Basında sansür yasası, sadece torba kanun niteliği taşıdığı için değil; aynı zamanda 29. maddesinin içerdiği müphem ve muğlak kavramlar nedeniyle de hukuk devletinin uzantısı olan devlete ve hukuka güven ilkesiyle belirlilik ilkesini ihlâl etmektedir.
Resmi adı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun olan, kısaca
Dezenformasyon Yasası ve Basında Sansür Yasası olarak adlandırılan Kanun, 13 Ekim 2022’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi. Kanunun önemli özelliklerinden biri, yürürlükteki çeşitli kanunlar üzerinde değişiklik yapmasıdır. Bu yönüyle Kanun, torba kanun niteliği taşımaktadır.
Torba kanun ise evvelce belirttiğim gibi
[1] Anayasamızın 2. maddesinin içerdiği hukuk devletinin unsurlarından olan hukuka güven ve “hukuk kurallarının belirliliği” ilkelerine aykırılık oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi de yerleşik içtihatlarında bu ilkeleri hukuk devletinin unsurları arasında değerlendirmiştir. Mahkemeye göre, “Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “
belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye ne tür müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B. No: 2013/849, 15/4/2013, § 34).” (B. No. 2013/3063, 26.6.2014, para. 41, 42).
Basında Sansür Yasası, sadece torba kanun niteliği taşıdığı için değil; aynı zamanda 29. maddesinin içerdiği müphem ve muğlak kavramlar nedeniyle de hukuk devletinin uzantısı olan devlete ve hukuka güven ilkesiyle belirlilik ilkesini ihlâl etmektedir. Çünkü Kanunun 29. maddesi, bir fiilin suç oluşturup oluşturmadığı konusunda kamu makamlarına çok geniş takdir yetkisi sunmaktadır. Önceki yazılarımda işaret ettiğim gibi bu hüküm, bireyler yönünden hangi tür düşünce açıklamalarının bu madde kapsamında suç kabul edileceği konusunda ciddi bir belirsizliğe yol açacaktır. 29. madde, adeta tüm toplumu susturmak için formüle edilmiş bir içeriğe sahiptir. Madde şöyledir:
“(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
Kanun teklifinin Adalet Komisyonu’nda görüşüldüğü 15 Haziran 2022’de Yargıtay 8. Daire Üyesi İhsan Baştürk’ün açıklamaları da bu hükmün hukuk devletinin içerdiği belirlilik ilkesini ihlâl ettiğini göstermektedir. Sayın Baştürk’ün açıklamalarının bir kısmı şöyledir: “Teklif metninin yasalaşması hâlinde olası suça bakmak bizim Dairemizin görev alanında olacak. (…) “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” hem Anayasa’mızda, hem de ceza kanunlarında vurgulanan temel hak ve hürriyetlere ilişkin çok önemli bir maddedir. Bu madde bir taraftan bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alırken diğer taraftan “hukuki güvenlik ilkesi”ni, bireylerin serbestçe, özgürce hukuk devletinde, toplum içinde kendilerini ifade edebilmelerine imkân tanımaktadır. (…) bu ilke sayesindedir ki bireyler hangi fiillerin suç oluşturduğunu ve cezasının ne olduğunu bilebilecek duruma kavuşurlar. Böylelikle, davranışlarının sınırlarını bilebilirler ve bu sınırlar dışına çıkan davranışlarının suç olduğunu bilebilecek durumda olurlar.
Bu bağlamda, kanunilik ilkesinin en önemli unsurlarından biri “kıyas yasağı” yanında “belirlilik ilkesi”dir. Yani hangi fiilin suç olarak tanımlandığının açık ve net şekilde, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde belirlenmesi. (…) Anayasa Mahkemesi de kararlarında belirlilik ilkesine sıklıkla vurgulama yapmaktadır ve gerek Türk Ceza Kanunu’na, gerekse özel ceza kanunlarımıza baktığımızda Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen, iptal gerekçesi olarak en sık başvurulan ilkelerden biri belirlilik ilkesi, kanunilik ilkesidir.”
