Mülteciler Türkiye’nin daha yaşanası bir yer olması için çabalayacaksa neden gelmesin? Ama hedef bu ülkenin demografik yapısını değiştirerek bu coğrafyayı yeniden şekillendirmekse, bu bebekler üzerinden oynanan çok çirkin bir oyundur.  Son günlerde “mülteci krizi” yeniden gündemde. Bir hocamızın “Arapça öğrenin, ülkeye milyonlarca Arap geldi, hala İspanyolca öğreniyorsunuz, memlekete İspanyol gelmiyor” sözlerini duyunca, gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Bu konu sadece Türkiye’nin değil, geleceğin dünyasının da en yakıcı sorunlarından birisi olacak. Bu hafta biraz bu “mülteciler” konusuna değinelim. POLİS DEVLETİ Doktora tezim Yunan asıllı Fransız felsefeci Cornelius Castoriadis’in özgürleşme teorisi üzerineydi. 1922 yılında İstanbul’da doğan  Castoriadis, mübadele sonucunda henüz küçük bir bebekken, burayı ardında bırakıp, Yunanistan’a gitmiş, ilk gençliğini orada yaşamış, daha sonra siyasi nedenlerle Fransa’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Onu yeni ülkesine taşıyan gemide kendisi gibi daha sonra Fransız kültür ve düşün dünyasına damgasını vuracak Kostas Axelos ve Kostas Papaioannou gibi felsefeciler, Kostas Coulentianos, Constantin Byzantios, Constantin Andreou gibi ressamlar, tarihçi Nicolaos Svoronos, mimar Nikos Karakosta gibi birçok Yunan aydını da vardır. Demek istediğim Castoriadis vize alarak, okul kaydıyla vs. gitmiş değil, basbayağı kaçarak gitmiştir. Bu sebeple, çok özetleyerek burada anlattığım bu hayat bile aslında bir “kaçış” hikayesidir. Her kaçış hikayesinin kahramanı maalesef ki onun kadar eğitimli ve alt yapılı olmadığından, sonucu böyle Avrupa felsefesinde yer edinecek kadar başarılı bir kariyer, güzel bir aile ve fırtınalı bir aşk hayatı olmuyor. Sahile vuran Aylan’ı, botları patlatıldığı için denizin soğuk sularında kaybolup giden kadınları, çocukları, gençleri unutmamız mümkün değil. Castoriadis’in birkaç ciltten oluşan “Les Carrefours du Labyrinthe” adlı bir eseri var. Bunun dördüncü cildinde (La Montée de l'insignifiance) yazar ilginç bir şekilde, Afrika, Etiyopya ve Irak’a değinerek, gelecek yıllarda mülteci probleminin ciddi boyutlara varacağını vurguluyor. “Zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurumun artmasının önü alınamazsa, bu hareket durdurulamaz” diyerek uyarıyor. En dikkat çekici nokta ise, bu insanları durdurmak için yeni bir Berlin Duvarı örmenin veya bunları durduracak bir polis devleti kurmanın mümkün olmadığından bahsediyor. Acaba bu polis devleti biz miyiz?  Belki Avrupalılar böyle bir projeyi akla yatkın bulmuş olabilirler. Türkiye’nin bir “mülteci cenneti” olması ve Avrupa’nın sınırlarının dibinde bu cennetin son bulması fikri kimilerine hoş gelmiş olabilir. Fakat şimdi Ukrayna işgalinin sonuçları bize yeni bir mülteci krizini daha yaşatıyor. Şimdilerde Türkiye’ye bir Rus göçünden bahsediliyor. Herkesin hayatı darmadağın oluyor.
Çok basit bir soru soracağım: Bu insanlar mademki bizim gibi vatandaş olacaklarsa neden pozitif ayrımcılık uyguluyoruz? Vatandaş olarak ben hangi hak ve sorumluluklara sahipsem onlar da olsun.
