Manşet

Ali Babacan PolitikYol’a konuştu | 3Y ile gelen iktidar, 3Y ile gidecek

Abone Ol
Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, kurucusu ve bakanı olduğu olduğu AK Parti ile bugünkü arasındaki farkın 3Y’nin durumuna bakarak anlaşılabileceğini söyledi. Babacan; “AK Parti,  yasaklarla, yoksullukla ve yolsuzlukla mücadele edeceğini iddia ederek toplumdan onay aldı. Şimdi yasaklar ülkesi olduk. Yoksulluk yeniden diriltildi. Yolsuzluk her yerden akıyor. Temel fark bu. 3Y ile gelen iktidar, 3Y ile gidecek.” dedi. Ali Babacan AK Parti’nin kurucularından. Bakanlıktan Başbakan Yardımcılığına partide önemli görevlerde bulundu. AK Parti’deki olumsuz değişimi görüp gerekli uyarıları yaptığını ama dikkate alınmadığını düşündüğü noktada partiden istifa ederek Deva Partisi’ni kurmuş. Bugünlerde il, ilçe kongreleri nedeniyle tüm ülkeyi dolaşıyor. Kendisi ile bu zor zamanlarda söyleşi yapma imkanı buldum. Babacan önemli konulara değindi. Bu söyleşide manşet dışında önemli bulduğum iki konu var. İlki Erdoğan’ın “faiz düşerse, enflasyon düşer” tezininin yeni olmadığını ilk elden teyit edilmesi oldu. Babacan bununla ilgili olarak; “Sayın Erdoğan bu tezini söyleyip dururdu, çünkü bilmediğini bilmezdi. Hâlâ bilmiyor bilmediğini.” dedi. İkincisi de HDP’nin iktidara tarafından ötekileştirmesi konusundaki sözleri. Babacan bütün yaşananlarla ilgili olarak; “Kürtlerde ciddi bir kırgınlık olduğunun farkındayım. Bu noktada Kürtlere hak veriyorum. Belediye başkanı seçiyorlar, kayyum atanıyor. Bir partiye oy veriyorlar, parti kapatılmak isteniyor. Seçtikleri vekiller tutuklanıyor. Bu bir kesimin gönül dünyasında kırgınlık yaratıyor. Öfkeye sebep oluyor. Bizim için asıl olan bu ülkedeki hiçbir kesimin duygusal kopuş yaşamaması.” ifadelerini kullanıyor. 20 yıllık AK Parti iktidarına baktığınızda kendi açınızdan bir dönemselleştirme yapmanız mümkün mü? Mümkünse bu nasıl olur? Karşıtı olarak geldiği zihniyetin benzeri oldu. Hatırlarsanız 1990’lı yılların karanlığı çok sayıda mağdur türetmişti. AK Parti de o günlerin geniş mağdurlarının desteğini alarak iktidara yürüdü. Yasaklarla, yoksullukla, yolsuzlukla mücadele için yola çıkmıştı. Ben ve arkadaşlarım hem partinin hem de devletin yönetiminde bulunduğumuz yıllarda ülkemizi her alanda ileri taşıdık. Avrupa Birliği’yle müzakerelerimizi güçlendirdik; hak ve özgürlükler konusunda güçlü adımlar attık; ekonomik krizin izlerini sildik; Türkiye’yi dış politikada son derece saygın bir noktaya taşıdık. Ekibimize bağlı kurumların bağımsız çalışmasını sağladık. Ancak ikinci dönemle birlikte bazı olumsuz sinyaller gelmeye başladı. O dönemde de çok sayıda yanlışı önledik. Dışişlerinden ekonomi yönetimine geri dönerek, 2008 finansal krizinin etkilerini minimuma indirdik. Ülkemizin güçlü büyümesini sağladık. Bunu daha kalıcı ve istikrarlı hale getirmek için ben ve birlikte çalıştığım arkadaşlarım mali kuralı getirmek istedik. Mali kural, maliye politikasında ve bütçe açığında öngörülebilirlik getiriyordu. Meclis’teki tüm siyasi partilerle uzlaşmamıza rağmen, o günkü başbakan bu çalışmamızı engelledi. Bunlar artık başka bir döneme geçildiğinin işaretiydi. Dönemler söz konusu sanki… Nitekim 2013 yılı önemli bir dönüm noktası oldu. Türkiye; işinin ehli kadrolarla yönetilen bir ülke olmaktan çıktı, tek kişinin ve onun etrafında kümelenen dar bir çevrenin istekleriyle idare edilen bir ülkeye dönüşmeye başladı. Son olarak da 15 Temmuz darbe girişimi çok önemliydi. Demokrasimize karşı çok ağır bir kalkışma