[2] Bu açıklamalar, Kanunun 29. maddesinin hukuk devleti kavramıyla bu kavramın içerdiği devlete ve hukuka güven ve belirlilik ilkeleriyle bağdaşmadığını, bir Yüksek Mahkeme hâkiminin birikim ve tecrübeleriyle ortaya koymaktadır. Öte yandan bu açıklamalar, yürürlüğe girmesi halinde Kanunun 29. maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilebileceğini düşündürmektedir.
Önceki yazılarımda
[3] Kanunun 29. maddesinin anayasaya aykırılığının çeşitli boyutlarına ayrıntısıyla yer verdiğim için bu yazımda Kanunun yürürlüğe girme sürecini, bu süreçte yer alan Cumhurbaşkanının yetkilerini ve anayasa yargısının rolünün ne olabileceğini vurgulayacağım. Ardından Kanunun 29. maddesinin bu biçimiyle yürürlüğe girmesi halinde basın mensupları, kamuoyu önderleri, siyasi partilerin temsilcileri, sivil toplum aktörleri, bilim insanları ve sosyal medya kullanıcılarının hayatları üzerinde doğurması muhtemel hukukî sonuçların ne olduğuna değineceğim.
KANUNUN YÜRÜRLÜĞE GİRME SÜRECİ VE CUMHURBAŞKANININ YETKİLERİ
Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri tarafından 26 Mayıs 2022’de TBMM’ye sunulan Basında Sansür Yasasının görüşmeleri, Adalet Komisyonu ile Dijital Mecralar Komisyonlarında yaz aylarında tamamlanmıştı. Teklif, TBMM’nin yeni yasama dönemine başlamasının hemen ardından Genel Kurul’da oya sunularak 13 Ekim 2022’de kabul edildi.
TBMM’de kabul edilen Kanun, Anayasamızın 89. maddesinin ilk fıkrası gereğince diğer kanunlar gibi Cumhurbaşkanının imzasına sunulacaktır. Bu fıkra şöyledir:
“Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen kanunları onbeş gün içinde yayımlar.”
Maddenin 2. fıkrası ise Cumhurbaşkanına yayımlamayı uygun görmediği kanunları bir kez daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade yetkisini düzenlemektedir. Bu hüküm şöyledir: Cumhurbaşkanı
“Yayımlanmasını kısmen veya tamamen uygun bulmadığı kanunları, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir. Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir.”
Bu iki fıkrayı birlikte değerlendirdiğimizde 13 Ekim’de TBMM’de kabul edilen Basında Sansür Yasası üzerinde Cumhurbaşkanının üç yetkisinin olduğu görülmektedir.
- Cumhurbaşkanı, kanunun tamamının TBMM’de kabul edildiği biçimiyle yayımlanmasını uygun görebilir. Böylece kanunu, kendisine sunulmasından itibaren on beş gün içinde imzalayarak yayımlanması emrini verir. Kanun Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girer.
- Cumhurbaşkanı, kanunun tamamının veya çeşitli maddelerinin yayımlanmasını uygun görmeyebilir. Böylece kanunun tamamının veya yayımlanmasını uygun görmediği hükümlerinin tekrar görüşülmesini sağlamak üzere metni TBMM’ye iade eder.
Eğer Cumhurbaşkanı kanunun belli hükümlerinin yayımlanmasını uygun görmemiş ve sadece bu hükümlerinin tekrar görüşülmesini talep etmişse TBMM, sadece yayımlanması uygun olmayan hükümleri yeniden görüşecektir. Ancak kanunun tamamının yayımlanması, TBMM’nin iade edilen metni Anayasanın aradığı çoğunlukla kabul etmesinden sonra gerçekleşebilecektir.
