Loading...
Çalışma saatlerini düşürerek istihdamı artırmak mümkün mü? – 3
Dünyada gelişmiş kimi ülkelerde uygulanan “düşük çalışma saatleri” istihdam artışını ne kadar sağlıyor? Alanının uzmanı iktisatçı ve ekonomistlere çalışma saatlerinin düşük olması halinde istihdamın artıp artmayacağını ya da istihdam artışına ne kadar katkı sağlayacağını sorduk.
Tartışma dosyasının üçüncü bölümünde “çalışma saatlerinin düşürülmesi istihdamı artırır mı” sorunsalı üzerine iktisat hocalarının görüşlerini almaya devam ediyoruz.
PROF.DR. CEYHUN ELGİN- Boğaziçi Üniversitesi
Çalışma saatlerinin azaltılarak istihdam artışı sağlanması pekâlâ mümkün, ancak tek başına sadece çalışma saati değişikliği ile (örneğin, mevcut İş Kanunu’nda yer aldığı haliyle haftada 45 saatten 40, 35, ya da 30’a düşürülmesi ile) istihdamın otomatik olarak artacağını ve işsizliğin düşeceğini de beklememek gerekiyor. Örneğin, Türkiye’de 2020 OECD verilerine göre ortalama bir işçinin haftalık çalışma süresi 45.6 saat, oysa yasal limit 45 saat. Ortalamanın bile yasal limitin üzerinde olduğu (birçok sektörde yasal limit üzerinde ek mesai ödemesi verilmediği ve çalışanların kayıt dışı bir şekilde çalışmaya zorlandığı) bir işgücü piyasasında uygulanmayan yasal limitin düşürülmesinin tek başına hiçbir anlamı yok.
Ortalamanın bile yasal limitin üzerinde olduğu bir işgücü piyasasında uygulanmayan yasal limitin düşürülmesinin tek başına hiçbir anlamı yok.
Dolayısıyla, eğer böyle bir regülasyon düşünülüyorsa bu regülasyonun kapsamlı bir işgücü piyasası reformu ile birlikte değerlendirilmesi gerekiyor. Asgari ücret, kayıt dışı istihdamla mücadele, kamu istihdam politikası, sosyal güvenlik politikası, işgücü verimliliğini artırıcı politikalar ve mesleki eğitim/yükseköğretim politikası bu bütünün parçalarını oluşturuyor. Bu parçaların her biri bir diğerini ve onlar üzerinden de istihdam ve işsizliği etkiliyor.
PROF. DR. ENSAR YILMAZ- Yıldız Teknik Üniversitesi
Çalışma süresi sosyal refahın çok önemli bir boyutunu temsil eder. Çalışan insanların refahını sadece aldıkları ücretin düzeyi üzerinden değil, aynı zamanda sosyal ve insani gelişimleri için de ihtiyaç duydukları zamanı bulmaları üzerinden değerlendirmek gerekir. Üretim sürecini kontrol eden firmalar hem gelirimiz hem de zamanımız üzerindeki baskın güçtür. Anaakım iktisat emekçinin gücünü olduğundan fazla firmanın da olduğundan az gösterir. Oysa ücret ve çalışma süresini büyük oranda firma belirler. Bu yüzden de, kamu devreye girmek zorunda kalır; minimum ücreti (asgari ücret) ve maksimum çalışma süresini belirleme zorunluluğu ortaya çıkar. Çalışma süresinin düşürülmesi oldukça önemlidir, zaten yeterince yabancılaştırıcı üretim süreçlerine tabi olan insanlara kendilerine dönmelerine, sosyal ve insani gelişmelerine imkân verir. Kamu bu yanıyla, zamanımızı firmanın elinden almaya çalışır.
Dolayısıyla, çalışma süresinin azalması oldukça önemlidir. Fakat ülkede bugünlerde çalışma süresinin kısaltılmasının işsizliği azaltmak için de kullanılabileceği gibi bir argüman ileri sürülmektedir. Bu argümanın mevcut yapı içinde firmaların gücünü ve tepkilerini küçümsediğini ve anlamadığını düşünüyorum. Bu yüzden de, bu önerinin yetersiz, etkin olmayan ve amaçlanan sonuçları yaratmayacağını şimdiden söylemek isterim.