yaşandı, ardından uzun süren olağanüstü hâl dönemi ise kolayca amacının dışına taşırıldı. Mutlak güç yine yozlaştırdı. Böyle bir hikâyenin neticesi de 2017 anayasa değişikliği ve 2018 seçimleriyle beraber ayyuka çıkan başka bir birliktelik oldu. Özellikle krizlerin ortağı Sayın Bahçeli devlet yönetimindeki ağırlığını güçlendirdi. Rotayı 28 Şubatçı Sayın Perinçek çizmeye başladı. Günün sonunda kaybeden hukuk devleti oldu. Kaybeden milletin refahı oldu. Kaybeden Türkiye oldu. Böylece mafya ve çeteler yeniden türedi, kirli menfaat şebekeleri kuruldu. Ülkemiz uyuşturucu trafiği, usulsüzlükler, kara para aklama, haksız kazanç gibi son derece aşağılayıcı sıfatlarla anılır hale geldi. Bu AK Partiler arasında temel fark nedir? Temel fark şu: En başta 3Y ilkesi vardı, biliyorsunuz. AK Parti; yasaklarla, yoksullukla ve yolsuzlukla mücadele edeceğini iddia ederek toplumdan onay aldı. Şimdi yasaklar ülkesi olduk. Yoksulluk yeniden diriltildi. Yolsuzluk her yerden akıyor. Temel fark bu. 3Y ile gelen iktidar, 3Y ile gidecek. OLUMSUZLUĞU GÖRDÜM VE UYARDIM Partinin kurucularından, önemli bakanlıklarda bulunmuş biri olarak, bugün ortaya çıkanlara dair hiçbir belirti, işaret vs görmediniz mi? Olumsuz gidişatı gördüm. Görmekle yetinmedim; uyardım. Bunu sadece kendi adıma söylemem de doğru değil. Şu an DEVA Partisinde birlikte olduğum eski bakanlarımızın hepsi gördü, uyardı, yanlışlardan kurtulmak için çabaladı. Bunları hem içeride hem de dışarıda konuştuk. Özetle şunu söyledik: Önce hukukun üstünlüğü sağlanmalı dedik. Her hâl ve kârda öncelik hukuk devletinde dedik. Hukukun üstünlüğünü sağlama almazsanız, ekonomi sinyal verir. Örneğin hatırlarsanız “orta gelir tuzağı” ifadesini ilk ben kullandım. Çünkü kuralları ve kurumları işletmezseniz bir çukura düşersiniz. Kendinizle beraber tüm ülkeyi de çukura çekmeye başlarsınız. İşte şimdi görüyoruz. Bir cerahat fışkırıyor. Dar bir grup rantın kaymağını yiyor, hızlı yoldan büyük paralar kazanıyor, usulsüzlükler diz boyu sürüyor. Geniş halk kesimleri ise gün geçtikçe daha fazla yoksullaşıyor. Biz buna hiçbir zaman razı olmadık. DEVA Partisi’ni de Türkiye’nin bir çukurdan yönetilmesine son vermek için kurduk. Bugün AK Partiye baktığınızda gördüğünüz parti mi, şirket mi, örgüt mi ya da ne? Geçmişteki başarıları nedeniyle inanan ve hâlâ oy veren vatandaşlarımızı ayırarak şunu söyleyebilirim: AK Parti’de artık ilkeler veya siyasi hedefler anlamında bütünlükten bahsetmek mümkün değil. AK Parti’den istifa etme gerekçeniz bütün bunlardı o halde… Son yıllarda pek çok alanda yapılan uygulamalar ile inandığım ilke, değer ve fikirler arasında derin farklılıklar oluşunca aklen ve kalben bir ayrışma yaşadım. Yola çıkarken altına imza attığımız tüm ilkelerden vazgeçilmesi ve hatada kararlılık gösterilmesi orada durmamın anlamsızlaştığını gösterdi. Türkiye için yepyeni bir vizyona ihtiyaç vardı. Ülkemiz için her alanda doğru analizler, yeniden düşünülmüş stratejiler, planlar, programlar gerekiyor. Bunu tarihsel bir sorumluluk olarak kabul ettim ve benim gibi düşünen arkadaşlarımla harekete geçtik. Ortak akla dayanarak DEVA Partisi’ni kurduk. Halkımızın refahını yükseltmeyi ve Türkiye’yi özgürlükler ülkesi yapmayı hedefliyoruz. Bunu bizim dışımızda yapabilecek ne bir iktidar partisi var ne de muhalefet partisi. TEMEL SORUN EKONOMİK Türkiye’nin bugün temel sorunu nedir? Hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluk. Fiyatlar el yakıyor. Döviz kuru ve enflasyon yükseliyor. İnsanların satın alım gücü çok ciddi ölçüde düştü. İşsizlik rekor seviyelere dayandı. Sadece üç yılda üç milyon insan daha yoksullaştı. Sokakta vatandaş bunu iliklerine kadar hissediyor. 