Başkalarının seçimlerinden öğrenmek
Mevcut rejim ve iktidara alternatif olarak, salt ortak ittifak adayı etrafında değil, tüm partilerin de mutlaka açıkça dahil olması ile “ortak ve güçlü Türkiye” fotoğrafında buluşulması şart.
Türkiye’de aklı başındaki tüm yurttaşlar ülkesi ve kendileri için üzülüyorlar. İktidarın artık zarar verdiği konusunda tereddütsüz, muhalefetin mutlaka daha etkin olması için çırpınıyorlar. Çünkü kötü gidişatın düzelmesinin, toplumun “kurtuluşunun” ancak güçlü bir yeni yönetim ile olanaklı olacağına inanıyorlar.
Bugün de madem ki muhalefet ülkenin ve kendinin geçmiş siyasi yaşantılarından yeterince ders almıyor, hiç değilse başka ülkelerdeki seçim deneyimlerine bakarak öğrenmeli diye uyarıyorlar.
BAŞKALARININ SEÇİMLERİ
Artık demokratik altyapısı zayıf ülkelerde, popülist ve otokratik liderleri koltuktan ancak muhalefet partilerinin ittifaklarıyla indirmenin olası olduğu konusu geçen Yaz yine gündem olmuş idi.
Yani İsrail seçimleri sonrası, Benjamin Netanyahu’nun 12 yıllık “iktidarı devrildiğinde”. Sekiz partili karışık bir ittifakla Yamina lideri aşırı sağcı Naftali Bennett’in başbakanlığında hükümet kurulduğu zaman. Fakat bugün aynı partiden Idit Silman istifa edince, iktidar ve muhalefet partilerinin parlamentodaki sandalye sayıları “bıçak sırtında” eşitlendi.
Yıl sonunda Şili’deki seçimlerde Gabriel Boric seçimin galibi çıkınca, bizdeki (Sol?) muhalefet de kendisi için umutlanmış idi. Fakat hatırlamak gerekirse, 35 yaşındaki Boric sosyal haklara sahip çıkacağına ve doğayı katleden madencilik girişimleriyle mücadele edeceğine halkı ikna ederek zar zor kazanmıştı. O da daha çok özgürlükçü demokrat genç oylarını almak suretiyle olmuştu.
Bu hafta ise Macaristan’daki seçimlerde, kendisi de ilk kez 35 yaşındayken, 1998’de başbakan olmuş olan Orban kazandı. Geçen onca zaman zarfında Sovyet karşıtlığı ve Soros dostluğundan tam tersine evrilen Orban’ın zaferi sonrasında, bizde de bazıları ümitsizliğe kapıldı. Bazıları da pek bir keyiflendi tabii.
Çünkü iktidardaki Putinci Orban’ın karşısına bizdeki gibi altı partili muhalefet ittifakının ortak adayı olarak Peter Marki-Zay çıkarılmış idi. Muhalefetin bu muhafazakâr adayı, ön seçimlerde sol partilerden Demokratik Koalisyon’un adayı Klara Dobrev’le yarışmıştı. Hiç bir parti üyeliği olmayan, mühendis ve tarih öğretmeni Zay’ın adaylığı Ekim ortasında filan belli olmuştu. Sonuçta ırkçı ve milliyetçi Orban iktidar koltuğuna dördüncü kez oturdu.
Dolayısıyla bizde de yine Türkiye için öğrenilmesi gerekenler konusu hararetle gündeme oturdu. O halde, biz de biraz soralım bakalım “Neleri öğrenmeli?”, “Kimler nelerden sorumlu?” “Neler yapılmamalı ve yapılmalı?” gibi soruları.
NELERİ ÖĞRENMELİ
Macaristan ve Türkiye karşılaştırmaları bir saman alevi gibi parlayan medyatik tartışmalarda son bir kaç gün içinde yeterince yapıldı bile zaten. Kopyacı, gecikmeli veya artçı yorumlar da halen benzeyen ve benzemeyen muhtelif durumlara dikkat çekiyorlar.
Elbette başka ülkelerin seçimlerinden ve toplumsal dönüşüm süreçlerinden öğrenilebilir. Öğrenilmeli de. Yapılabilecek doğru çıkarsamalar, analitik soyutlamalar, toplumsal dinamiklere ve yerelin somut gerçeklerine dikkatli ve titiz alımlamalar ve yorumlamalar yararlı olabilir.