Emek piyasanın temel karakteristiği firma karı ve gücü olduğu unutulmamalıdır. Çalışma süresini düşürmenin en önemli muhatabı da firmadır ve firma bunu bir optimizasyon mantığı içinde yönetir. Bu yüzden de, emek piyasası kararlarını sadece firmanın inisiyatifine bırakmayacak bir şekilde daha etkin, bağlayıcı ve geniş bir çerçevede politikalar geliştirilmelidir. Benim önerilerim:
a. Mevcut çalışması süresi ilk önce OECD ortalamasına çekilmeli ve bunun için de ciddi düzeyde kamusal denetim gereklidir. Çalışma süresi OECD’de haftada yaklaşık 40 saat iken, Türkiye’de 48 saat şeklindedir. Çalışma süresinin OECD ortalamasına çekilmesi, işsizlik anlamında etkili olmasa da insanların boş zamanlarını artırmak açısından önemlidir. Ülkede çalışanların yaklaşık %15’i, 60 saatin üstünde çalışmaktadır. Bu kısmen ücret yetersizliğinden kısmen de işsiz kalma korkusundan dolayı oluşan fiili bir durumdur. Bu yüzden, çalışma süresini işsizliği yönlendirme aracı olarak kullanmaktan önce, mevcut çalışanların sosyal refahını artıracak bir şekilde aşağı çekilmelidir. Bu da hem kamusal denetim hem de istikrar içinde büyüyen akıllı, verimli ve adil bir ekonominin yaratacağı refah baskısı ile gerçekleşir.
b. İşçiler (özellikle beli ölçeğin üstünde olan firmaların) üretim kararlarına, yani yönetim
kurullarına dâhil edilmesi gerekir. Firma sahipleri ile işçilerin temel konularda ortak karar
vermeleri ortak refah ve fedakârlık alanları yaratır. Bu durum özellikle kriz dönemlerinde
oldukça önemli hale gelir. Ortak karar almak firmaların krize tepkisinin işçileri hemen
çıkartmak şeklinde olmasını engeller. Bu, Almanya veya Nordik ülkelerinde sıkça gördüğümüz bir durumdur. Almanya 2007-8 global krizinde işsizlik düzeyi en az yükselen ülkelerden biri oldu, çünkü şirketlerin yönetim kurullarında işçilerin belirli bir ağrılığı vardı. Talep daralması olduğundan işveren-işçi aynı anda ve belirli bir hedef doğrultusunda hareket ettiğinde talep daralsa bile işçiler bu geçici sürede devletin de katkısı ile işsiz kalmaktan kurtulurlar. Dolayısıyla, bu durum kamusal regülasyonların etkin ve adil sonuçlar alması için firmaların karar alma süreçlerinin dönüştürmesi gerektiğini gösterir.
c. İşsizliğin sektörel kompozisyonu çıkartılmalıdır (eğitim, çalışma alanı, cinsiyet, bölgesel gibi) buna uygun politikalar geliştirilmelidir. Bu daha zahmetli bir çabadır ama direkt işsizlik
kaynaklarına yöneldiği için sonuçları daha etkindir. Bu durum işsiz kalma potansiyeli yüksek
gruplara dönük daha gerçekçi ve etkin sonuçlar alınmasını sağlar.
d. Ücretler sektörel düzeyde belirlenmelidir. Bunun için de sendikaların daha güçlü hale gelmesi gerekir. Bu da üretimin toplumsal işbirliğine dayalı bir ortaklık olduğunu ve herkesin herkese muhtaç olduğu duygusunu ve düşüncesini güçlendirir. Herhangi bir sektörde emeğin her türlüsünün, üretimin hangi aşamasında olduğundan bağımsız olarak değerli olduğu gösterilmiş olur. Böylece sektörel ücret pazarlıkları ücret dağılımında aşırı farkları ortadan kaldırabilir ve dolayısıyla ücret dağılımının daha adil olmasına imkan verebilir.
