Bu koşullarda demokratikleşme dört senet siyasetini gerektiriyor. Muhalefet partilerinin kendi aralarında, kendi tabanlarıyla ve sivil toplumla, iktidar destekçilerine yönelik ve toplumun geneline yönelik yapacakları birer senet… Bundan 10 ya da 20 sene sonra geriye dönüp baktığımızda 2022 yılını nasıl tanımlayacağız? Yüzüncü yılına bir yıl kala Cumhuriyetin herkes için demokrasiyle taçlandırılmaya başlandığı, bu yönde belirleyici adımların atıldığı bir yıl olarak hatırlamamız mümkün olur mu? Peki olacaksa bu nasıl olacak? Yanıtına baktığımızda belirleyici olanların daha çok muhalefetin yapacakları ile ilgili olduğunu görüyoruz. İktidarın elindeki opsiyonlar, yapabilecekleri ve yapamayacakları, niyeti ve vizyonu ortada. Bunların arasında ülkeyi ileriye, umutvar bir geleceğe taşıyabilecek hiçbir şey yok. İktidarın uzun zamandır kendini teslim ettiği yolun sonuçlarının ne olabileceğini de dünyadan ve tarihten örnekler ziyadesiyle gösteriyor. Daha çok olumsuz senaryolar olabileceğini görüyoruz. Ama iktidar çevresinde konumlanmış ekonomik, bürokratik ve siyasal elitlerin, çıkar gruplarının ve seçmen halkalarının önümüzdeki dönemde yapacakları – ve yapmayacakları -- tercihler gidişatı belirlemekte çok önemli olacak. Buna karşı muhalefetin yapacakları konusunda belirsizlik var. Sonuçta geleceğimizi muhalefetin tercih ve eylemleri belirleyecek. Bu belirsizlik riskler kadar fırsatlar da içeriyor. Muhalefet son yıllarda doğru, yaratıcı ve olumlu yönde yaptıklarını ve başardıklarını geliştirebilecek mi? Henüz yapamadıklarını yapıp yanlışlıklarını, zayıflıklarını törpüleyebilecek mi? Asıl sorulması gereken sorular bunlar. İşte hem bu konuda hem de iktidar çevrelerinin tutumlarına yönelik, başta bağımsız ve muhalefet destekçisi medya ve sivil toplum olmak üzere bütün topluma büyük roller düşüyor. Ama önce kısaca iktidarın opsiyonlarına bakalım. SEÇİMLİ STRATEJİLER İktidar 2022 yılında bir baskın seçim yoluna gidebilir mi? Öncelikle aklımızdan hiç çıkarmayalım ki “baskın” seçim olarak ifade ettiğimiz seçim tarzı anti-demokratik bir yöntem ve iktidar geçmişte de bu yöntemi kullandı. Seçmen tercihlerinin özgür, güvenli bir şekilde belirlenemeyeceği bir iklim; muhalefetin eşit şartlarda yarışmasını sağlayacak zaman bırakmamaya yönelik bir yöntem. İktidar bu yöntemi 24 Haziran 2018 ve 1 Kasım 2015’de kullandı. Ama buna karşılık da muhalefetin bu deneyimlerden öğrenmiş olabilme avantajı var. Sonuç olarak burada seçimli stratejiler dediğim stratejiler de anti-demokratik ama birazdan bahsedeceklerim kadar değil. İktidar 2022’de baskın seçime iki koşulda gidebilir. Bunlardan birincisi, son dönemde özelikle ekonomik alanda gerçekleştirdiği asgari ücrete zam, döviz kurlarında aslında MB rezervlerini harcayarak yarattığı ama (dövize endeksli) mevduat politikalarıın sonucu gibi gösterdiği kısıtlı düşüş, memura, emekliye yapacağı zamlar gibi sürdürülebilir olmayan politikalarla belli bir psikolojik rahatlama yaratabilirse seçime gidebilir. Bir diğer koşul ise; iktidar eğer işler daha da kötüye giderse yani daha çok beklemesi halinde veya seçimlerin normal tarihi 2023’ü beklemesi durumunda kazanma şansının daha da azalacağını düşünürse