Anayasamızın ilk metni, Cumhurbaşkanının herhangi bir kanunu kısmen veya tamamen TBMM’ye iade etmesi halinde Meclis’in iade edilen metni Anayasanın “Toplantı ve Karar Yeter Sayısı”nı düzenleyen 96. maddesi gereğince basit çoğunlukla kabul edebileceği hükmüne yer vermekteydi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişi sağlayan 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte, Cumhurbaşkanının kanunların yayımlanması sürecinde evvelce sahip olduğu basit imza yetkisi, veto yetkisine dönüşmüştür. Anayasamızın 89. maddesinin 21 Ocak 2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası şöyledir:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu üye tamsayısının salt çoğunluğuyla aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır; Meclis, geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar Meclise geri gönderebilir.” Görüldüğü gibi, TBMM’nin tekrar görüşülmek üzere kendisine iade edilen kanunları kabul edebilmesi için aranan yeter sayı, üye tamsayısının salt çoğunluğu olarak düzenlenmiştir. Bu, Cumhurbaşkanının imzasına sunulmadan önce basit çoğunlukla kabul edilen bir kanunun iade üzerine ancak 301 milletvekilinin oyuyla kabul edilebileceğini göstermektedir. Bu nedenle Cumhurbaşkanının bir kanunu kısmen veya tamamen tekrar görüşülmek üzere Meclis’e iade yetkisi, bir veto yetkisidir.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, Cumhurbaşkanının bir kanunu kısmen veya tamamen tekrar görüşülmek üzere TBMM’ye iade ederken anayasaya aykırılık gerekçesine dayanabileceği gibi, anayasaya aykırılık dışındaki sebeplerle de iade yetkisini kullanabileceği meselesidir. Ancak her iki durumda da Cumhurbaşkanı, iade yetkisini gerekçelerini açıklamak suretiyle kullanmalıdır.
[4]
- Cumhurbaşkanı, kanunu imzalayarak tamamının yayımlanması emrini verebilir. Kanunun Resmi Gazete’de yayımlanmasını takip eden altmış gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açabilir.
KANUNUN ANAYASA YARGISINA TAŞINMA USULÜ
Anayasamızın 150. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tâbi olan hukuk kuralları hakkında dava açma yetkisini Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere tanımaktadır.
151.madde ise dava açma süresini normun yürürlüğe girmesini takip eden altmış günle sınırlamıştır. Böylece 150. madde ile yetkili kılınan kişiler, Basında Sansür Yasasının Resmi Gazete’de yayımlanmasını takip eden altmış gün içinde Anayasa Mahkemesi’nde dava açabileceklerdir.
Elbette AYM’nin sıklıkla yaptığı gibi kanunun hiç değilse 29. maddesinin yürütmesini durdurması mümkündür. Böyle olmakla beraber, kararını seçimlerden sonraki bir tarihte açıklaması daha muhtemeldir.
Ancak Anayasa veya 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, iptal davalarında Anayasa Mahkemesi’nin karar vereceği azami süreye ilişkin bir hükme yer vermemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin ağır iş yükü ve çalışma temposu dikkate alındığında, Basında Sansür Yasası hakkında açılacak bir davanın kısa bir süre içinde karara bağlanması muhtemel görünmemektedir. Elbette Anayasa Mahkemesi’nin, sıklıkla yaptığı gibi Kanunun hiç değilse 29. maddesinin yürütmesini durdurması mümkündür.
Böyle olmakla beraber, Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kanun hakkındaki kararını yaklaşan seçimlerden sonraki bir tarihte açıklaması daha muhtemeldir. Bu ise seçim sürecinde basın mensuplarının, kamuoyu önderlerinin, siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin ifade hürriyetlerinin yukarıda aktardığımız 29. maddeyle keyfî olarak sınırlanacağı anlamına gelmektedir. Böylece Cumhur Bloku ile demokratik muhalefet, eşit olmayan şartlarda seçim yarışını sürdüreceklerdir. Dahası pek çok kişi ve milletvekili adayları, 29. madde kapsamında yargılanabilecek veya cezalandırılabilecektir. 29. maddenin ilk fıkrası, cezanın bir yıldan üç yıla kadar olacağı hükmüne yer verirken maddenin 2. fıkrası, bu cezanın yarı oranında arttırılabileceğini düzenlemektedir. Böylece pek çok kişi için keyfî olarak hükmedilecek hapis cezası riski ortaya çıkacaktır. Milletvekili adaylarının seçim çalışmaları sırasındaki ifadeleri bu madde kapsamında değerlendirildiği takdirde, hızla gerçekleşmesi sağlanacak bir yargılama sonucunda seçilme yeterliliklerini dahi kaybetmeleri muhtemel olacaktır.
