Türkiye’de tüketim ürünleri kaçakçılığı kronik bir sorun. Piyasada öyle bir düzenleme kıskacı var ki piyasa aktörleri yalnızca devletin çizdiği sınırlar içerisinde hareket edebiliyor. Bu sınırları belirleyen de en başta fahiş vergi oranı. Çizilen sınırların dışında oyunu yalnızca kaçakçılar oynayabiliyor. Peki, göz göre göre böyle bir tablo neden ortaya çıkartılır?
Tüketim politikaları masa başı politikalarla düzenlenebilecek meseleler değildir. Bir tüketim ürününün, örneğin alkol veya sigara tüketiminin düzenlenmesi isteniyorsa, bunu yapmanın en kötü yolu o ürünü yasaklamak, en kötü ikinci yolu ise o ürünü dolaylı olarak erişilemez kılmaktır.
Bu tür tüketim ürünlerinin doğası gereği pek çok tüketici için yalnızca kanun ya da idare öyle dedi diye tüketilmekten vazgeçilecek ürünler olmadığını 1920’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanan meşhur Alkol Yasağı göstermiştir. Bugüne kadar pek çok yasada ABD Alkol Yasağı’na atıf yaptık, ancak yasaklamak ile erişilemez kılmak arasında çok fazla bir fark olmadığını izah edebilmek adına Alkol Yasağı’nı yeniden masaya yatırmak gerekir[1].Türkiye’nin 2013 senesinden beri alkol ve sigara tüketimine yönelik uyguladığı politika, aslında oldukça açık ve anlaşılır. Bu ürünlerin şu veya bu şekilde makbul kabul edilmemesi, onların erişiminin farklı yollardan kısıtlanması ile neticeleniyor. Yüksek vergi oranları, reklam kısıtlamaları ve çeşitli tüketim kısıtlamaları bu uygulamaların akla gelen ilk örneği. Özellikle ÖTV Kanunu’nda 2013 senesinde yapılan değişiklikle alkol ve sigaranın vergi zammının tabiri caizse “otomatiğe” bağlaması ile bu ürünler yalnızca hukukî ve sosyal olarak değil, ekonomik olarak da erişilemez bir hâle evriliyor. Bu nedenle, piyasa aktörleri bu yasal sınırlar içerisinde operasyonlarını sürdürmekte zorlanırken kaçakçılar tüketicilere çerçevenin dışında yeni bir yol sunmaya çalışıyor.
Ancak mesele şu ki kaçakçıların yolu da ne sağlıklı ne de güvenli. Öyle ki söz konusu alkollü içkiler olduğunda, sahte içki Türkiye’nin belki de en çok göz yumulan en büyük toplumsal trajedilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de bireyleri sahte içki kıskacına iten süreci anlayabilmek için markete giren bir vatandaşı düşünelim. Marketlerdeki alkol fiyatları, her şeyden önce, her 6 ayda Yİ-ÜFE’de yaşanan değişim oranında artan fahiş bir vergi yüküyle yüklü. Bu da çoğu zaman özellikle yüksek alkollü içkilerin %70’ini, düşük alkollü içkilerin ise neredeyse %50’sini kapsıyor. Bu fiyatları karşılayamayan vatandaş, çözümü ya kendi içkisini yapmakta ya da hâlihazırda yapılmış bir başka karaborsa ürünü temin etmekte buluyor.
Böylelikle markete giren vatandaşa politika yapıcılar şu ikilemi sunmuş oluyor: Ya benim istediğim yüklü fiyattan bu içkiyi al ve vergini öde, ya da “ne hâlin varsa gör”. İkinci “ne hâlin varsa gör” önermesi, her yıl yüzlerce insanın sahte içkiye bağlı zehirlenme nedeniyle ölümüne veya uzuv kaybına sebep olan kronik bir toplumsal krizin başlangıç noktası olarak görülmeli.
Burada politika yapıcıların kaçırdığı en önemli nokta ise, artan vergi yükünün bireylerin tüketim tercihlerini değiştirmiyor olması. Vatandaş, yüksek bir vergi oranıyla ürünü almak ya da ürünü yasadışı yollarla temin etmek arasında bir çözüm yapmaya zorlanıyor sadece. 10 seneyi aşkın bir süredir uygulanan alkol politikaların özeti olan bu ikilem, göz göre göre Türkiye’de bir kaçakçılık piyasası yarattığı gibi vatandaşın sağlığına dair olumlu bir tablo da ortaya koymuyor.
Mesele sigara olduğunda ise, fahiş vergi yükünün belirli bir kamu politikası ile meşruiyet kazanabileceği kanaatindeyim. O da yine politika yapıcıların daha az zararlı bir alternatifi erişilebilir kılmasından geçiyor. Öyle ki alkollü içkilerin aksine, tütün politikalarında ürün bazında “daha az zararlı” alternatifleri piyasa çoktan üretmiş durumda. Dünyadaki pek çok ülke de tütün/nikotin politikalarını hayata geçirirken bu taslağı takip ediyor. Ve somut netice, sigara tüketim oranlarında düşüş olarak gözlenebiliyor[2].Politika yapıcıların kaçırdığı en önemli nokta, artan vergi yükünün bireylerin tüketim tercihlerini değiştirmiyor olması. Vatandaş, yüksek bir vergi oranıyla ürünü almak ya da ürünü yasadışı yollarla temin etmek arasında bir çözüm yapmaya zorlanıyor sadece.
