Bosna-Hersek’te sıcaklık 99°. Fokurtuları hali hazırda etrafa sıçrayan suyun taşması veya dinmesi ancak tüm tarafların ‘suyun başını tutabilme’ hayallerinden ortak ve eş zamanlı feragati ile mümkün olabilecektir.  1992 yılında patlak veren Bosna-Hersek’teki iç savaş Yugoslav birliği tezlerinin bir mitostan ibaret olduğunu ortaya çıkarmıştı. Dağılma emareleri göstermesiyle Yugoslavya’dan nispeten çatışmasız ayrılabilen ve üniter yapılarını oluşturmaya odaklanan birliğin başat ülkelerinden Hırvatistan ve Sırbistan için de bu sükûnet dönemi uzun sürmemişti. Zira Bosna-Hersek’in hassas sosyolojik yapısının göz ardı edilmesi, unutulduğu düşünülen düşmanlıkları tekrar canlandırmış ve eski birlik ülkelerini karşı karşıya getirmişti. Totaliter rejimin tepeden inmeci bir anlayışla Yugoslavya’yı oluşturan halklara dayattığı ‘zoraki evliliğin’ böylesine kanlı bir tecrübe ile sona erdiğini görmek savaşın tüm taraflarına ağır bedeller ödetmişti. Bilhassa 1974 Anayasasının günün birinde ayrılıkçı eğilimleri vahşi ve yıkıcı bir kavgaya dönüştürebileceği ihtimali hiç hesaba katılmamıştı. Vicdanların harp çığırtkanlıklarına rehin bırakıldığı bir savaşın zihinlerdeki yaralarını iyileştirmeye dahi fırsat bulamayan Bosna-Hersek için tehlike çanları bir kez daha çalmaya başladı. Din eksenli kimlik ayrışmasının oldukça kırılganlık ve hassasiyet arz ettiği ülkede isyan bayrağını ilk olarak Bosnalı Sırplar çekti. Bir türlü çözüm yolu bulunamayan yönetimsel ve ekonomik krizin de etkisiyle ülke ikinci bir parçalanma sürecine sürüklenebilir. DAYTON: BARIŞ MI ATEŞKES Mİ? Uzak tarihinde imparatorluk yönetimlerine tâbi olması ve yakın tarihinde de totaliter bir geçmişe sahip olması Bosna-Hersek’in demokrasi kültürünü hayli çorak bıraktığı söylenebilir. 1995 yılında imzalanan ve en büyük başarısı silahları ivedilikle susturması olan Dayton Barış Antlaşması bir diğer tabirle ‘günü kurtarmış’ fakat Bosna Hersek’in geleceğine dinamit döşemişti. Alelacele ve özensizce hazırlanan Dayton Antlaşması, her yönüyle Belçika modelinden (consociationalism) esinlenerek çok parlamentolu ve çok anayasalı bir sistem önermişti. Lakin, demokrasiyi derinlemesine özümseyebilmiş toplumlar için bile oldukça karmaşık olan bu sistem savaşın hassasiyetini koruduğu Bosna-Hersek için umut edilen sonuçları doğurmamıştı. Bir diğer deyişle, Dayton Antlaşması’nın ‘kopyala-yapıştır’ biçiminde dikte ettiği bu sistem gelinen noktada Bosna-Hersek için birleştirici bir model olmaktan ziyade ayrılıkları derinleştiren bir hal almıştır.
Alelacele hazırlanan Dayton Barış Antlaşması Bosna Hersek’in geleceğine dinamit döşemişti. Belçika’dan esinlenerek çok parlamentolu - anayasalı bir sistem önermişti. Lakin bu karmaşık sistem Bosna için umut edilen sonuçları doğurmadı.