Bu konuda Türkiye’de en fazla tepki veren isimlerden birisi kuşkusuz Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ. Özdağ’ın söylediğine göre, Suriyeliler zaten “mülteci” tanımına uymuyormuş. Bunun hukuki boyutunu bilemem ama bana göre kimsenin vatanı altüst olmasa da herkes kendi evinde kalsa. Biliyorum ki birçok insan da bunu ister. Bu demek değil ki başka ülkelerde gidip yaşamayalım, gidip başka kültürleri tanımayalım. Ama bu seçim bizim özgür irademizle olsun, gidip başka ülkelerde sürünmeyelim demek istiyorum. Hiç kimse sürünmesin. YARIN BİZİ NE BEKLİYOR? Türkiye’nin demografik yapısının gün geçtikçe değişiyor olduğunu hepimiz fark ediyoruz. Şu sıralar yüksek lisans yaptığım için üniversitemizin öğrenci profilinin ağırlıklı olarak Araplardan oluştuğunu görmek için müneccim olmaya gerek yok. Bu bir Arap düşmanlığı değil ama ne gerek vardı bu çocukların hayatlarını yıkmaya? Bu çocuklar Türkiye’yi merak ettiği için veya bu ülkeyi sevdiği için kendi isteğiyle gelmiş olsalardı çok daha iyi olmaz mıydı? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Suriyelileri göndermeyeceğim” açıklamasını Batı’ya verdiği bir garanti olarak düşünüyorum. Alman şansölyesi Scholz’la konuşur konuşmaz böyle bir açıklama yapması başka nasıl yorumlanabilir? Fakat gün geçtikçe daha büyük ekonomik sıkıntılarla boğuşan bir ülkede Suriyeliler meselesinin bir öfke ve tepkiye yol açacağını öngörmemesi mümkün mü? Üstelik Suriyelilerle ilgili birçok usulsüzlükten bahsediliyor ve haddinden fazla bir pozitif ayrımcılığa şahidiz. Çok basit bir soru soracağım: Bu insanlar mademki bizim gibi vatandaş olacaklarsa neden pozitif ayrımcılık uyguluyoruz? Vatandaş olarak ben hangi hak ve sorumluluklara sahipsem onlar da olsun. Eğer vatandaş olmayacaklarsa neden bizimleler, ülkelerine neden dönmüyorlar? Ülkemizde vatandaşların uğradığı haksızlıklar ayyuka çıkmışken, birçok hak kayıpları söz konusuyken, kendi vatandaşlarımızın bu problemlerini ele alıp düzeltmek yerine yeni milyonlara kapıyı açmanın mantıki izahı nedir? KADER BİRLİĞİ Bir insanın hangi ülkeden gelirse gelsin artık vatan olarak seçtiği ülkeye bir bağ kurması beklenir. Örneğin şimdi kalkıp İtalya’ya yerleşirseniz ve İtalya’da bir doğal afet olduğunda “Bana ne” deyip o halkla hemhal olmak yerine kalkıp Türkiye’ye geliyorsanız, siz İtalyan vatandaşı olmayın bence. Bunun ırkçılıkla bir ilgisi yok. Kader birliği etmek modern vatandaşlığın temelinde vardır. Bu illa büyük özveriler olmak zorunda da değil. Size kendi hayatımdan bir örnek vereceğim. Büyük dedelerim Çarın ordusunda subayken Rusların yaptığı Çerkes Soykırımı sebebiyle Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kaldılar. Büyük dedem burada Harbiye’de eğitim gördü ve Osmanlı ordusunda subay olarak görev yaptı ve Sakarya Savaşı’nda yaralandı. Bugün kimse bizim için “etnik olarak Türk” mü acaba diye bir soru sormuyor, sormaya da hakkı yok. Çünkü ailecek bu ülke ile kader birliği etmişiz ve zorluğu da kolaylığı da burada yaşamayı seçmişiz. Her zaman bir bağımsızlık savaşı koşullarına denk gelmeyebilir insan, o kadar büyük sınavlardan geçmeyebilir. Yine de bu ülkeye vatan diyecekseniz bir duygusal bağınız olmalı diye düşünüyorum. Örneğin ağacını kuşunu sevmelisiniz, korumalısınız, bir zarar gelmesin diye çabalamalısınız. Aynı şey bu topraklara gelen Suriyeliler için de geçerli. Bu toplumla kader birliği edecekse, Türkiye’nin daha yaşanası bir yer olması için çabalayacaksa neden gelmesin? Ama hedef bu ülkenin demografik yapısını değiştirerek bu coğrafyayı yeniden şekillendirmekse, bu bebekler üzerinden oynanan çok çirkin bir oyundur. DOĞU SORUNU  Ancak bu oyun yeni değil, yüzyıllık bir oyun. Bugün Ukraynalı bebeklere, çocuklara gözyaşı döküyoruz. Çünkü hayatları altüst oldu, bazısı annesini, babasını kaybetti. Bütün bunlar Rusya’nın güvenliği için miydi? Suriye’den kaçıp gelen milyonların sebebi kim? Kravatıyla en janti pozuyla kamera karşısına geçen ABD başkanları değil mi? Putin’den daha mı temiz elleri sizce? Benim şahsen Putin’den beklentim yok, kendi halkına ne veriyor da, Ukraynalılara neyi layık görecek? Fakat bugün Ukrayna halkının hayatlarını altüst eden oyunları oynayan Avrupalılar ne yapıyor? Demokrasiyi mi koruyorlar? Irak’ta, Suriye’de neyi koruduklarını çok iyi gördük. Yüz yıl önce “Doğu Sorunu” olarak adlandırıp Osmanlı’nın topraklarını parçalayan aynı zihniyet bugün yine işbaşında bu kez “Acaba nereyi kendimize uygun şekilde yeniden şekillendirebiliriz?” diye düşünüyor. Bunun ne demokrasiyle, ne insan haklarıyla, ne de özgürlükle bir ilgisi var. Bunları yazarken derdimin basitçe siyasal sınırlar olduğu da sanılmasın. Ben halklardan bahsediyorum. Bugün Afrikalıların, Ortadoğuluların, Asyalıların binbir türlü zorluğa katlanarak bir umutla gelmeye çalıştıkları Batının mazisini görmeden gerçekleri tam görmüş sayılmayız.