Bu nedenle kanunun yürürlüğe girmesi halinde Türkiye’yi bekleyen en vahim ihtimal, Cumhur Bloku, havuz medyası ve trol ordularının görüşlerini serbestçe açıklayabildikleri bir ortamda bunlar dışında kalan herkesin susmak veya cezalandırılmak seçeneklerinden birini tercihe zorlanacaklarıdır.
Burada konuyla ilgili başka bir bilgiyi de paylaşmak isterim. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un 5 Ağustos tarihli Twitter paylaşımıyla öğrendiğimiz gibi Dezenformasyonla Mücadele Merkezi kurulmuştur.
[5] Bu merkez haftalık Dezenformasyon Bülteni hazırlayarak bu bülteni uygun gördükleri basın mensuplarına dağıtmaktadır. “Bültenin ilk sayısında 1-8 Ekim tarihleri arasında yayımlanan bazı haberler yer” almıştır. “‘Haftanın yalan haberleri’ başlığı altında sıralanan haberlerin yanına,
“Bu bir yalan haberdir, hakikati paylaş” grafiği” yerleştirilmiştir. Kurumun başına getirilen İdris Kardaş’ın, konuya ilişkin açıklamaları şöyledir: “Halkın hangi haberin doğru olduğunu anlaması için bu bülteni yayımlamaya başladık.”
[6]
Görüldüğü gibi Prof. Bahadır Erdem’in ifadesiyle Basında Sansür Yasasıyla hedeflenen “cadı avı”
[7], henüz Kanun yürürlüğe girmeden başka yöntemlerle başlamıştır. Bu haftalık bültenin çıkarılmasındaki asıl gayenin, savcıları harekete geçirmek olduğu anlaşılmaktadır.
ANAYASA MAHKEMESİ 29. MADDEYİ İPTAL EDER Mİ?
Önceki yazılarımda ayrıntısıyla açıkladığım gibi Kanunun 29. maddesi, Anayasamızın 2. maddesinin içerdiği insan haklarına saygılı, demokratik, hukuk devleti kavramlarına aykırıdır. Bundan başka 29. madde, temel hakların sınırlanmasında uyulması gereken esasları düzenleyen 13. maddenin kapsadığı öze dokunma yasağı, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesini ihlâl etmektedir. Dahası bu madde, Anayasamızın 25 ve 26. maddelerinin düzenlediği düşünce ve ifade hürriyeti hükümlerine de aykırılık oluşturmaktadır.
Üstelik ileride ortaya çıkacak bir uyuşmazlıkta yargı kuruluşları Anayasamızın 90. maddesinin 5. fıkrasına 2004’te eklenen hüküm nedeniyle kararlarını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesine göre vermekle yükümlü olacaklardır. Hatırlanacağı gibi bu hüküm, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağını emretmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 10. maddeye ilişkin yerleşik içtihadı ise şöyledir: “İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”
[8] Türkiye’nin 1989’da AİHM kararlarının bağlayıcılığını kabul ettiği düşünülürse Türkiye’deki yargı kuruluşları, uyuşmazlıklarda 29. maddeyi esas alan kararlar veremeyeceklerdir.
AYM’NİN İFADE HÜRRİYETİ HAKKINDAKİ YENİ KARARLARI NE SÖYLÜYOR?
Anayasa Mahkemesi, 13 Ekim 2022’de açıkladığı çok yeni bir kararında önceki içtihadına referansla ifade hürriyetini demokrasiyle bağlantılı olarak şöyle tanımlamıştır: “Toplumun tamamını ilgilendiren ve kamusal bir tartışmaya katkı sunduğu konusunda şüphe bulunmayan konularda oluşan rahatsızlıkların yüksek sesle dillendirilmesinin ancak düşüncelerin herhangi bir engelle karşılaşmadan açıklanabildiği demokratik rejimlerde mümkün olduğu unutulmamalıdır.”