Müslüman Boşnaklar, Katolik Hırvatlar ve Ortodoks Sırpların 3 ana etnik unsuru teşkil ettiği ve fakat birleşik bir Bosnalı hissiyatının halen tesis edilemediği ülkede bu ayrışık durum merkezi parlamentoya da yansımış ve karar alma mekanizmasını neredeyse işlevsiz hale getirmiştir. Dolayısı ile, aynı dili konuşan ve kültürel olarak birbirlerine oldukça yakınlık gösteren bu üç ana grup arasındaki temel problemin kapsayıcı bir ‘üst Bosna-Hersek kimliğinin’ eksikliği olarak öne çıkmaktadır. Bu sorunsalın bir uzantısı olarak da mikro milliyetçi eğilimlerin zamanla ‘anavatan ile birleşme’ hayallerine kadar uzanan makro milliyetçi genişlemeye alan açması olmuştur. Kaldı ki Bosna Hersek sınırları içerisindeki Hırvat ve Sırp unsurlarının olası bir ayrılık senaryosunda toprakları ile anavatan olarak gördükleri Hırvatistan ve Sırbistan’a katılma arzuları kimsenin reddetmediği ve açıkça dile getirmekten çekinmedikleri bir gerçek. Bu çerçeveden bakıldığında Bosna-Hersek içindeki Sırp Cumhuriyeti’nin Dayton Antlaşması imzalandığı tarihten itibaren uyum bozucu hamlelerde başı çektiğinin altını çizmek gerekmektedir. Özellikle ülke genelindeki yönetimsel ve ekonomik krizin gün geçtikçe derinleşmesi Banjaluka yönetiminin nostaljik ‘Büyük Sırbistan’ ütopyasını bir ‘kurtuluş yolu’ olarak lanse edebilmesine olanak sağlamaktadır. Ancak, mevcut ekonomik sıkıntılara ‘milliyetçi reçete’ yaklaşımında bulunmanın sadece siyasi elitler açısından işlevselliği yüksek bir enstrüman olduğunu da unutmamak gerekmektedir. FİİLİ AYRIŞIM VE RETROSPEKTİF DEVİNİM Bosna-Hersek’te faaliyet gösteren NGO’lardan Union for Sustainable Return paylaştığı son veriler de bu durumu desteklemekte. Buna göre, son 8 yıl içerisinde ekonomik kaygılar sebebiyle çoğunluğunu yüksek eğitimli ve gençlerden oluşan ülkeyi temelli terk edenlerin sayısı 400 bine ulaşmış durumda. Yaklaşık 3 milyon nüfusa sahip olan bir ülke için bu rakamın ürkütücü olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Söz konusu bu ağır sosyo-ekonomik koşulların popülist milliyetçiliğe alan açtığı ve bu buhrandan çıkış yolu adına ‘umut tacirliği’ yaptığını önemle belirtmek gerekiyor. Zira, Milorad Dodik gibi Srebrenitsa soykırımını reddeden ve bunun Batı’nın uydurması olduğunu belirterek ‘nefret’ söylemlerine meşruiyet kazandırmaya çalışan; çeşitli savaş suçlarından aranan eski askerleri gerekirse polis koruması altına alacağını taahhüt ederek söz konusu savaş suçlularını kahraman olarak benimsetme gayretinde olan radikal milliyetçi bir figürün Bosna Hersek Sırp Cumhuriyetinde Başkan olarak seçilmesi bir anlamda malumun ilanı olmuştu. Bu noktada Dayton Antlaşmasının Sırbistan ile Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti arasındaki ‘ayrıcalıklı’ ilişkiyi tanıyan maddesine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Banjaluka ve Belgrad parlamentoları arasında adeta bir ‘siyam ikizi’ sendromu yaratan bu madde genellikle Banjaluka’nın Belgrad’ı siyaseten esir alabildiğini göstermiştir. Özellikle, Banjaluka  
Son 8 yılda ekonomik kaygılarla çoğunluğu yüksek eğitimli ve gençlerden oluşan ülkeyi temelli terk edenlerin sayısı 400 bine ulaşmış durumda. Yaklaşık 3 milyonluk bir ülke için bu rakamın ürkütücü olduğunu belirtmeye gerek bile yok.
