İktidarın toplumsal hayata yönelik müdahalelerinin artışı, 2007’de ilk defa tanımlanan “mahalle baskısı” ile açıklandığında ne ifade ediyor? Siyaset bilimci ve sosyolog Mehmet Yaşar Altundağ yazdı.
Şerif Mardin, 2007 yılında Ruşen Çakır ile yaptığı bir röportajda “Mahalle Baskısı” kavramını ortaya atmıştı. Mardin, AKP’den bağımsız bir muhafazakâr hoşgörüsüzlüğün ve baskının toplumu kuşatabileceğini, toplumun zamanla muhafazakarlaşmasından endişe duyduğunu söylemişti.
Mardin’in “mahalle baskısı” kavramı; o dönem gündeme bomba gibi düşmüş, AKP’nin tam baskıcı olmayan ama toplumu da kendi değerlerine göre yontmaktan da çekinmeyen 2007 Türkiye’sinde, muhafazakâr-seküler gruplar arasındaki ilişkiyi yorumlamanın başucu kavramı olmuştu. Derya Sazak’ın haberine göre kavram; 4 günde 30’dan fazla gazetede 630 habere konu olmuş, 255 köşe yazarı tarafından hakkında 400 kez yazılmıştı (Çetin, 2010).
Mardin’in anlattığı mahalle baskısı; kitle kültürünün hâkim, bireyselliğin zayıf olduğu toplumlardaki grup psikolojisine oldukça benziyor. Herkesin uyması gereken bir yaşam tarzı belirleyip bir arada hareket eden ve kendisi gibi olmayanı ezen, cezalandıran grup psikolojisi. Fakat 2007’de dönen tartışmaların bir yüzü daha var:
Mardin, toplumun mahalle baskısıyla muhafazakarlaşmasından endişe duyuyorum derken Endonezya ve İran örneklerini veriyordu. Sonuçta Rıza Pehlevi’ye karşı başlayan hareket, teokratik bir İslami Cumhuriyet kurmayı öngörmüyordu. Ya da günümüzde Endonezya’da güçlü bir değer olan İslam, 1960’larda önemli değildi. Toplum dönüştürülmüş, İslami değerler baskın kılınmıştı.
Nitekim Burak Bilgehan Özpek’in medyascope’ta Ala El-Asvani’nin “Diktatörlük Sendromu” üzerine yazdığı yazı, toplumun değerlerinin ve reflekslerinin baskıcı iktidarlar altında nasıl dönüştüğünü de somutluyor. 1982 yılında Suriye’de yayımlandığında pek bir tepki çekmeyen Suriyeli romancı Haydar Haydar tarafından yazılan
“Yosun Ziyafeti” romanı, 20 yıl sonra Mısır’da yayımlandığındaysa büyük tepkiler çekiyor.
Roman kahramanının ateizm hakkında görüşleri kamuoyunun gündemine oturuyor; Müslüman Kardeşler kitabın toplatılması için protestolar yapıyor, tartışmalar düzenliyor. İçinde yaşadığımız toplumun değer setlerinin ne tarafa doğru gittiğini yaşarken anlamanın zor olduğu zamanlarda bu örnekler, somutlaştırıcı oluyor.
AYNI YOLUN YOLCUSU TÜRKİYE
Türkiye, benzer bir dönüşümden geçti. Hatta Mardin’in ifade ettiği gibi mahalle baskısı AKP’yi de döven bir şey olmadı. AKP, bizzat mahalle baskısıyla döven bir konuma geldi.
24 Ağustos akşam 10 saatlerinde Gülşen’in nisan ayındaki bir konser kaydından alınmış bir görüntü sosyal medyaya düştü. Tag çalışmalarıyla Gülşen tutuklanması istendi, saat başı bu tag’e katılım arttı. 2 saat içerisinde trendlere giren bir konu oldu. Nitekim Gülşen, videonun sosyal medyaya düşmesinin üzerinden 24 saat geçmeden tutuklandı.
İktidarın başlattığı bu baskı, toplumdaki ortalama muhafazakarın taleplerini bile yansıtmıyor. Aksine, İstanbul Sözleşmesi’nden başlayarak en uçtaki, en organize ve iktidarla bağlantı kurmuş grupların isteklerini, topluma giydirmeye çalışıyor.
Gülşen'in söylediklerini tasvip etmedim. Ben bireysel hayatımda bu tarz söylemlerden kaçınan biriyim. Nitekim konu bu değil. Gülşen'e başlayan inanılmaz linç dalgası ve Gülşen'in bu kadar hedefe alınması; seküler yaşamı yönelik artan baskılardan ve Gülşen'in LGBTİ, kadın hakları, dekolte gibi konularda hala meydan okuyabilen 1-2 sanatçıdan biri olmasından bağımsız değil. Son dönemde artan festival yasakları, üniversitelere yönelik artan baskılar, gençlerin nasıl yaşayacaklarına karışılma iktidarın toplum mühendisliğinin son ürünleri.