[9] Yüksek Mahkeme’nin bu çok yeni kararındaki tutumu, Basında Sansür Yasasının 29. maddesini de benzer bir perspektifle değerlendireceği konusunda güçlü bir umut yaratmaktadır. Ne var ki Yüksek Mahkeme’nin ağır iş yükü dikkate alındığında, Kanunun 29. maddesi dâhil çeşitli hükümleri hakkında açılacak bir iptal davasında kararını hızla açıklamasının muhtemel olmadığını bir kez daha belirtmek gerekir.
Oysa Kanunun 29. maddesinin anayasaya uygunluk denetiminin özellikle Türkiye’nin seçim sathı mailine girdiği şu ortamda hayatî bir önemi vardır. Basın mensupları, görevlerinin gereği olarak halkı gerçekler konusunda bilgilendirmekle yükümlülerdir. Keza asıl işlevleri iktidar yarışı olan siyasi partiler kamuoyunu, izlenmekte olan politikalar hakkında bilgilendirerek oy devşirmeye çalışmaktadır. Benzer şekilde tüm sivil toplum kuruluşları ve meslek kuruluşları, ilgili bulundukları alanlarda halkı gerçekler konusunda aydınlatmakla yükümlülerdir.
Daha açık bir deyişle ceza mahkemeleri, kişilerin kamu barışını bozmaya elverişli olup olmadığı konusunda mutlak bir takdir yetkisine sahip olacaklarından, kolayca cezaya hükmedebileceklerdir.
Yukarıda işaret ettiğim gibi Kanunun 29. maddesi, içerdiği müphem ve muğlak kavramlarla kamu makamlarına mutlak bir takdir yetkisi sunmaktadır. Daha açık bir deyişle, maddenin bu muğlak ifadeleri karşısında ceza mahkemeleri, kişilerin
halk arasında endişe, korku veya panik yaratma amacına yönelip yönelmedikleri ile ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili açıklanan bilgilerin gerçek dışı olup olmadıkları ve bu açıklamaların kamu barışını bozmaya elverişli olup olmadığı konusunda mutlak bir takdir yetkisine sahip olacaklarından, kolayca cezaya hükmedebileceklerdir.
Bu durumda TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarının gerçek dışı olduğunu belirtmek, gerçek enflasyon rakamının TÜİK’in açıkladığının çok ötesinde olduğunu vurgulamak, 29. madde kapsamında suç olarak görülebilecektir. Bu bağlamda ENAG’ın yaptığı açıklamalar, 29. maddenin içerdiği suç tanımının kapsamında yer alacaktır. Keza bir uzmanın tarım politikalarında hata yapıldığını belirtmesi, süt üreticilerinin artan girdi fiyatları karşısında üretimden vazgeçeceklerini, hayvanlarını kesime göndereceklerini vurgulaması, 29. maddenin içerdiği tanıma uygun bir suç olarak değerlendirilebilecektir. Benzer şekilde bir iktisatçının, bir politikacının, bir sendikacının asgari ücrete yapılan artışa rağmen satın alma gücünün hızla düştüğünü vurgulaması, nüfusun geniş bir kesiminin açlık ve yoksulluk sınırında yaşadığını belirtmesi, çocukların sağlıklı beslenemediklerini; böylece gelecek kuşakların ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşmaya mahkûm olduklarını vurgulaması, 29. madde kapsamında bir suç olacaktır. Bir hekimin sağlık politikalarının yanlışlarına işaret etmesi, Covid 19 pandemi mücadelesinin doğru yöntemlerle yapılmadığını vurgulaması, hastanelerde hastalara ayrılacak yatağın olmadığını, ameliyat malzemelerinin bulunmadığını belirtmesi, 29. madde kapsamında suç olacaktır.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu nedenle Sayın Cumhurbaşkanının Anayasanın 89. maddesinin 2. fıkrasının kendisine tanıdığı yetkiyi kullanarak Kanunun 29. maddesini tekrar görüşülmek üzere TBMM’ye iadesi, sorunun çözümünde uygulanacak en etkili yöntem olacaktır. Sayın Cumhurbaşkanının hukuk danışmanlarının kendisini somut örneklerle, anlaşılır bir biçimde aydınlatmaları, mevcut şartlardaki en büyük umudumuzdur.