Parlamentosundan duyulan ‘Büyük Sırbistan’ naralarının çok geçmeden Belgrad’da yankılanması Sırbistan’ı iç ve dış siyasette kilitleyebilmektedir. Bu gerçekliğin farkında olan Dodik ise ‘Anavatana Dönüş’ sloganına siyasi işlevsellik kazandırarak Belgrad’ı gerekirse ‘sıkıştırma yoluyla’ kendisine destek vermek zorunda bırakabilmektedir. Ancak, Banjaluka’nın Sırbistan’ı siyaseten esir alabilmesinin ve Sırbistan’ı milliyetçi söylem üzerinden seçimsiz bırakabilmesinin Belgrad’daki siyasi elitler arasında pek de hoş karşılanmadığı vurgulamak gerekmektedir. Nitekim, 17 Aralık’ta Banjaluka Parlamentosu’ndan oy çokluğuyla kabul edilen ve Sırp Cumhuriyeti’ni yasal olarak Bosna-Hersek’ten ayırabilecek anayasanın oylama sürecinden hemen önce yaşananlar bu duruma örnek teşkil edebilir. Buna göre, Srebrenitsa soykırımının baş sorumlusu Ratko Mladiç’in Belgrad sokaklarındaki duvarlara çizilen resimleriyle ulusal bir kahraman olarak lanse edilme gayretleri Sırbistan siyasetini ve halkını adeta ikiye böldü. Bir tarafta duvar resimlerinin üzerine beyaz boya fırlatmak için sokaklara çıkan liberal ve sosyal demokrat grupların ve diğer tarafta da resimleri korumak için örgütleşen aşırı sağcı grupların şehrin belli noktalarında karşı karşıya gelmeleri ancak polis müdahalesi ile durdurulabildi. Dolayısı ile 17 Aralık’ta kabul edilen yeni Anayasa’nın getirdiği kriz tırmandırıcı değişiklikler Bosna-Hersek’in geleceği açısından endişe verici gözükmektedir. Paket halinde kabul edilen bu değişiklerin belki de en çarpıcı olanı Bosnalı Sırpların genel vergi sisteminden çıkabilmesi ve ileride ayrı bir Bosna-Sırp ordusu oluşturabilme ihtimalinin belirmesidir. Anayasa değişikliği ile ilgili verdiği beyanatta Sırp Başkan Milorad Dodik sınırları daha da fazla zorlayarak ‘Bosnalı Sırpların bu kararlara destek olması gerektiğini ve Saraybosna merkezi hükümetinde ve devlet organlarında çalışmakta olan Bosnalı Sırpların bu kurumlar ile ilişiğini kesmesini’ tavsiye etti. Yasal bir başkaldırı olarak da nitelenebilecek ve 1992’deki iç savaşa giden yolu hatırlatan bu adımlar ile ilgili görüşlerine başvurduğum Belgrad Güvenlik Politikaları Merkezinin kıdemli Araştırmacılarından Vuk Vuksanovic, Bosna Sırp Cumhuriyeti’nde artan milliyetçi ve ayrılıkçı söylemin Sırbistan Başkanı Vucic için işlevselliği yüksek siyasi bir araç olduğunu ancak kendi hükümeti dahil tüm Sırbistan’ı bir açmaza sürüklediğini belirtti. Vuksanovic’e göre Dayton Antlaşması uyarınca Sırbistan ve Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti arasındaki ‘ayrıcalıklı’ ilişki Belgrad’daki en liberal ve AB yanlısı partilerin bile elini kolunu bağlamakta. Sırbistan halkının neredeyse tamamının nezdinde ‘Bosna Sırpları’ meselesi taviz verilemez bir konu. Lakin, bir taraftan hamisi olduğu Bosnalı Sırpları korumakla yükümlü olan Vucic diğer taraftan da Dodik’in ayrılıkçı söylemi körüklemesi durumunda Avrupa Birliği tarafından ciddi bir baskıya maruz kalabilir. Dolayısı ile bir yandan diplomatik manevralarla Dodik ile arasındaki mesafeyi korumaya çalışan Sırp Başkan Vucic diğer yandan da Bosnalı Sırplara sembolik desteğini devam ettireceğe benziyor. ŞAMPİYONLAR LİGİ Tarihi ve güncel olarak Bosna-Hersek krizinin mütemadiyen uluslararası boyut kazanması karmaşıklığı artıran bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Krizin muhatabı bütün aktörlerin bir ‘uluslararası şampiyonu’ olduğu gerçeği de Bosna-Hersek sorunsalının ancak Şampiyonlar Ligi’nde çözüme kavuşturabileceğine dair güçlü emareler vermektedir. Bu bağlamda, Bosnalı Hırvatların ‘anavatanları’ haricinde ABD, Almanya, Fransa ve İtalya; Bosnalı Sırpların ise Sırbistan ve Rusya; Müslüman Boşnakların ise özellikle Türkiye, Katar, ve Suudi Arabistan gibi bölgesel ve global ölçekte önemli aktörlerin finansal ve askeri desteğini almaları krizin karmaşıklığını gözler önüne sermektedir.