Türkiye ise, tüm dünyadaki tütün politikalarının aksine tamamen şahsına münhasır ve rahatlıkla söyleyebiliriz ki tamamen etkisiz bir yol izliyor. Pek çok Batı ülkesi sigaraları aşırı vergilendirirken e-sigara, tütün ısıtma ürünleri (tobacco heating products – THP) ve snusları daha az vergilendiriyor. Böylelikle masa başında makbul olmadığı konusunda mutabık olunan sigaralara karşı alternatifi yine piyasa üretmiş oluyor.
Bugün Batı ülkelerinin ne sigara kaçakçılığıyla ne de aşırı sigara tüketimi (ve buna bağlı sağlık sorunları) ile bir sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu ülkelerin başarılı taslağı, Türkiye’nin başarısız uygulamasına karşı çok incelikli noktalar barındırıyor.
Bu incelikli noktaların başı ise, tüketim politikalarını düzenlemenin en önemli ama diğer taraftan da en zor noktasında karşımıza çıkıyor: Bilinçlendirme. Masa başında hayata geçirilen politikaların bireylerin ve tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarına cevap vermediği açık, ancak bireylerin her zaman doğru tercihleri yapacağını kabul etmek de fazla iyimserlik olurdu. Bu noktada yapılması gereken, bilimin sunduğu çerçevede yapılan bilinçlendirme çalışmalarıyla bireylerin kendi için iyi olan karar vermesini sağlayan yolu açmak olmalı.
Türkiye’de ise bilinçlendirmenin tam aksi bir yol izlendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tüketim ürünleri ne kadar karanlık bir sahaya itilirse, o ürünlere dair bilinç de o denli azalır.
Örneğin Türkiye’de olduğu gibi fahiş vergi uygulamasının olmadığı pek çok ülkede gerek devlet gerekse sivil aktörler, bireyleri “aşırı içki tüketimine” karşı bilinçlendirmek için elinden geleni yaparlar. Hatta bu, onlara aşırı içki tüketmemeleri gerektiğini söylemeye kadar ileri gidebilir (yalnızca sağlık etkilerine parmak basmanın dışında). Oysa Türkiye’de aşırı içki tüketimine karşı bir kampanya yürütüldüğünü göremezsiniz. Çünkü Türkiye’de bu efor, tüketimin aşırısına veya olası sağlık sorunlarına karşı değil, ürünün kendisi aleyhine sarf ediliyor. Bu da tüketim pratiği bağlamında etkisiz olduğu gibi bilinçsizliğin de doğrudan önünü açıyor.
Sigara ve zarar azaltma ürünlerine geri dönecek olursak, Türkiye’nin bu şahsına münhasır pozisyonunu anlamak için biraz daha çaba sarf etmemiz gerekir. Öyle ki Türkiye, dünyada zarar azaltma ürünlerinin en popülerlerinden olan e-sigaraları hâlen daha “yasak” statüsünde tutan çok sayılı ülkelerden bir tanesi. Aynı zamanda Türkiye, geleneksel sigarayı da aşırı vergilendiren ülkeler arasında. Her iki küme, yani hem e-sigarayı yasaklayan hem de geleneksel sigarayı aşırı vergilendiren ülkeler kesiştiğinde, karşımıza yalnızca Türkiye çıkıyor.
Bu pozisyonu tüketim politikaları bağlamında anlamanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Gerçek şu ki ya Türkiye’de karar alıcılar zarar azaltma ürünlerinin tüketim politikası hâline getirilmesi konusunda yanlış veya eksik bilgilendiriliyor; ya da henüz idrak edemediğimiz bir ajanda var ve bu ajanda bireylerin sağlığına olumsuz yazıyor.
Gerçek şu ki ya Türkiye’de karar alıcılar zarar azaltma ürünlerinin tüketim politikası hâline getirilmesi konusunda yanlış veya eksik bilgilendiriliyor; ya da henüz idrak edemediğimiz bir ajanda var ve bu ajanda bireylerin sağlığına olumsuz yazıyor.
Nitekim alkol vergileri ile kaçak içki, sigara vergileri ile kaçak sigara ve e-sigara yasağı ile e-sigara kaçakçılığı arasında bu kadar keskin bir neden-sonuç ilişkisi varken, karşımıza çıkan senaryonun Türkiye’deki birey ve tüketiciler için olumlu seyrettiğini ifade etmemiz mümkün değil.
Yasaklarla ve etkisiz bilinçlendirme kampanyalarıyla gittikçe daha kara bir alana itilen alkol ve tütün politikalarını bu alandan çıkarmanın tek yolu daha fazla konuşmak ve yolunda gitmeyen meseleleri masaya yatırmak.
Nitekim sözünü ettiğimiz politikalar devlete vergi kaybı, vatandaşa ise korkunç bir sağlık sorunu olarak geri dönüyor.
Ancak burada da bitmiyor. Kara alana itilen bu tüketim politikalarıyla Türkiye’deki dürüst üreticiler ve hatta dürüst satıcılar da finansal olarak zarara uğruyor.
Yani ülke iç ekonomisi için, birey ve toplumsal sağlık için ve kamu maliyesi için sadece zararlı olan bir politikasızlıkta senelerdir ısrar ediliyor.
Anlamak çok güç, ancak konuşmalıyız.
---
[1] https://www.politikyol.com/dadi-devlette-yasamak-ozgurluk-ve-guvenlik-ikilemi-uzerine-dusunceler/ [2] https://www.politikyol.com/turkiyenin-sigarayla-mucadelesi-ve-zarar-azaltma-stratejileri/