Manşet

Bitmeyen bir tartışma: Türkiye'nin yeni Anayasa ihtiyacı-1

Abone Ol
1921 Anayasasını önemli kılan üç faktör mevcuttur. İlki, Anayasayı hazırlayan meclisin üye kompozisyonu; ikincisi, savaşın hâkim olduğu süreçte hazırlanmış olması; üçüncüsü modern devlet düzenini kuracak devrimci hükümlere yer vermesi ile esnek ve çerçeve anayasa olmasıdır. 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesinden bu yana Türkiye, çeşitli aralıklarla yeni anayasa ihtiyacını tartışıyor. Bu tartışmalar, kimi zaman sivil toplum kuruluşlarının veya meslek örgütlerinin anayasa çalışmaları neticesinde[1], kimi zaman da siyasi partilerin veya siyasi aktörlerin bu yöndeki teşebbüsleri veya beyanlarıyla alevleniyor. Son aylarda da Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacını kamuoyunun gündemine taşıyan, Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül’ün, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin ve Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın beyanları oldu. Bu yazı dizisinde, sözü geçen siyasi aktörlerin yeni anayasaya ilişkin açıklamalarına kronolojik olarak yer vermek suretiyle bu açıklamaların uygulanabilirliğini değerlendirmeye çalışacağım. Yeni anayasa vurgusu 8 Şubat 2021’de Adalet Bakanı tarafından şu sözlerle ifade edildi: “83 milyonu kuşatan, insan onurunu koruyan, hak ve özgürlükleri teminat altına alan yeni anayasanın yapılacağına olan inancımız tamdır. (…) Bugün 1921 Anayasası'nın ruhuyla, yine cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına girerken yeni bir toplumsal sözleşmeyi, yine Gazi Meclis'imizin, milletimizin iradesiyle yeni Anayasa ile taçlanacağına olan inancımız tamdır.”[2] Sayın Bakanın bu ifadeleri, hükümet çevrelerinin Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Türkiye’ye yeni bir anayasa sunma niyetinde olduklarını, bu yeni anayasanın da 1921 Anayasasından esinlenmek suretiyle hazırlanacağını göstermiştir. Böylece Türkiye, 2021 yılının Şubat ayından itibaren yeni anayasa tartışmalarını 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununa referansla gerçekleştirmiştir. 1921 ANAYASASININ SİYASİ VE TARİHÎ ÖNEMİ Resmî adıyla 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Türkiye’nin siyasi tarihinde özel bir öneme sahiptir. Bu Anayasa, 19 Mayıs 1919’da Kurtuluş Savaşını başlatan Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanmıştır. 1921 Anayasasını siyasi tarihimizde önemli kılan üç faktör mevcuttur. Bunlardan ilki, Anayasayı hazırlayan Büyük Millet Meclisi’nin üye kompozisyonu; ikincisi, Anayasanın Kurtuluş Savaşının hâkim olduğu bir süreçte hazırlanmış olması; nihayet üçüncüsü, Anayasanın modern bir devlet düzenini kuracak devrimci hükümlere yer vermesi ile esnek ve çerçeve bir anayasa olmasıdır.[3] 1921 Anayasasını hazırlayan Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı İntihabat Tebliği gereğince kurulmuştur. Bu tebliğe göre Büyük Millet Meclisi’nde her liva (sancak), nüfusuna bakılmaksızın 5 üye ile temsil edilmiştir. Böylece her sancak, Meclis’te eşit bir temsil gücüne sahip olmuştur. Bu ise Meclis’te siyasal ve sosyal çeşitliliği sağlamıştır. Bu İntihabat Tebliği’ne göre, Büyük Millet Meclisi’nin diğer üyeleri, son Mebusan Meclisi’nin üyeleriyle bu Meclisin