Bosnalı Hırvatların ABD, Almanya, Fransa ve İtalya; Bosnalı Sırpların Sırbistan ve Rusya; Boşnakların ise Türkiye, Katar, ve S. Arabistan gibi aktörlerin finansal ve askeri desteğini almaları krizin karmaşıklığını gözler önüne sermektedir.
Bu tablodan da anlaşılabileceği üzere Batı ile Rusya arasında tırmanmaya devam eden çekişmenin Balkanlar’a da sıçrayabilme ihtimali Bosna-Hersek krizine bir ‘vesayet savaşı’ dinamiği kazandırabilir. Bilhassa, ülkedeki gerilimin daha da şiddetlenmesi Bosna-Hersek krizinin yeni bir Libya, Suriye ve/veya Ukrayna olarak ‘dünya krizler listesine’ eklenmesine neden olabilir. Kaldı ki Bosnalı Hırvatların ve Sırpların ‘hamisi’ olan Sırbistan ve Hırvatistan’ın son yıllarda adı konulmamış bir ‘silahlanma yarışı’ içerisinde olmaları bu ihtimali daha da kuvvetlendirmektedir. Komşu iki ülkenin birbirlerini halen tehdit unsuru olarak algılamaya devam ettikleri ve ‘güvenlik ikilemi’ konsepti üzerinden de değerlendirilebilecek son hamleleri bu durumun açık bir yansıması olabilir. Vuk Vuksanoviç’in konuyla ilgili paylaştığı verilere göre Hırvatistan askeri harcamalarını GSMH’nın yüzde 3 seviyelerine çıkartarak Almanya’dan 12 adet Panzerhaubitze 2000 tank; Fransa’dan 12 adet Rafale savaş uçağı; ABD’den 16 adet Kiowa Warrior savaş helikopteri alımı gerçekleştirirken Sırbistan da buna cevap olarak Rusya’nın ‘adedi açıklanmayan’ MIG-29 savaş uçağı ve MI-35 savaş helikopteri ‘bağışını’ kabul etmiştir. Bosna-Hersek özelindeki bu paradigma bizlere kriz çalışmalarının iç savaş dinamiklerine dair üç temel tanımlamasından devlet içi(intrastate), devletlerarası (interstate) ve uluslararasılaşmış (internationalised) krizlerden çözümü en zor olanının uluslararası aktörlerin müdahil olduğu krizler olduğunu doğrulamaktadır. Bunun en temel sebeplerinden bir tanesi de Bosna-Hersek ve benzeri krizlerin global güçlere etki alanlarını genişletebilme fırsatı sunmasıdır. Lakin, iç savaşın çatışma halinde olan taraflarına ‘dış güçler’ tarafından sağlanan askeri ve finansal destek her iki taraf için siyasi beklentilerin canlı tutulmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum ise hem düşmanlıkların derinleşmesine hem de savaşın uzamasına yol açmaktadır. Dolayısı ile olası bir barış sürecini neredeyse imkânsız kıldığından ‘istikrar bozucu’ etkenlerin de başında gelmektedir. Sonuç olarak, Bosna-Hersek’in mevcut sosyo-ekonomik ve sosyo-politik gerçekleri kantonlar arası silahlı bir çatışma riskini barındırmakla beraber böylesi bir senaryonun engellenebilme ihtimali halen mevcut gözükmektedir. Fiili olarak aralarında herhangi bir ‘birliktelik iradesi’ bulunmayan Boşnak, Sırp ve Hırvat unsurların birbirlerine karşı kimlik üstünlüğü sağlama gayretlerinin herkes için ‘kaybet-kaybet’ sonucu yaratacağına ikna edilmesi tansiyon düşürücü bir adım olabilir. Hiç şüphesiz bu konuda inisiyatif alması gerekenler ise 3 etnik unsurun askeri ve finansal desteğine güvendiği sponsorları, yani Şampiyonlar Ligi aktörleri olacaktır. Bosna-Hersek’te sıcaklık 99°. Fokurtuları hali hazırda etrafa sıçrayan suyun taşması veya dinmesi ancak tüm tarafların ‘suyun başını tutabilme’ hayallerinden ortak ve eş zamanlı feragati ile mümkün olabilecektir.