e. Kamu önemli oranda istihdam alanlarından biridir. Türkiye’de kamu çalışanların toplam
istihdamdaki payı (%12), OECD ortalamasının (%18) altında ve Nordik ülkeler ortalamasının (%27) ise yarısından çok daha az düzeydedir. Bu yüzden, ülkede ciddi bir kamusal istihdam alanı vardır. Fakat burada amaç sadece insanları istihdam etmek olmamalıdır, etkinliğe de dikkat etmelidir. Kamu pekâlâ etkinlik, şeffaflık ve sosyal olma açısından bir istihdam stratejisi yürütebilir. Bunu da özellikle işsiz olma potansiyeli daha yüksek olan kesimlerden başlatabilir.
f. İşsiz kalma sürelerini azaltacak mekanizmalar tasarlanmalıdır. Bunun için iş arama veya
firma-işçi eşleşmelerini daha rasyonel yönetecek mekanizmalar tasarlanmalıdır. İşsizlik maaşı da daha yaygın ve etkin kullanılmalıdır. İşsizlik maaşının işsizliği kalıcı kılma tehlikesi içermesi durumunda ise, bazı Nordik ülkelerinde olduğu gibi, işsizlerin gelen iş tekliflerini kabul etmesini motive edecek şekilde tasarlanmalıdır.
g. Son dönemlerde yaygınlık kazanan çalışma kategorilerine ayrıca odaklanmak gerekir. Sadece işsizliğe odaklanmak bu anlamıyla eksik kalır çünkü çalışmanın niteliği de önemlidir. Özellikle son dönemde artan yarı-zamanlı işler, güvencesiz işler, serbest çalışan (free-lancer) gibi grupların iş güvenlik alanlarını genişletmek ve iyileştirmek gerekir. Yani, işli olarak sınıflandırılan bu grupların da gösterdiği gibi, amaç sadece işsiz olmak değil, çalışmanın güven aralığını genişletmek ve iyi işler üretilmesini sağlamaktır.
h. Kadın emeği başlı başına ilgiyi hak eden bir alandır. Bu hem ülkenin sosyal anlamda
gelişmişliği hem de iktisadi açıdan kırılgan bir grup olan kadınların iktisadi refahlarını
iyileştirmek açısından da önemlidir. Diğer yandan, son dönemde dünya genelinde sürekli
artma eğilimi gösteren genç işsizliği de kritik bir konudur. Firmalar tecrübesiz gençlere yeni
istihdam alanları açmak konusunda isteksizidirler. Bu alanı devlet pekâlâ düzenleyebilir, genç insanlara tecrübe kazandırmak için işe alımlarını kolaylaştıracak daha esnek iş modellerini firmaların önüne koymalıdır, ve hatta buna zorlamalıdır.
i. İşçi ortaklı firmaları teşvik etmek için düzenlemeler yapılabilir. Belli bir ölçeği yakalamaları
durumunda bu tür şirketlere bir takım vergi kolaylıkları sunulabilir.
İktisatçılar genel olarak çalışmayı “eziyet” (disutility) olarak tanımlar. Ben bu kavramı bir tür “yabancılaşma” olarak düşünmüşümdür. Fiili anlamda çok sayıda insan çalıştığı işten
memnun değildir, çalışma gerçek anlamda bir eziyete dönüşmüş durumdadır. Bu yüzden,
çalışma süresi, işin niteliği, güvencesi ve ücret üzerinde daha fazla düşünmemiz gereken
konulardır. İşsiz insanların işli olduklarında bir sorundan diğer bir soruna geçiş yapan
insanlar olarak görmek gerekir. Amaç çalışmaya daha sağlıklı ve mutlu bir nitelik
kazandırmaktır. İşsizliği de yukarıda tanımladığım yöntemlerle çözebileceğimizi
düşünüyorum.
UĞUR GÜRSES- Ekonomist/Yazar
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş’ın Türkiye’de çalışma saatlerinin düşürülmesi önerisine dair Dr. Cem Oyvat’ın yazısı gayet net.
Çalışma saatlerinin kısaltılması önerisi yerinde. Hayata geçmesi için önce birkaç adım atılmalı.