Malta’ya sürgüne gönderilmiş üyeleri olmuştur. Bu sayede Büyük Millet Meclisi, çiftçiler, esnaflar, serbest meslek erbabı ve din adamlarının yer aldığı geniş bir sosyal çeşitliliği sergilemiştir. Bu ise 1921 Anayasasını hazırlayan Meclis’i, 1924 Anayasasını hazırlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden, 1961 ve 1982 Anayasalarını hazırlayan kurucu meclislerden üstün kılan bir özelliktir. Gerçekten 1921 Anayasasını hazırlayan Meclis’in üye kompozisyonu, sonraki anayasalarımızı hazırlayan Meclislerin üye kompozisyonlarına kıyasla eşsiz bir çoğulculuğa sahiptir. 1921 Anayasasının bir başka özelliği, bu Anayasanın Kurtuluş Savaşının olağanüstü şartlarında ve bu savaşın ihtiyaçları dikkate alınarak hazırlanmış olmasıdır. Bu, Anayasanın içeriğini de belirleyen önemli bir faktördür. Gerçekten 1921 Anayasası, sadece 23 madde ve 1 ek maddeden oluşan çerçeve bir anayasadır. Bu nedenle Anayasa, temel hak ve hürriyetlere ilişkin herhangi bir hükme yer vermediği gibi yargı fonksiyonuna ilişkin bir düzenlemeyi de içermemektedir. Bu yönüyle düşünüldüğünde 1921 Anayasası, anayasacılığın gerektirdiği gibi devlet gücünü sınırlayan bir metin olmamıştır. Tam aksine 1921 Anayasası, Büyük Millet Meclisi’ne sınırsız yetkiler sunmuştur. Bunun nedeni, Meclis’in bir yandan Kurtuluş Savaşını idare ederken diğer yandan fiilen çökmüş olan imparatorluk yerine modern bir devlet düzenini inşa edecek olmasıdır. Bu fiilî durum, Meclis’in sınırsız yetkilere haiz olmasını gerektirmiştir. Bu nedenle 1921 Anayasasının öngördüğü düzen içinde devlet aygıtının en güçlü unsuru, Büyük Millet Meclisi’dir. Meclis’in üzerinde onu sınırlayacak veya denetleyecek herhangi bir organ veya makam mevcut değildir. Anayasa’nın kısa bir metin olması, elbette onu önemsiz kılmamaktadır. Anayasa’nın 1. maddesi, “Hakimiyet bila kaydü şart milletindir” hükmüne (m. 1) yer vermek suretiyle aslında dolaylı olarak saltanatın ilga edileceğini ima etmiştir. Nitekim saltanat, bu Anayasanın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra 1 Kasım 1922 tarihli bir Meclis kararıyla ilga edilmiştir. Bu, siyasi tarihimiz bakımından devrimci bir yeniliği ifade etmektedir. Böylece meşruiyetini dünyevî esaslardan alan modern bir devlet düzeni kurulmuştur. Haliyle bu belge, ülkemizin modernleşme ve laikleşme sürecinin ilk adımını oluşturmuştur. Öte yandan Anayasa, yasama ve yürütme yetkilerinin Meclis’e ait olduğunu (m. 2), yürütme yetkisinin İcra Vekilleri Heyeti eliyle yerine getirileceğini, İcra Vekilleri Heyeti’nin Meclis tarafından seçileceğini ve gerektiğinde düşürüleceğini (m. 8) belirtmek suretiyle meclis hükümeti modelini benimsemiştir. Meclis hükümetinin önemli bir özelliği, bu sistemde bir devlet başkanlığı makamının olmamasıdır. Nitekim 1921 Anayasası da devlet başkanlığı makamına yer vermemiştir. Ancak Anayasa 9. maddesinde Büyük Millet Meclisi’nin meclis başkanını seçmeye yetkili olduğunu düzenleyerek meclis başkanının aynı zamanda İcra Vekilleri Heyeti’ne de başkanlık edeceğini hükme bağlamıştır. Meclis hükümeti sistemi, yaygın olarak kabul edilen bir model değildir. Daha ziyade olağanüstü koşullarda tercih edilen bir hükümet sistemidir. Nitekim Fransa’nın 1792-1795 yılları arasındaki Konvansiyon Döneminde de kabul edilmiştir.