Gel gelelim, yapılanlar ve ne yazık ki genellikle olduğu gibi, pek de öyle olmuyor. Sonuç olarak ortalıkta yine toz dumandan ve ciddi bir kakofoniden geçilmiyor.
Kaldı ki, bu türden dış örneklerle karşılılık geçerliği olmayan karışık kıyaslamalar son derece yanıltıcı da olabilir. Özellikle de seçim sonuçlandıktan sonraki, retrospektif yani geriye dönük rasyonalizasyonlar yanlış veya gelecek için arzu dolu projeksiyonlar olabilir.
O bakımdan, sıcak ve uçucu bazı ayrıntılara girmeksizin, Türkiye’nin öğrenmesi gereken önemsediğim bir kaç genel noktanın altını çizeyim. Daha doğrusu, daha önce de çeşitli vesilelerle değinmiş olduğum bazı temel hususları açıkça vurgulayayım.
KAMUOYU ANKETLERİ
Örneğin, Orban’ın kamuoyu yoklamalarının son zamanlara kadar sadece 2-3 puan önde göstermesine rağmen büyük farkla kazanması taraftarlarına bile sürpriz oldu. Türkiye’de ise bu seçim anketleri meselenin işin bilimsel yöntem ve ahlak yanları başta olmak üzere, zaten uzun zamandır bir istismar konusu olduğunun öğrenilmesi önemli.
Bunların işin inceliklerini, yordamların ve yorumlamaların sınırlarını bilerek veya bilmeyerek ve etkilerinin özel veya tüzel kişilerin niyet, kasıt veya siyasi tercihlerinden bağımsız olması konusu ise bu bağlamda önemsiz.
Özellikle son bir senedir ve hiç bir bilimsel dayanağı ve sağlam mantıki gerekçesi olmayan veya vasat popülist eğilimlerle aday isimleri ile ve “bu Pazar seçim olsa…”, vb sık sık nabız yoklamaları yapılıyor. “Araştırmanın künyesi” adı altında adet yerini bulsun diye, yani göstermelik olarak kamuyla paylaşılanlar ise son derece yetersiz, hatta gülünç.
Sonuçta, zaten bu konularda sapla samanı bir türlü ayırt edemeyen toplum bunların yarattığı medyatik gürültüden aşırı yorgun. Her seferinde türlü siyasi manipülatif ve uçuk spekülatif yorumlardan seçmenlerin kafası adamakıllı karışık.
Bütün bunlar yüksek seçime katılım oranlarıyla övünen bu ülkede de sadece başka bazı ciddi sürprizlere yol açabilir: Her şeyden önce “karasızları” ve “protestocuları” çoğaltır. Siyasetten zaten çoktan soğumuş, siyasetçiye güveni kalmamış veya yeni seçmeni sandıktan soğutur.
Sandığa giden kızgın seçmenlerin sandık başında bile, muhtelif “anlık”, “irrasyonel” veya “bilinçsiz” tercihlerine yol açar. Yani tepkisel ve rastgele oy vermeleri olağandır. Bazı oy kullananlar ise, hatta salt sorumluluk almamak adına bile, aşina ve alışmış olduğu iktidarı, bilinmeyen veya kendi beklentilerini seçim öncesinde boşa çıkarmış, düş kırıklığına uğratmış muhalefete yeğlerler.
Yani her türlü “rasyonel” bilinene, örneğin, yüksek enflasyona, aşsızlığa, barınaksızlığa, işsizliğe, ahlaksızlığa, mutsuzluğa, vs rağmen böyle davranır. Dolayısıyla da seçim sonucu tüm bu olası durumların “sadık seçmenlerin ve kemik tabanların” oylarına eklenmesi ile belirlenecek demektir.
SEÇMEN PSİKOLOJİSİ
Zira, özel olarak seçmen veya genel olarak siyaset ve toplum psikolojisi konusundaki klasik bilgiler bir asırdır değişmedi. Yani yeni “bilgi” eklenmedi. Çekici kapaklı politik psikoloji kitapları ve muhtelif ülkelerde “taze veriler” ile tekrarlanan sayısız görgül makaleler sadece giderek canavarlaşan yayın endüstrisinin sürdürülmesine, akademik anaakım çarklarının döndürülmesine ve tabii dev kapitalin azmanlaşmasına yaradı.
