Arkadaşının salonunda hiç hesap etmediği bir başkasıyla daha karşılaşınca, sohbete ve mahremiyete ilişkin beklentileri ve planları bir anda bozuldu. Hesap edilmemiş bir başka yabancı özne sofada bacak bacak üzerine atmış, kendisine de ilgi gösterilmesini bekliyordu. Gerçek bir yabancı değilim diye düşündü. Aksine, son derece ehlileşmiş, toplumsallaşmış biriyim. Diğerleri toplumsallaşmaya daha yabancı kaldıkları için farklıyız dedi içinden. İdeal olan toplumsallaşmada nezaket, kendi çıkarını geri çekmek, insanlara rahatsızlık vermemek esastır. Ve bunların tümüne uyuyorum ben dedi - ta ki ötekiler anlaşmayı bozana kadar. Onlar da bana bunu borçlular diye düşündü. Ve hiçbiri borcunu ödemiyor. Oysa toplumsal sözleşmeye ben harfiyen uyuyorum. Onlara borcumu ödüyorum ve onlar hiçbir zaman ödemiyorlar. Yabancı ben değilim, dedi; onlar. Benim yabancılığım, yalancı bir yabancılık. Yabani olanlar onlar. Ve herkesin yabaniliği içerisinde ben dışarıda kalıyorum. Her adımda hakkı yenen, rahatsız edilen, mahremiyetine girilen ben oluyorum diye düşündü. Onlardı yabani olanlar, toplumsal sözleşmeye uymayanlar. Onların tümü yok olsundu. Yine de içinden hemen bir sevgi dalgası geçti. Hakkını yemediklerinde onlara bir kez daha borçluymuş gibi hissederdi. Sevgi diye düşündü, birbirinin hakkını yemeyi gözetmeyen kişiler arasında olabilir ancak. Sevgi hakkımızın yenilmemesine verdiğimiz reaksiyondur. Kutsal bir şey değil dedi içinden, bir minnet hissi. Sevgi dedi, bize karşı harekete geçmeyenlere edilen istemsiz bir teşekkür. Ama diye ekledi, belki bazen de istemlidir.

*

Küçük gözleri büyümeye başladı anlattıklarının hevesiyle. Elindeki çatal ve bıçağı unutarak ellerini kollarını anlatısını destekleyecek şekilde savuruyor. Bir yandan da lokmasını çiğnemeye devam ediyor. Kremanın sarıya çalan beyaz yoğun dokusu alt dişlerine yayılırken açılıp kapanan çenesi, minik bir maydanoz parçasıyla kirlenmiş üst dişleriyle bir ayrılıp bir birleşiyor. Uzun uzun hiç tanımadığım bir ailenin alışkanlıklarından, maddi durumundan, amaçlarından bahsediyor, ardından sıra ailenin kahyasına ve ailesine geliyor. Ya çok övüyor ya çok yeriyor. Sansasyonel pek çok geçiş peşi sıra diziliyor. Kendisi karar mercii gibi: herkesi, her şeyi yargılıyor. Daha yemek yerken ağzını kapatamayan bu kimse, kendisinden çok daha itibarlı, donanımlı, mütevazı kişileri yerin dibine sokarken, gerçek hayatta karşılaştıklarında önünde düğme iliklediği bu insanlara verip veriştiriyor. “akılsızlıklarını” analiz ediyor. “Ve” diyor, “o para onların elinde ama ne kazanmayı ne de harcamayı biliyorlar”. Serçe parmağının tırnağıyla maydanozu dişinden söküyor ömründe neredeyse hiç çalışmamış bu "yargıç" salt bu sohbet için dahi olsa kendini koyduğu üstün pozisyonunun tadını çıkarıyor ve devam ediyor: “onlar için tek bir sözüm var, tümü aptallar. Allah da parayı ve şansı hep bu aptallara veriyor...”

*

Arkadaşının salonunda hiç hesap etmediği bir başkasıyla daha karşılaşınca, sohbete ve mahremiyete ilişkin beklentileri ve planları bir anda bozuldu. Hesap edilmemiş bir başka yabancı özne sofada bacak bacak üzerine atmış, kendisine de ilgi gösterilmesini bekliyordu. Ne yapacak diye düşündü; ilk önce alttan alarak bir uzlaşı zemini mi arayacak yoksa hiyerarşik bir sıralama gözeterek kendisini yukarı asmaya mı çalışacak? Beni yukarı koymaya çalışırsa zaten mütevazıyımdır diye düşündü. Arkadaşımla sohbet edecektim, bu beklenmedik üçüncü karar verici, ilgi bekleyici, lafa karışıcı da nereden çıktı dedi. Ve içinden arkadaşını da borçlandırdı; ben olsam onu böyle bir duruma sokmazdım. Arkadaşına baktı, gözlüklerinin ardında saklanan gözleri hafif bir mahcubiyet temsili gibiydi. İçi rahatladı. Evet dedi, istemeden oluşmuş bu durum. Kayıtsızlığından değil, hesapsızlığından. O yüzden mazur görebilirdi rahatlıkla. Fakat yine de sofada bacaklarını uzatmış o üçüncü hala varlığıyla ilişki ağını bozuyordu. Merhaba, nasılsınız dedi, isminizi hep duyarım. Çok memnunum sonunda sizi gördüğüme. Sevgi ve sempati dolu yaklaştım dedi içinden. Şimdi sıra onda. Ver bana hak ettiğim saygı ve sıcaklığı.