Suriye’den kaçıp gelen milyonların sebebi kim? Kravatıyla en janti pozuyla kamera karşısına geçen ABD başkanları değil mi? Putin’den daha mı temiz elleri sizce?
Bu yazdıklarımdan bir Batı düşmanlığı çıkarılmasın. Dünyanın görüp görebildiği en mükemmel değerleri yaratmış bir medeniyetin ikiyüzlülüğünü ifşa etmek hedefiyle yazıyorum. Yunanların diğer dilleri konuşanlara “barbar” demeleri artık klişeleşmiş bir örnektir. Buna benzer ancak daha az bilinen bir örnek vermek isterim. Bugün sihir, büyü manasında kullandığımız ve Batı dillerine magic, magie, magia olarak geçen “mageia” kelimesi de yine Yunanca’dan geliyor. Yunanlar Zerdüştlerin dini ayinlerini görmüş ve bundan bir şey anlamadıklarından ve anlamak istemediklerinden buna “karanlık ve kötü bir nitelik yükledikleri” bu kelimeyi uygun görmüşler. Batı medeniyetinin kendinden başkasına olumsuz anlam yükleme sevdası binlerce yıldır değişmiyor. Bu yüzden “biz-onlar” ayrımının köklerine kadar işlemiş olduğu bir medeniyetten bahsettiğimizi anlamamız gerekiyor. MUHALEFETİN MÜLTECİ GÜNDEMİ Yazıyı bitirirken, tekrar konuya döneyim, bu polis devleti biz mi olacağız? AKP hükümetinin bu soruya cevap vermesi gerekiyor. Muhalefet bloğundan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan “uluslararası hukuka” aykırı olduğunu ileri sürerek, Suriyelilerin geri gönderilemeyeceğini söylemiş. Öncelikle hukukçular göçmenlerin uluslararası hukuka değil, ulusal hukuka tabii olduğunu defalarca açıkladılar. Hadi diyelim Babacan’ın gönlü olsun, uluslararası hukuku ele aldık. Uluslararası hukuka “büyük ülkelerin” pek uymadıkları gerçeğini de bir kenara bıraktık. Tüm bunlara rağmen, yine de bu açıklama çok talihsiz. Dini, tarihi, dili farklı milyonlarca insanın entegrasyon ile bir ülkeye uyum sağladığı nerede görülmüş? Dünya tarihinde bir örneği var mı? Sadece Suriyeliler olsa bir plan uygulayabilirsiniz belki. Fakat Türkiye’de Afgan’dan Moğol’a, bin bir türlü göçmen var. Hangi eğitim programıyla bunca insana Türkiye vatandaşlığı bilinci kazandıracaksınız? Var mı bir planınız programınız? Vazgeçtim plandan programdan, gereği nedir? Hadi beni elitlikle suçlayacak arkadaşlara bir soru daha sorayım. Bir gecede 10 milyon Belçikalı gelse, ister misiniz? Ben onu da istemem. Bizler 10 milyon kişi gidip İtalya’ya yerleşsek, İtalyanlar ister mi? Dürüst olalım, istemezler. Bu ülkeyle kader birliği edecek insanların gelmesinde problem yok ama bu kadar kısa bir sürede milyonların gelmesi öyle safiyane bir geliş olmadığını gösteriyor bize.
Dini, tarihi, dili farklı milyonlarca insanın entegrasyon ile bir ülkeye uyum sağladığı nerede görülmüş? Dünya tarihinde bir örneği var mı? Sadece Suriyeliler olsa bir plan uygulayabilirsiniz belki.
Bu soruna cevap veremeyecek bir muhalefetin iktidara gelmesinin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Eğer burayı birleşmiş milletler yapma gibi bir planınız varsa, Avrupa da açsın sınırlarını. Bütün dünyada herkes özgürce gidip istediği yerde yerleşsin. Hiç sorun yok. Fakat Avrupa’nın vatandaşlığı kıymetli; Ukrayna’dan kaçanları derisinin rengine göre sınıflandırmayı biliyorlar. Muhalefet bu konuyu ciddi değerlendirmeli, somut bir plan ortaya koymalı. Mültecileri gönderecek misiniz? Bu soruya net cevap vermeli. Batı’nın mülteci kampı olacaksak, seçimde bir sürprize hazır olun.