erken seçime gidebilir. Bunu da “olağanüstü tehditler” öne sürerek yapması olası. SEÇİM DIŞI STRATEJİLER Dünyadan ve tarihten örnekler ve iktidarı uzun süredir yönlendiren siyasal akıl ve yolsuzluk ilişkilerine bakarak maalesef böyle bir opsiyonun da çok ciddiye alınması gerektiğini görüyoruz. Ortaya atılan OHAL tartışmaları, bunun yanında son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na ve Ekrem İmamoğlu’na yönelik özel teftiş başlatılması ve bunun iktidarın ortağı olan MHP Lideri Devlet Bahçeli tarafından desteklenmesi… Bütün bunlar iktidarın – ya da iktidar içi bazı odakların -- rakipleri için ne kadar eşitsiz koşullar yaratırsa yaratsın gene de seçimleri kazanamayacağını düşünmesi halinde, tamamen seçim dışı yollarla iktidarda kalmayı deneyebileceğini gösteriyor. Bu durumda zaten kullandığı bazı demokrasi dışı yöntemleri ve yenilerini bu sefer sadece muhalefeti bölmek, zayıflatmak ve kaybettirmek değil; seçimleri iyice anlamsızlaştırmak ve devreden çıkarmak için kullanmaya çalışabilir. Selahattin Demirtaş gibi seçim sonuçlarını değiştirebilecek aktörlerin hapiste olması, 1 Kasım 2015 tekrar seçimleri öncesi ülkede yaratılan korku iklimi, 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL’in iktidarı tahkim etmek için suistimal edilmesi gibi birçok örnek bize bu yöntemlerin zaten uzun süredir kullanıldığını gösteriyor. Bütün bu yöntem ve araçların çok daha yoğun bir şekilde kullanılması yoluyla seçimlerin ertelenmesi ve devreden çıkmasını, yeni bir OHAL’i  arzulayanlar olabilir. Hatta bu sonucun ortaya çıkması; muhalefeti boykota ve radikalleşmeye zorlayarak bizzat muhalefete yaptırılmaya çalışılabilir. Tabii bu stratejiyle seçimli stratejiler bir arada da uygulanabilir. İktidar içinde tek ve tutarlı bir akıl değil günü kurtarmaya yönelik ve birbirine rakip farklı akıl ve korkular var. Ancak hemen ifade edelim ki, seçim dışı taktikler ve yöntem aynı zamanda bir Venezüella senaryosu ve Asya ve Afrika’daki otoriter rejimlerin modeli olarak da tanımlanabilir. Zaten iktidar içinde mevcut belli bir akıl – halk ve muhalefet havlu atsa -- bunu yapabilmek için uzun zamandır nabız yokluyor. Aynı zamanda bu, Cumhuriyetin temel ilke ve kazanımlarını daha da ortadan kaldıran siyasal İslamcı emelleri hayata geçirmek için de bir fırsat olarak değerlendirilecektir. İktidarın böyle bir modele yönelmesi durumunda iktidarın destekçisi olan bürokratik, siyasal ve ekonomik elitlerin ve yine iktidarın destekçisi olan görece ılımlı pragmatik seçmenlerin tavırları çok çok önemli olacak. Onlar bu durumda da partizanlığı, tarafgirliği demokrasinin ve ülkenin geleceğinin önünde tutmaya devam edecekler mi, etmeyecekler mi? Yani aklı selimi ekonomik ve siyasal hırslara ve korkuya mahkum edecekler mi etmeyecekler mi? Nereye kadar? Bu çok önemli olacak. Muhalefetin bu kesimlere vereceği mesajlar çok önemli olacak. Fakat hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin ülkenin geleceğini belirleyecek olan muhalefetin stratejileri ve muhalefetin ne yapacağı olacaktır. MUHALEFET ORTAK HAREKET VE SENET SİYASETİNİ DAHA DA GELİŞTİREBİLECEK Mİ? İçinde bulunduğumuz koşullarda demokratikleşme dört senet siyasetini gerektiriyor.