İktidarın başlattığı bu baskı, toplumdaki ortalama muhafazakarın taleplerini bile yansıtmıyor. Aksine, İstanbul Sözleşmesi’nden başlayarak en uçtaki, en organize ve iktidarla bağlantı kurmuş grupların isteklerini, topluma giydirmeye çalışıyor. Mahalle baskısının oluşması ve toplumun muhafazakarlaşması burada başlıyor. Nitekim Gülşen linçini ilk başlatanlardan Müdafaa-i İslam Hareketi’nden Erdem Özveren’in 14 tane festival iptal ettirdiğini gururla Twitter’a yazması da şaşırtıcı değil.
Gülşen'in tutuklanması sadece kendisiyle ilgili değil. Bu olay, toplumsal ilişkileri ve güç asimetrisini ifşa eden küçük bir sembol sadece. Seküler yaşamın hem negatif hem de pozitif müdahale bakımından nasıl bir kıskaç altında olduğunu gösteriyor. Daha kötüsü, ana muhalefetin birçok aktörünün meseleyi yeterince sahiplenmemesi de artan muhafazakâr baskıya karşı evrensel özgürlükleri savunanların temsilinin ne kadar az olduğunu gösteriyor.
KISKAÇ ALTINDA TOPLUM
Geldiği noktada AKP, sekülerlerin üzerinde hem şiddet uygulayarak baskı kuruyor hem de toplumun uç kesimlerinden gelen baskılara müdahale etmeyerek baskının dozunu arttırıyor. Dolayısıyla çift taraflı bir kıskaca alma durumu oluşuyor.
AKP-MHP iktidarı hem varlığı hem de yokluğuyla bir baskı aracı. Seküler yaşamı baskılamak ve toplumu dizayn etmek için hukuk-medya-kolluk kuvvetlerinin bütün araçlarını kullanmaktan çekinmiyor. İstedikleri sanatçı saatler içerisinde TCK 216'dan davayla karşılaşabiliyor, festivallere günler kala festivaller iptal edilebiliyor.
Seküler hayatın kemiklerini kırma girişimi ve temsil edilememe; mevcut siyasetin bir resmi. Böyle bir durumda ‘hazır ol'a geçip “sözlerine dikkat et" demeden önce bu siyaset ve güç ilişkileriyle mücadele etmek gerekiyor.
Öte yandan bir negatif müdahale de söz konusu. Çünkü siz sussanız bile üzerinizdeki baskı azalmıyor. Devlet araçları üzerinize çullanmasa bile sizin üzerine çullananları sizden korumuyor. Din adamları rahatlıkla hakkınızda "sapıktır, katildir, başı açık kadınlar kiralıktır" diyor. Jet hızıyla çalışan 216 ve hukuk, burada sessiz kalıyor.
TEMSİL EDİLMEYEN MUHALEFET
Bütün bu asimetrik hak ve özgürlük tanımlamaları ve dört bir yandan baskı altında muhalefetin duruşuysa cılız bir ses olmaktan öteye gidemiyor. Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri iktidarın kutuplaştırma siyasetine alet olmayalım stratejisiyle bütün bu baskı ve negatifi müdahale karşısında takındığı tek tutum, söylem üretmekten korkan ve milli-manevi değerler çizgisinde iktidarla örtüşen siyaseti oluyor. Fakat çember her geçen gün daralıyor ve toplumsal kurgunun merkezi sadece muhafazakarlığa tolerans üzerinden kurulmaya bir adım daha yaklaşıyor.
YENİ BİR PERSPEKTİF
Muhafazakârlar dahil olmak üzere birçok grup, devletin ve mahallenin sopasını yedi bu ülkede. Bu şiddet sarmalları birbirini doğurdu. Hala mağduriyetler sosyal ve politik alanlarda devam ediyor. Ama 2022 perspektifini de kabul etmek gerekiyor.
Asimetrik güç ilişkisi, seküler hayatın kemiklerini kırma girişimi ve temsil edilememe; mevcut siyasetin bir resmi. Böyle bir durumda ‘hazır ol'a geçip sözlerine dikkat et demeden önce bu siyaset ve güç ilişkilerini ifşa etmek ve onlarla mücadele etmek gerekiyor.
Şerif Mardin, 2008 yılında mahalle baskısı kavramıyla ne anlattığı daha derinlemesine tartışırken mahalle baskısının önce gözden başladığını, bakışın olduğu yerde kontrolün olduğunu anlatmıştı. Biz bu aşamayı çoktan geçtik. Artık üzerimizde sadece bakışlar yok, her tarafımızdan tutup aşağı çekmeye çalışan eller var. O yüzden çekin ellerinizi üzerimizden demek gerekiyor.
Kaynakça:
-Bir Kavramın Kısa Tarihi: Mahalle Baskısı, Adnan Çetin
-Öfkenin İktidarı, Burak Bilgehan Özpek
https://medyascope.tv/2022/07/31/burak-bilgehan-ozpek-yazdi-ofkenin-iktidari/
-Mahalle Baskısı: Ne Demek İstedim? Şerif Mardin
http://www.rusencakir.com/Prof-Serif-Mardin-Mahalle-Baskisi-Ne-Demek-Istedim/2028