Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, TBMM'de Türk askerine çuval geçiren ABD’li generalden ödül almasını eleştiren İYİ Partili Aytun Çıray'a “Böyle nah oy alırsınız” diye bağırmıştı. Peki, son yıllarda Meclis’in denetiminden ve bilgi alanından kaçırılan askeri etkinliklerin yoğunluğu ve “devlet politikalarının” sürekliliği varsayımı yeni siyasal iktidarı böyle bir isimle bile çalışmak zorunda bırakabilir mi?  Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesinden itibaren siyasi güç nasıl cumhurbaşkanının şahsında merkezileştiyse, Türkiye’nin güvenlik yönetimine ilişkin süreçlerin siyasal tarafının epeyce bir kısmı ile bu alana ilişkin bürokratik ve teknik uzmanlığın neredeyse tümü Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın elinde/şahsında birikmiş durumda. Birikmeye de devam ediyor. Doğası gereği gizliliğe, mahremiyete zaten elverişli olan ve aslında buna ihtiyaç da duyan güvenlik politikaları alanı, yukarıda belirttiğim “şahısta merkezileşme” nedeniyle iyiden iyiye gizli, mahrem ve toplumun ve siyasetin erişimine kapalı hâle gelmiş durumda. Öyle ki bu alanda son yıllarda şeffaflıktan hayli uzak biçimde yürütülen etkinliklerin neler olduğunu toplum bilmediği gibi Meclis de bilmiyor. Tüm bu süreçte Anayasal bir ilkenin çiğnendiği gözlerden kaçıyor (117’nci madde): “Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı Cumhurbaşkanı sorumludur.” Meclis’in, kendisine ait bu sorumluluğun bilincinde ve onun takipçisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Gerçekten de Libya’da, Azerbaycan’da, Suriye’de, Irak’ta, Katar’da, NATO’da, AGİT’te, Rusya’da, Balkanlar’da, Ukrayna’da, Akdeniz ve Ege’de hangi amaç ve hedeflerle, kaç askerle, hangi silahlarla, hangi düzeyde, hangi kapsamda ne tür askerî etkinlikler yürütüldüğünü ne tür teknik anlaşmalara imzalar atıldığını ve ne tür bağlayıcılıklara girildiğini Meclis biliyor mu? Bilinmeyenler bunlarla sınırlı değil. Güvenlik aygıtının “içinde” neler olduğunu da toplum bilmediği gibi Meclis de bilmiyor. Son yıllarda kaç subay, astsubay ve uzman erbaş alındığını, nasıl alındığını, hangi kriterlerin alım süreçlerinde etkili olduğunu, general ve amiral düzeyinde kimlerin emekli edilip kimlerin terfi ettirildiğini, bu tercihlerin arkasında ne tür bir akıl yürütme yattığını, Harp Okullarında kendilerine görev verilen sivil akademisyenlerin kimler olduğunu, Yaşar Güler’in görev süresinin neden beş yıl uzatıldığını, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarının geçen yaz, Kara Kuvvetleri Komutanının bir önceki yaz neden emekli edildiğini, ortada ne tür bir projeksiyon olduğunu (listeyi uzatabiliriz) toplum bilmiyor. Evet, Meclis de bilmiyor.
İktidar olunması hâlinde tüm bu girift mevzular, sürdürülmek, sonlandırılmak veya değiştirilmek üzere Altılı Masa’nın kucağında olacak.
Tıpkı, savunma sanayii alanında girilen bazı sermaye ilişkilerini, o alandaki çeşitli mülkiyetlerin el değiştirmelerini, yine o alandaki uluslararası işbirliklerini ve bu işbirliklerinin hangi zeminlerde yürütüldüğünü bilmediğimiz gibi. Bu bilinmezlere eklenmesi gereken daha soyut ama en az bunlar kadar önemli başka sorunlar da var: TSK’nın kimi güdücü değerlerindeki değişiklikler, dinsel pratiklerin ve kimi ırkçı simgelerin artan görünürlüğü, Türk-İslam sentezinin aldığı yeni milliyetçi-muhafazakâr biçimler ve tüm bunların militarist ve yayılmacı bir politik ufukla girdiği yeni alaşımlar… Altılı Masa’da temsil edilen muhalefet partilerinin yukarıda değindiğim konulara ilişkin yaklaşımının hayatiyeti, seçimler yaklaştıkça artıyor. İktidar olunması hâlinde tüm bu girift mevzular, sürdürülmek, sonlandırılmak veya değiştirilmek üzere Altılı Masa’nın kucağında olacak. Hangilerinin sürdürülüp hangilerinin sonlandırılacağını ve hangilerinin hangi yeni biçimlerde değiştirileceği bu bakımdan önem taşıyor. Muhalefetin birincil konusu elbette ekonomi ve CHP’nin bu konuda almaya ve aldığını topluma göstermeye çalıştığı inisiyatif önemli. Ancak güvenlik politikalarının ekonomiden ayrışan bir tarafı var; o da güvenlik politikalarına ilişkin göstergelerin ekonomik göstergeler gibi ve ekonomik göstergeler kadar açık olmaması. Yukarıda değinmeye çalıştığım gibi dar koridorlarda ve sınırlı bir ekibin karar vericiliğinde yürütülen, toplumla ve Meclis’le paylaşılmamış bir politika dizgesinden bahsediyoruz. Öte yandan, güvenlik politikalarını Türkiye için ekonomi kadar önemli hale getiren bir neden var: Bu politikalar, askerî içeriğine ilave olarak, hem ülkenin iki kadim sorunu olan Kürt sorunu ve laiklik meselesini ve hem de mermi bedava olmadığına göre, ekonomiyi yatay kesen bir niteliğe de sahip. Kestiği bu yerlere, egemen siyasal kültürü ve dış politikayı da ekleyebiliriz. Dolayısıyla, eğer Altılı Masa güvenlik politikalarını bu işte yıllardır uzmanlaşmış bir yarı politik yarı teknokrat ekibe havale etmeyi peşinen düşünüyorsa, bu yaşamsal sorunları o bürokratik ekibin profesyonel/teknik bakışlarının belirlediği militer bir ufkun müdahalesine açık olmaya rıza gösteriyor demektir. Bunun önünü almanın ve bu konuda baskılayıcı karakter taşıyan teknik’i değil özgürleştirici bir politikayı konuşturmanın yolu ise muhalefetin bu güvenlik politikaları alanının kuşbakışı resmine değil kılcallarına şimdiden hâkim olmasından geçiyor. Yazının girişinde vurgulamaya çalıştığım güvenlik politikalarına ilişkin girift mevzuların tek elde toplanması işte bu bakımdan önemli. Bu yükün yoğunluğu, aciliyeti ve “devlet politikalarının” sürekliliği varsayımı, yeni siyasal iktidarı, hiç istemediği isimlerle çalışmak zorunda da bırakabilir. Bu isimlere, İyi Partili Milletvekili Aytun Çıray’a “nah alırsınız” diyen Milli Savunma Bakanı da dahil.
Editör: TE Bilisim