Dolayısı ile, demokrasi ve demokratik toplum için önemli ve gerekli olan seçmenin psikolojisini bozmak veya algılarını manipüle etmek değil. Lider siyasetçilerin spekülatif kişilik analizlerini yapmak da değil. Hele onları veya kendini cahil ve çaresiz olduğu belletilmiş halkı, “bilimsel üstünlük” taslayarak yönlendirmeye çalışmak hiç değil:
- Her şeyden önce önemli ve çok daha gerekli olan seçim ortamını demokratik iklim ve koşullara getirmek.
- Mevcut bilgileri yetkinlik ve dürüstlükle kullanabilmek.
- Onlar ışığında toplumun kolektif öznesini iyi anlamak ve doğru geliştirmek.
- Seçmenin bilinçlenmesini kolaylaştırmak.
- İnsanların doğru bilgilere ulaşmasını şeffaflıkla sağlamak.
- Kendi taleplerini özgürce ifade edebileceği, yönetime katılabileceği ve özgür iradesiyle seçimini yapabileceği olanakları hazırlamak.
Kısacası, toplumdaki demokratik seçim ortamını sağlamak sandık güvenliği, mükerrer veya başkasının yerine oy kullanma, oy sayım ve dökümlerinde hile yapma gibi sürekli olarak gündemde tutulan konularından ibaret değildir.
KİMLER NE YAPMAMALI VE YAPMALI
Fakat, muhalefetteki partiler ve medya yasadaki seçim barajı ve diğer düzenlemeler ile ittifak genişletme veya dağıtma olasılıklarının derdine düştüler.
Eski, iktidarı eleştirme veya kayırma alışkanlıklarını sürdürüp, sandık, aday ve TBMM’de sandalye kapmaktan başka bir şey düşünemez oldular.
Temsili demokrasinin araçlarının bu kadar ulu orta manipüle edildiği ve popülist siyaset taktiklerinin sergilendiği bir seçim ortamında, demokrasinin veya onu tesis etme iddiasındaki muhalefetin kazanma olasılığı da giderek düşer.
İktidara “güvensizlik oyu” verilmesi, yani nüfusun çoğunluğunun neyi istemediğini bilmesi, kime “güven oyu” vereceğini bildiği anlamına gelmez.
Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı makamına muhalefetteki ittifakların adayının oturması sorunların ivedilikle çözülmesi ve iyileşilmesi için asla yetmez.
Zaten sıklıkla “beş benzemez” diye betimlenen altı partinin, “ana muhalefet” partisi CHP’ni de Sağ’a çekerek, popülist muhafazakârlıkta aşırı benzeştiği gerçeğini de gizlemez. Kaldı ki açık ve bağlayıcı bir ittifakları da yok.
Yapılması gereken en temel belirleyici şudur: Türkiye’de demokratik dengenin ve demokratik (seçim) ikliminin sağlanması. Yani salt TBMM’de sandalye hesapları ile değil, geniş toplumsal tabanda temsiliyetin gözetilmesi.
Dolayısıyla, mevcut rejim ve iktidara alternatif olarak ve asla salt ortak aday etrafında “dereyi geçmek” için saklı, gizli stratejik müzakerelerle değil; Solda konumlanmış partilerin de mutlaka açıkça dahil olması ile “ortak ve güçlü Türkiye” fotoğrafında buluşulması.
Toplum siyasetten hipokrasi değil, dürüstlük ve şeffaf “gerçek” ve “doğrudan demokrasi” bekliyor!
Yorumlar
Popüler Haberler
İstanbul'da üç eğlence merkezi kalıcı olarak kapandı
Milli Piyango sonuçları açıklandı
'Sarallar' operasyonu: Nadir Metal'in CEO'su Burak Yakın ile 'ünlülerin kebapçısı' Fikret Aydoğdu tutuklandı
TELE1, sunucusunun 'Ferdi Tayfur çıkışı' için özür diledi
Ferdi Tayfur hayatını kaybetti
Kabine kulisi: 'Yeri sağlam' görülen ve 'gidici' gözüyle bakılan isimler