  1. Muhalefet partilerinin geçiş dönemine yönelik kendi aralarında bir senet.
  2. Muhalefet partilerinin kendi tabanları ve sivil toplumla yapacakları bir senet.
  3. Muhalefetin iktidar destekçilerine yönelik vereceği bir senet ve
  4. Toplumun geneline yönelik vereceği senet.
Bu bir demokratik senet siyaseti olarak adlandırılabilir. Her alınan siyasal destek, belli hedeflere ulaşmak için verilmiş sözler karşılığında olur. Bu desteğin sağlanması için de mutlaka bu geleceğe dair sözlerin yerine getirileceğine dair bir güven ve güvence  gerekir. Bu dört alanda güvenin oluşması muhalefetin mutlaka ortak davranmasını gerektiriyor. Önce ilk üçüne bakalım sonra da dördüncüsüne. (Anlaştıkları konular dahil) farklı yerlerden konuşan ve çok parçalı bir yapı olarak muhalefetin verecekleri sözlerin güvenilir olması mümkün olmuyor. Bir partinin oluşturduğu güveni, diğer bir partinin söylemleri ya da eylemleri ortadan kaldırabiliyor". “Beraber yapabilecekler mi?” sorusunun yanıtı havada kalıyor. Bu güveni sağlamanın yolu ortak davranmaktan geçiyor. Muhalefet partilerinin öncelikle geçiş dönemi programı ve yol haritası konusunda aralarında mutlaka net bir anlaşmaya varmış olmaları ve bunu bir senet haline getirmeleri gerekiyor. Daha sonra bu senedin topluma çok net ve basit bir şekilde anlatılması ve dolayısıyla muhalefeti destekleyecek tabanda güven oluşturması gerekiyor. Öte yandan yukarıda bahsettiğim gibi otoriter senaryonun gerçekleşmemesi için iktidarın çevresindeki görece pragmatik kesimlerin, elit ve seçmen kesimlerinin tavırları çok belirleyici olacak. Bu kesimlerin şu andaki durumlarından hoşnut olmasalar da, muhalefetin iktidarında durumlarının daha da kötüye gitmeyeceğinden, hukuksuz veya adaletsiz bazı uygulamalara maruz kalmayacaklarından emin olmaları gerekiyor. Bu güvenin sağlanabilmesi de ancak muhalefetin kendi arasında anlaşması ve bu konularda, bu kesimlere ve topluma karşı ortak bir dille konuşmasıyla ancak mümkün olabilir. FIRTINALI HAVADA ÜLKEYİ DÜZE ÇIKARACAK YÖNETİM Son olarak muhalefetin toplumun geneliyle oluşturması gereken bir senet var. Türkiye’de yaşananları dünyada yaşananlardan bağımsız bir şekilde okumaya çalışırsak büyük bir hata yapmış oluruz. Dünyanın gerek ekonomik anlamda gerekse güvenlik anlamında birçok belirsizlikle dolu bir döneme girdiğini hatta dahası bu dönemin 20. yy’da iki dünya savaşı arasındaki dönemle önemli benzerlikler taşıdığını unutmamalıyız. Tabii geçmiş yüz yılda yaşanmışlıklardan çıkarılmış dersler de var. En büyük umudumuz da bu. Fakat bu belirsizlik ortamında tüm dünyada geniş kesimler otoriter ve güçlü imajı veren ve çok sesliliği ortadan kaldıran, bu yüzden de en azından ne yapacakları ve ne yapmayacakları konusunda belli bir netlik veren anti demokratik liderlere yöneliyorlar. Bunların karşısında yeterince net bir şekilde ortaya çıkmış demokratik alternatifler yok. Bunu ABD’den Almanya’ya, Polonya’ya birçok ülkede görebiliyoruz. Böyle bir dünya ortamında muhalefetin toplumun geneline de tüm bu küresel riskler karşısında ülkeyi güvenli sularda yüzdürecek bir zindeliğe, netliğe ve gene ortak liderlik kabiliyetine sahip olduğunu göstermesi son derece önemli. Bu küresel koşullara ek olarak ekonomik buhranı ve iktidarın iktidarda kalmak için her türlü haksız uygulamayı devreye sokabileceğini hesaba katarsak.. Türkiye gibi bir ülkenin yönetimine talip olmak: "siz uyurken ben uyumayacağım, esenliğiniz için ekibimle beraber kararlı ve zinde buradayım ve çözüm üreteceğim" demek. Bu yüzden de uzun zamandır önerdiğim gibi muhalefetin ekonomi konusunda, güvenlik konusunda ortak bazı