Yatırım talebini belirleyen ise talep beklentileridir. Bu da yeni yatırımları ve kredi talebini belirler.
İşgücü piyasası ise işte bu mal piyasasının türev piyasasıdır yani para yaratım sürecine dâhildir. Dolayısıyla yatırımları tasarruflarla değil yeni kredilerle ortaya çıkar. Büyüme bu parasal genişleme olmadan sağlanmaz. Bu süreç üretim-bölüşüm ilişkilerinin dinamik halidir.
Yukarıda bahsettiğim kamunun nihai işveren olarak gelir yaratması ve dış ticaret kompozisyonunu değiştirerek daha az rekabetin olduğu yüksek teknoloji yoğun mallara yönelik yatırımlar yapması hem yurt içi talebi artırarak özel sektörün bu alanlarda yatırım yapmasına hem de bu sayede cari fazla verecek ticaret kompozisyonuna ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Bu sayede kuru artışına, ücret baskısına dayalı dış ticaret politikası yerine dış ticaret hadlerinin lehimize olduğu, refahı artıran ve sağlanan refah artışının adil bölüşüldüğü bir duruma geçebiliriz. Yani bu tartışma komedi değil milyonlarca insanın geçimini ve refahını ilgilendirmektedir.
Sonuç olarak bizim önerilerimiz maliye politikasını merkeze alarak ve merkez bankasını finansal istikrara odaklı kılarak gelirin adil bölüşümünü ve tam istihdamı hedef almaktadır. Biz makro iktisadi sorunların merkezine istihdam ve bölüşümü koyuyoruz. Biz biliyoruz ki enflasyondan, finansal istikrara ve ülke risk priminin yüksek olmasına kadar makro temellerde görülen bozulmanın arkasında bu sorunlar yatmaktadır.
Mesela ülke risk primimiz (dolayısıyla kamu ve özel sektörün 5 yıllık dış borçlanmalarda en az %12 Dolar faizi ile borçlanılması durumu) 900bsp (baz puan) olduğu için uykuları kaçan Özgür Demirtaş hocaya soruyorum:
Risk priminin artmasında, kamunun 2018 yılından itibaren özel sektör döviz borçlarını üstlenmesinin, vergi borçlarını silmesinin, özel sektöre sağlanan koşullu yükümlülüklerin ve yüksek işsizliğin etkisi olduğunu neden söylemiyor ya da kabul ediyor mu?
Ekonomimizde emeğin payı gittikçe azalıyor, gelir bölüşümü sorunu artıyor, ekonomi büyüyor ama emek gelirleri mutlak olarak azalırken bu durum kırılgan ve istikrarsız bir ekonomi yaratıyor.
Ülke risk priminin artması kamu iflas riski, bilanço dolarizasyonu sorunudur. Yani borç toleransı sorunudur. Yüksek bilanço dolarizasyonuna karşın borçları ödeyebilecek dövize ulaşamama riskidir. Formülünün payında net dış varlık pozisyonu paydasında ise milli gelir vardır. Yani üretim kapasitesi yani istihdam vardır. İsterse ilgili IMF (2012) çalışmasını kendisine iletebilirim.
Bahsettiğimiz sorunların özetinin özeti olacak çıkarımımız ise şu durumdur: Ekonomimizde emeğin payı gittikçe azalıyor, gelir bölüşümü sorunu artıyor, ekonomi büyüyor ama emek gelirleri mutlak olarak azalırken bu durum kırılgan ve istikrarsız bir ekonomi yaratıyor. Bunun çözümünü istiyoruz ve bunun çözümü olarak da yukarıda bahsettiğimiz maliye politikası tasarımını ortaya koyuyoruz.
Bu bağlamda ve bu nedenle alışılagelmiş para politikasını savunan ve bunun emekçiler üzerinde maliyeti olacağını söyleyen Selva Demiralp hoca gibi, yine Fatih Özatay, Özgür Demirtaş, Refet Gürkaynak, Mahfi Eğilmez, Cevdet Akçay hocalar gibi Türk İktisadi akademisinin kıymetli üyelerinin aşağıdaki sorularımıza yönelik düşüncelerini paylaşarak önemli bir tartışmaya öncülük etmelerini istiyoruz.
Sorularımız şunlardır:
Alışılagelmiş para politikasına dayalı des-enflasyon tasarımında işsizliğin ne kadar artmasını öngörüyorsunuz? Sizce Türkiye’de enflasyonu hızlandırmayacak işsizlik oranı kaç olmalıdır?
Yüksek işsizliği bir sorun olarak görüyor musunuz? Yoksa tıpkı Summers gibi ücret baskısı bir koşul mudur sizin için?
Enflasyonun arkasında ücret-fiyat spiralimi yoksa kâr-fiyat spirali mi vardır?
Piyasa yoğunlaşmasının bunun bir nedeni olabileceğini kabul ediyor musunuz?
Vergi politikasında bir değişimi, vergi yükünün hane halkı-emekçilerden alınıp sermaye üzerine yıkılması gerektiğini düşünüyor musunuz? Hane halkı-emekçiler üzerindeki yüksek vergi yükünü bir sorun olarak görüyor musunuz?
Kontrolsüz sermaye hareketlerinin yıkıcı etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunu bir sorun olarak görüyor musunuz?
Bu koşul altında TCMB’nin para politikasının bağımsız olabileceğini (küresel faizlerden bağımsız olarak faiz oranını belirleyebileceğini) düşünüyor musunuz?
Bu yazıyı yazmamın kişisel olarak bir diğer amacı da şudur:
Ben bu konuların insan hayatına dokunduğu için öncelikle tartışılmasını istiyorum. Bu nedenle bazen duygusalca ileri çıkabiliyorum. İktisat aynı zamanda toplum bilimidir. Bu nedenle bu konular hakkında değerli hocalar farkındalık yaratmak için tartışmalıdır diye düşünüyorum. Saygılarımla.
Asgari ücret tartışmasına yönelik ilgili linkler:
https://www.paraanaliz.com/2022/ekonomi/ucret-artislari-enflasyona-neden-olur-mu-ucret-artisi-ve-enflasyon-nedensellik-g-33771/
https://onedio.com/haber/buyuk-tartisma-asgari-ucrette-zam-bitti-tartisma-bitmedi-enflasyon-mu-maasi-maas-mi-enflasyonu-artirir-1082530