Birincisi, kayıt dışı istihdamın ciddiyetle katı biçimde önlenmesi. 3 milyon kişi yevmiyeli ücretli çalışıyor ve sosyal güvenlik kurumlarına kaydı yok. İş ve çalışma koşullarına dair güvenceleri yok.
İkincisi de fazla çalışma süresi yasal düzenleme ile kısaltılmalıdır. Hali hazırda yıllık 270 saat olan yasal süre, 45 saatlik haftalık cari çalışma sınırı dikkate alınırsa bir işçinin 6 haftalık ilave çalışma yapması demek. Bunun yarıya indirilmesi düşünülmeli.
Üçüncüsü cari koşullarda cari ücretin yüzde 50 fazlası biçiminde olan fazla çalışma saat ücreti iki katı olarak belirlenmelidir.
Dördüncüsü, bu adımlara paralel olarak haftalık çalışma süresi 45 saatten 40 saate düşürülmelidir.
Mevcut iş yasası 2003 yılında çıkarıldı. Neredeyse çeyrek yüzyıllık bir düzenleme. “Ekonomimiz şöyle büyüdü, böyle büyüdü” söylemini seven siyasetçiler, çalışanların büyük bir kitlesini asgari ücret ve civarındaki ücretlerle çalışır hale getirdiler. Orta gelir grubundakiler de yasal bir zorunluluk olmadığı için asgari ücret artışı oranı kadar bir gelir artışı sağlayamadıkları için asgari ücrete yakınsayan bir duruma geldiler.
Dünya refah artışını artık sadece milli gelirle değil, yurttaşlarına insanca yaşam koşullarının sağlanması ile ölçüyor. Ücret kadar, çalışanların kendilerine ve ailelerine zaman ayırıp ayırmadıkları, yaşadıkları mekanların insani koşulları taşıyıp taşımadığı gibi kriterlere de bakılıyor.
Türkiye’de ücretlilerin milli gelirden aldıkları pay azalırken, çalışma koşulları ekonomik dalgalanmaların gölgesinde rehin alınıyor. Küresel ekonomik koşullarda ortaya çıkan çalkantılarda, pandemide, yurtiçindeki istikrarsızlıklarda çalışan kesimlere “işe sahip olmak mı? Ücret ve çalışma koşullarında iyileşme talebi mi?” kıskacı çok belirgin biçimde hissettiriliyor. Kâr ve büyüme iş kesimine kalırken, fedakârlık çalışanlara teklif ediliyor.
Bugün yaklaşan seçimlerde, iktidar adayı parti ya da oluşumların somut seçim vaadi yukarıdaki 4 madde olmalıdır. Verimlilik de istihdam da artacaktır. Yeter ki kararlı bir iktidar olsun.
PROF. DR. ÖMER FARUK ÇOLAK
Çalışma saatleri düşmeli mi? Yanıtım elbette evet. Ancak Türkiye’de bunu mevcut koşullarda yapmak zor. Çünkü işverenler buna hazır değil. Türkiye’de işverenler karlılık oranlarını ve sermaye birikimlerini yukarı çekmek için ücretlerin düşük olmasını (dolayısıyla çalışma saatlerinin yüksek), devletin sürekli destek vermesini ve düşük maliyetli finansman kolaylığı ister. Yani ağzımdan hiç meme eksik olmasın demekte. Bu yapı yıllardır böyle.
Bunun değişmesi zor, çünkü bu mekanizma ile yüksek karlara erişebiliyorlar. Nitekim 2022
yılında ilk altı ayında reel ücretler düşerken şirketlerin ve bankaların karları 6-10 kat oranında arttı. Yapı nasıl tersine çevrilir? Elbette çalışanların mevcut düzene direnmesi ile olur. Ancak Türkiye İşçi sınıfının en yoğun örgütlendiği Kocaeli ve Bursa da oy dağılımına baktığımız da onların da buna niyetli oldukları pek söylenemez. Yine iş “namuslu aydın sınıfına” kalıyor. Daha çok yazacağız, anlatacağız, konuşacağız. Özellikle de iş saatlerindeki azalmanın işgücü verimliliğini artırdığını anlatacağız.
Bunlar da ilginizi çekebilir