Hem kuruluş dönemini ve Cumhuriyet’i korumak hem de bugün o dönemin mağduriyetlerini tanımak ve gidermeye çalışmak mümkün. Eğer bunu gerçekleştirebilirsek sadece Türkiye değil dünya için de hayırlı yani evrensel bir katkı yapmış olacağız. Dün 29 Ekim’di. Cumhuriyetimizin 99. yılı kutlu, idealleri daim olsun. Cumhuriyetimiz birinci yüzyılının sonuna, “ikinci yüzyıl Türkiye’nin yüzyılı olacak” diyen bir iktidar ve “Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşı, gerçek vatanseverlerin, gerçek demokratların iktidarında kutlanacaktır” diyen bir muhalefetle giriyor. Enteresan bir durum. Çünkü iktidarın vaadi gerçekleşebilir, ama ancak muhalefetin vaadi gerçekleşebilirse. Tabii “Türkiye’nin Yüzyılı”ndan kasıt öyle dünyaya hükmetme, ayar verme gibi faşizan ve ne dünyaya ne de bize faydası olacak, keskin sirke küpüne zarar ihtiraslar olmamalı. Cumhuriyet’i tam demokrasi ve her alanda barışla taçlandırmak, sosyal adaletçi ve çevre dostu bir kalkınma modeli ve refah, bu alanlarda mazlum uluslara ilham ve örnek olmak olabilir. Dünyadaki demokrasi, adalet, doğa ve insan haklarına saygılı bir uygarlık gibi beklentilere özgün ve saygın katkılar sunmak, bunu isteyen toplumlarla dayanışma içinde olmak olabilir. Tarihimizle, kimliklerimizle, toprağımızla barışmak, bölgesinde barışın, güvenliğin, demokrasinin lokomotifi olmak olabilir. Bunların Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın liderliğinde olması mümkün değil. Oradaki hayaller sınırlarına ulaşıp kendi kendini zehirlemeye başlayalı çok oldu. Yeni bir hikâyenin gelişebileceği tek yer muhalefet ve yeni bir yönetim altında toplumun kendisi. Yeni bir başarı hikâyesi üretmek için Cumhuriyet’e gözümüz gibi sahip çıkmak ama onu geliştirebilmek ve eksiklerini kapatabilmek için de eleştiri ve sorgulamadan geri kalmamak gerekiyor.
Uygulamaları eleştirebiliriz ama ideallerin de hakkını vermek zorundayız, çünkü bu idealler bugün de çoğu yerde daha iyi bir toplum ve cumhuriyet kurmak isterken dayanağımız ve referansımız. Örneğin benim için Cumhuriyet her şeyden önce kimsenin yönetme ayrıcalığını ilelebet kendinde görememesi anlamına geliyor. Çünkü egemenlik cumhura ait. Hiçbir kişi, aile, parti, ideoloji veya zümreye değil.
Ancak gerek toplumda gerekse entelektüel dünyamızda güçlü iki tutum var ki, hem fikirsel açıdan yetersiz hem de duygusal olgunluktan uzak. Bunlardan olumlu bir sonuç çıkması çok zor:
  • Cumhuriyet’e ergence bir tepkisellik içinde tümden karşı çıkmak. Aslında modernite, ulus-devlet, devrimcilik, sekülerizm gibi tüm modern dünyaya damgasını vurmuş ve dolayısıyla bizde de (bir modernleşme projesi olarak) Cumhuriyet’i şekillendirmiş olan olgulara yöneltilmesi gereken meşru eleştirileri, münhasıran (büyük harfle) Cumhuriyet’e yönetmek. Eğer Cumhuriyet kurulmasa ve devrimler yapılmasa Kürt Sorunu’ndan Alevilerin, Müslüman olmayanların ve dindarların sorunlarına kadar birçok sorun olmazdı (karşı-olgusal) yanılgısına kapılmak.
  • Cumhuriyet’in kuruluş döneminde yapılanlar konusunda her türlü eleştiri ve sorgulamaya kapalı olmak. Kuruluş döneminde geçerli olan iç ve dış siyasal koşulların etkisi altında uygulanmış olan politikaların ve fikirsel tezlerin hiçbir alternatifi olmuş olamayacağını iddia etmek. Dahası aynı politikaların ve olayları yorumlayış biçimlerinin, çok farklı siyasal, maddi ve düşünsel koşullar altında bugün de doğru ve geçerli olması gerektiğine inanmak.