Bu olasılık gerçekleşmediği takdirde, çok büyük ihtimalle Anayasanın 151. maddesiyle dava açmaya yetkili kılınan aktörler, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunacaktır. Ancak Yüksek Mahkeme kararını açıklayıncaya kadar çok sayıda kişi, Anayasanın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin garanti ettiği ifade hürriyetinin meşru sınırları içinde yaptıkları açıklamalarından dolayı yargılanacak ve belki de tutuklanacaklardır. Böylece Türkiye, kanun yapma ve yargılama yetkisinin muhalefeti susturmak ve bastırmak için silaha dönüştürüldüğü bir ortamda kaderini tayin edecek seçimleri gerçekleştirecektir. Bu vahim ihtimalin gerçekleşmemesini sağlayacak diğer umut ise yapılacak bir iptal başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararı vermesidir.
---
[1] Serap Yazıcı, “Dezenformasyon Yasası Hukuk Devletine Aykırıdır”, Politikyol, 22 Haziran 2022, erişim tarihi: 15 Ekim 2022,
https://www.politikyol.com/dezenformasyon-yasasi-hukuk-devletine-aykiridir/
[2] Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu Tutanak Dergisi, 10’uncu Toplantı, 15 Haziran 2022, s. 85, 86, 87, 88.
[3] Serap Yazıcı, “Dezenformasyon Yasası Hukuk Devletine Aykırıdır”, Politikyol, 22 Haziran 2022, erişim tarihi: 15 Ekim 2022,
https://www.politikyol.com/dezenformasyon-yasasi-hukuk-devletine-aykiridir/ ; Serap Yazıcı, “Dezenformasyon Yasası İnsan Haklarına Saygılı, Demokratik Devleti İhlâl Etmektedir”, Politikyol, 26 Haziran 2022, erişim tarihi: 15 Ekim 2022,
https://www.politikyol.com/dezenformasyon-yasasi-insan-haklarina-saygili-demokratik-devleti-ihlal-etmektedir/ ; Serap Yazıcı, “Dezenformasyon Yasası: Sivil ve Siyasal Toplumu Susturmanın Son Çaresi”, Politikyol, 4 Eylül 2022, erişim tarihi: 15 Ekim 2022,
https://www.politikyol.com/dezenformasyon-yasasi-sivil-ve-siyasal-toplumu-susturmanin-son-caresi/
[4] Ayrıntılar için bakınız Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2021, s. 300-302.
[5] https://twitter.com/fahrettinaltun/status/1555471191044915201?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1555471191044915201%7Ctwgr%5E7798207d09aab98e29fe4d31f555e76034e7a388%7Ctwcon%5Es1_&ref_url=https%3A%2F%2Fwww.gazeteduvar.com.tr%2Fiktidarin-hikayesinin-bittigi-yer-dezenformasyonla-mucadele-merkezi-makale-1576740
[6] Asuman Aranca, “Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Haftalık Dezenformasyon Bülteni Yayınlamaya Başladı”, T24, 10 Ekim 2022, erişim tarihi: 15 Ekim 2022,
https://t24.com.tr/haber/cumhurbaskanligi-iletisim-baskanligi-haftalik-dezenformasyon-bulteni-hazirlamaya-basladi,1064962
[7] İYİ Partili Erdem: AKP ‘Cadı Avı’ Planlıyor, T24, 13 Ekim 2022, erişim tarihi: 15 ekim 2022,
https://t24.com.tr/haber/iyi-partili-erdem-akp-cadi-avi-planliyor,1065574
[8] Başvuru no: 5493/72, K.T. : 07.12.1976, Handyside v. UK, Çeviri: Osman Doğru.
[9] AYM, Başvuru no: 2019/10122, K. T.: 21/9/2022, Bilal Uçar Kararı.