[4] Burada haklı olarak şu soru sorulabilir: Anayasa neden meclis hükümeti sistemini benimsemiştir? Bu sistemin en önemli özelliklerinden biri, Meclis’in, yani yasama organının devletin en güçlü organı olmasıdır; tüm yetkilerin bu organda toplanmasıdır. Nitekim 1921 Anayasası da 3. maddesinde “Türkiye Devleti, Büyük Milleti Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti ‘Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ unvanını taşır.” hükmüne yer vermiştir. Böyle bir hükme yer verilmesinin nedeni açıktır. Çünkü Kurtuluş Savaşı koşullarında Meclis, aslında bu savaşı idare eden organdır. Dolayısıyla böyle bir hükümet modeli, günün koşullarına en uygun olanıdır. Nihayet sadece 23 madde ve 1 ek maddeden oluşan bu Anayasanın önemli bir özelliği, 14 maddesinin yerinden yönetim esaslarına hasredilmesidir (m. 11-23). Bu da Anayasanın ne ölçüde adem-i merkezî bir yapıda olduğunu göstermektedir. Ne var ki anayasanın içerdiği yerinden yönetim kurumları ve mekanizmaları uygulama bulamamıştır.[5] Hemen işaret edelim ki Anayasa’da anayasanın üstünlüğünü düzenleyen bir hüküm yoktur. Bunun sonucu olarak Anayasaya aykırı kanunların kabul edilmesini önleyecek bir mekanizma da mevcut değildir. Böylece Anayasa’ya aykırı kanunlar, anayasa değişikliği olarak kabul edilmiştir. Öte yandan bu belge, katı değil, esnek bir anayasadır. Bu nedenle Anayasa hükümleri, özel bir yöntemle değil, adi kanunların yapımında izlenen yönteme uyularak değiştirilmektedir. Cumhuriyet’in ilanı da 29 Ekim 1923’te adi kanun mahiyetinde olan Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanunun kabul edilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu Kanunun Anayasanın 1. maddesine eklediği hüküm şöyledir: “Türkiye Devleti’nin şekli hükümeti, Cumhuriyettir.” Görüldüğü gibi 1921 Anayasası, Türk siyasi tarihinin en önemli dönüm noktasında kurulan ve günün koşullarında mümkün olduğu ölçüde siyasal ve sosyal çoğulculuk esasına dayanan Birinci Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanmıştır. Bu Anayasayı siyasi tarihimizde önemli kılan asıl faktör ise Anayasanın içerdiği hükümler yoluyla ve 1923’te geçirdiği değişiklikle modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasını sağlamasıdır. Müteakip yazımda günümüzdeki siyasi aktörlerin yeni anayasa söylemlerini 1921 Anayasasına referansla gerçekleştirmelerindeki sebepleri analiz edeceğim. --- [1] Ayrıntılar için bakınız Serap Yazıcı, Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye: Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009. [2] Independent Türkçe, 8 Şubat, 2021, erişim tarihi: 20.10.2021. https://www.indyturk.com/node/312596/siyaset/adalet-bakan%C4%B1-g%C3%BCl-1921-anayasas%C4%B1-her-anlay%C4%B1%C5%9F%C4%B1n-yans%C4%B1d%C4%B1%C4%9F%C4%B1-bir-toplumsal-s%C3%B6zle%C5%9Fme [3] 1921 Anayasasının hazırlanma süreci ile içerdiği hükümler hakkında monografik bir çalışma için bakınız Ergun Özbudun, 1921 Anayasası, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 1992. [4] Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Esasları, Ekin Yayınevi, Bursa, 2017, 9. Baskı, s. 228-229. [5] Bülent Tanör, Osmanlı Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul, YKY, 1999, s. 266.