Bu iki tavır hiç kuşkusuz birbirini körüklüyor ve meşrulaştırıyor. Cumhuriyet’i doğru ve dengeli yorumlamak nasıl mümkün olur? Ancak karşılaştırmalı, küresel ve dengeli bir perspektif ile. Cumhuriyet her şeyden önce kendi çağına özgü ve sadece bizde takip edilmemiş olan bir dizi ideali temsil ediyor. Eşitlik, özgürlük, kendi kaderini tayin, imtiyazsız bir toplum, otantisite, evrensellik, kamu yararına çalışan bir devlet, vatandaşlık bilinci, bağımsızlık gibi. Uygulamaları eleştirebiliriz ama ideallerin de hakkını vermek zorundayız, çünkü bu idealler bugün de çoğu yerde daha iyi bir toplum ve cumhuriyet kurmak isterken dayanağımız ve referansımız. Örneğin benim için Cumhuriyet her şeyden önce kimsenin yönetme ayrıcalığını ilelebet kendinde görememesi anlamına geliyor. Çünkü egemenlik cumhura ait. Hiçbir kişi, aile, parti, ideoloji veya zümreye değil. Ve bir cumhuriyette halkın seçimiyle devleti belli bir süre yönetmek olur ama hükmetmek olamaz. Uzun zamandır kendisini “sürekli iktidar” olarak görmeye başlamış olan mevcut otoriter ve yolsuzlukların esiri olmuş Cumhur İttifakı iktidarından bu idealler ve ilkeler olmadan kurtulmamız mümkün mü? Ama Cumhur İttifakı gidince de hiçbir şey kendiliğinden veya AKP öncesine dönerek güllük gülistanlık olmayacak. İdeal bir cumhuriyette hiçbir kapı veya makam, bazı vatandaşlara kimliğinden veya düşüncelerinden dolayı, liyakat ve hakkaniyet dışı kriterlerle kapatılamaz. Bu konuda ne din ne gelenek ne de etnik milliyetçilik istisna talep edebilir. Yani sadece saltanat değil etnik Türklük ve Kürtlük kadar Sünni Müslümanlık da egemenliğin kaynağı olamaz. Eşit vatandaşlar arasında birilerinin diğerlerine göre kendini ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmesi kabul edilemez. Dolayısıyla Aleviler, Kürtler, kadınlar, yoksullar, Müslüman olmayanlar, gerçekten fırsat eşitliğine nasıl kavuşur, okuldan iş dünyasına liyakat ve hakkaniyet nasıl egemen olur gibi soruları sormadan, tüm bunları verilere ve olgulara göre tartışamadan Cumhuriyet’i gerçekleştirmek de payidar kılmak da mümkün olmaz.
Cumhuriyet cumhurun egemenliği ve kendi kaderini kendi tayin etme hakkıysa eğer, bugün cumhuriyet olmak, başta münevverleri olmak üzere cumhurun muhalefete sahip çıkmasından ve tam demokrasiye götürecek bir ittifaka ve yol planına desteğinden geçiyor.
Yani Cumhuriyete ve büyük kazanımlarına sonuna kadar sahip çıkmalıyız. Ama ideallerini hayata geçirebilmek için de eleştirel ve sorgulayıcı olmak zorundayız. Öte yandan Cumhuriyet ve kuruluş dönemi, her radikal dönüşüm gibi sancılı gerçekleşmiş ve bedeller ve mağdurlar yaratmış bir devrim dönemine karşılık geliyor. Meksika’dan Rusya’ya ve Fransa’ya mağdur yaratmamış bir devrim yok. Devrim demek zaten bazı idealler uğruna zorla ve hızla bir şeyleri dönüştürmeye çalışmak anlamına geliyor. Demek ki hem kuruluş dönemini ve Cumhuriyet’i korumak hem de bugün o dönemin mağduriyetlerini tanımak ve gidermeye çalışmak mümkün. Eğer bunu gerçekleştirebilirsek sadece Türkiye değil dünya için de hayırlı yani evrensel bir katkı yapmış olacağız. 21. Yüzyıl’a özgü bir otoriterleşmeden kendini yenileyerek kurtulabilen ilk demokrasilerden biri olacağız. Peki iki gün önce AKP’nin açıkladığı Türkiye’nin Yüzyılı vizyonu hakkında ne söylenebilir? Ben Adalet ve Kalkınma Partisi’nin laiklik, demokrasi, adalet ve dünya düzeni gibi konulardaki vizyon ve iddialarını daha en başından sorunlu olmuş olduğunu düşünenlerdenim. Bunu da akademik çalışmalarımda elimden geldiğince nesnel ve adil bir biçimde gösterdim. Ama 2002 yılında iktidara geldiğinde AKP’nin, Cumhuriyet’in eksikliklerini ifade eden, demokratikleşmeye hizmet etme potansiyeli olan ve dünyaya da anlamlı, özgün ve evrensel mesajlar veren bir “söz”ü – ne kadar içtenlikle özümsediği, benimsediği ve eyleme geçirecek hazırlığı olduğu tartışmalı da olsa -- vardı. Geçen gün açıklanan vizyon ise bu sözün tamamen bittiğini bir kere daha kanıtlıyor. AKP iktidarları mevcut eksik, ama yine de temel bazı doğrulara ve evrensel ideallere dayanan, birleştirici gücü olan Cumhuriyet anlatılarımızın sürekli altını oydu; ama yerlerine de yenilerini koyamadı. Kendi adına belki de en büyük başarısızlığı bu oldu. Daha en baştan “bizimkiler” olarak anladığı “biz”i aşamadı, “AKP Türkiye’si” gerçekten kapsayıcı bir Türkiye olmak şöyle dursun gitgide daha dar ve içi boş bir Türkiye idealine dönüştü. Cumhuriyet cumhurun egemenliği ve kendi kaderini kendi tayin etme hakkıysa eğer, bugün cumhuriyet olmak, başta münevverleri olmak üzere cumhurun muhalefete sahip çıkmasından ve tam demokrasiye götürecek bir ittifaka ve yol planına desteğinden geçiyor. Eğer muhalefet liderlik, güç paylaşımı, program ve yol planı meselelerini halledebilirse ve kendi hırslarını ve toplumsal beklentileri iyi yönetebilirse, yeni ve muştulu bir yola girmemiz mümkün. Çok ama çok heyecanlı ama bir o kadar da temkinli olmamız gereken bir dönemdeyiz.