müzakere masaları oluşturması yeterli değil. Kriz dönemlerinde zamanında ve net tepkiler veren; iktidara hazır olduğunu gösteren ortak kriz masaları oluşturması ve “gelişmelerin önünde” ortak açıklamalar yapması son derece önemli. İBB’ye yönelik başlatılan siyasal soruşturmanın hedefi Ekrem İmamoğlu da 2019 seçim gecesi ve tekrar seçime giden dönemi: gelişmelerin arkasında değil önünde yönetmeyi başararak, saat başı ve bir ekiple kamuoyunun karşısına çıkarak halkın güvenini kazanmamış mıydı? Burada en önemli aktörler muhalefet partileri. Ancak sivil toplumun kamuoyunun ve medyanın rolünü de unutmamalıyız. SİVİL TOPLUMA VE KAMUOYUNA DÜŞEN GÖREVLER Demokratikleşmenin başarılı olabilmesi için güçlü bir sivil toplumun gerekliliği uzun samandır bilinen bir olgu. Ancak gözden kaçan, güçlü fakat parçalanmış bir sivil toplumun tam tersine demokratikleşmenin önünde engel olabildiği gerçeği. Nazilerin teslim aldığı Weimar Almanyası bunun en önemli tarhsel örneklerinden. Dolayısıyla sivil toplumun iki konuda çok özenli ve gayretli olması gerekiyor. Birincisi demokrasi, hukuk devleti ve sosyal adalet gibi konularda sivil toplumun da muhalefet partilerinden beklediği oranda bir ortak sesliliği ve ilkeselliği oluşturabilmesi gerekiyor. İkincisi de suni gündemlere karşı bilinçli ve hazırlıklı olması gerekliliği. Muhalefet partileri kadar sivil toplum da iktidarın yönlendirdiği suni gündemlerin değil ülkenin geleceğine dair gerçek gündemi konuşmalı. Bunun olumsuz örneklerini son haftalarda ekonomi alanında yaşadık ve gündem belirleme gücü kısmen muhalefetten iktidara geçti. Gerek (kanaatimce bir iletişim stratejisinden ibaret olan ve nedense! uygulanmaya başlandıktan iki sene sonra açıklanan) “Çin modeli” tartışması olsun, gerekse MB rezervleri harcanarak sağlanan dövizdeki düşüşün başka politikaların sonucu ve bir siyasi başarı gibi sunulması bunun örnekleri. Burada sadece muhalefet değil başta medya sivil topluma düşen, bunların birer safsata olduğunu hiç gecikmeden saptamak olmalıydı. Yani hakikate sahip çıkmak, dezenformasyona teslim olmamak ve kendi sorularını gündemde tutmak. Tabii sonra da iddia edilen politikaların nasıl, neden sürdürülebilir olmayacağını ve alternatif politikaların ne olabileceğini kamuoyuna sunması ve bunları tartışmasını sağlamak olmalı. Oysa gerek akademisyenler gerek medya mensupları ve sivil toplum uzun süre gerçekten bir Çin modeli olabilir mi, olmaz mı gibi suni gündemleri tartıştılar. Keza: içişleri Bakanı’nın TV ekranlarındaki mesela 10 bin dolar alan siyasetçi var açıklaması, Sayıştay raporları, Sedat Peker’in videolarında yer alan ifşaları ya da itirafları karşısında en ufak bir soruşturma açılması için sebep olmazken; İBB koridorlarında bazı insanların konuştukları iddia edilen “bir şeyler” İBB’ye soruşturma açılabiliyona “gerekçe” gösterilebiliyorsa.. Bunu “soruşturma” olarak mı başka bir sıfatla mı tartışmak gerekir? Bir olayı tanımlamak açıklamanın yarısı demektir. Türkiye’de muhalefet anlaştıkları konularda bir araya gelmenin siyasal gücünü anlamak ve kullanmak; kendi gündemini oluşturmak ve kutuplaştırma siyasetine alet olmamak; yeni parti ve isimler yaratmak; uzlaştığı program ve yol planları oluşturmak konularında büyük yol aldı. Toplum havlu atmadı ve demokrasiyi ve refahı hak ediyor. 2022 “o yıl” olarak gelecek kuşaklara emanet edeceğimiz ve kendimizle gurur duyacağımız, buna katkı sunanların ödüllendirildiği ve sevindiği bir “sağlıklı” yeni yıl olsun. Politik Pazar’ın da bu çok sesli ve hayırlı uzlaşmanın gerçekleştiği ve fikirsel temellerine katkı yapan bir alan olmasını canı gönülden diliyorum.