7-8 ayda yaklaşık 60 ilimize gittim. Her gittiğim yerde bunu gördüm. Ülkemizin asıl düşmanı hayat pahalılığıdır, işsizliktir, yoksulluktur. Türkiye bir anlamda ekonomik buhran, kriz içinde. Nasıl çözülecek ekonomik sorunlar? Bir yol haritanız var mı? DEVA Partisi’nin işinin ehli kadroları iktidarının ilk 90 ve 360 gününde uygulamaya koyacağı politikaları hazırlamaya başladı. Acil eylem planlarımızı ve yapısal sorunların yapısal çözümlerini geliştirip halkımızla paylaşıyoruz. Tarım eylem planımızı açıkladık, çiftçinin karşılaştığı yakıcı sorunlara acil eylem önerilerini getirdik. İktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde uygulamaya koyacağız. Örneğin çiftçinin borçlarını iki yıl faizsiz ertelemek, kullandığı mazotun ÖTV’sini iade etmek, gübrenin yarısı oranında destek vermek, elektriği çiftçiye ucuza sağlamak, hayvan yemi maliyetinin yüzde 50’sine kadar karşılamak gibi kısa sürede atacağımız adımlar olacak. Ekonomi alanında da yetkin kadrolarımız bir planlama yapıyorlar. Biz öncelikle hukukun üstünlüğünü ve güveni tesis edeceğiz. Hukuk olmadan temel çürük oluyor. İşte görüyoruz, kimse Türkiye’ye güvenip yatırım yapmıyor. Sadece yabancı yatırımcıyı kast etmiyorum, kendi vatandaşlarımız da parasını yurtdışına çıkarıyor. O yüzden önce hukukun üstünlüğünü tesis edeceğiz. Kurumlara güveni sağlayacağız. Bu iklimde Türkiye yatırımların da adresi olacak. Bunun neticesinde işsizliği gerileteceğiz. Ülkemizin derin bir nefes almasının parolası bu. Bunlar lafla olacak şeyler değil, icraat gerek. 130 MİLYAR DOLAR CAYIR CAYIR SATILDI MB’nın 128 Milyar Doları bir anlamda buharlaştı. Bunun ülkeye maliyeti ne oldu? Bir inat uğruna, akraba bakan ile taraflı cumhurbaşkanı el ele verip 130 milyar doları cayır cayır sattı. Yetmedi 60 milyar da borca soktu. Ülkenin Merkez Bankasını, para basa kurumunu borca soktular. İnanılır gibi değil. Bunun maliyeti; paramız pul oldu. Türk Lirası’nın değeri yerlerde sürünüyor. İşsizlik günbegün artıyor. Halkımız günbegün fakirleşiyor. Benim ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemde Merkez Bankası döviz rezervlerini 136 milyar dolara kadar çıkarmıştık. Rezervler yanlış zaman ve yanlış şekilde satılmasaydı şu pandemi döneminde vatandaşımız kendi kaderine terk edilmeyebilirdi. Pandemi döneminde vatandaşa verilen destekler çok cılız kaldı. Vatandaş daha çok borçlandırıldı. Kredi ile evini geçindirmeye çalıştı. O kredilerde bile devlet yanlış müdahalede bulundu. Yani rezervlerin satılması hem vatandaşımızı fakirleştirdi hem ülkemizi güçsüzleştirdi hem de piyasadaki hareketliliklere karşı korumasız hale getirdi. Bir ülkenin merkez bankasının döviz rezervleri ekonomik korunmanın en önemli araçlarından birisidir. Hava savunmasında füze sistemi neyse, ekonomi korumasında da döviz rezervleri ona benzer. Ülkemiz savunmasız bırakıldı. “ÇÜNKÜ BİLMEDİĞİNİ BİLMEZDİ” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz düşerse enflasyon düşer tezi var. Sizin bakanlığınız zamanında Erdoğan’ın böyle bir tezi var mıydı? Evet, vardı ama ekonomi politikalarını belirlerken iktisat bilimine önem verdiğimiz için bu yanlış teze kulak asmıyorduk. Kendisine müdahale ettirmiyorduk. Sayın Erdoğan bu tezini söyleyip dururdu, çünkü bilmediğini bilmezdi. Hâlâ bilmiyor bilmediğini. Bu ifadeleri para politikaları kurulunun kararını etkilemiyordu. Çünkü Merkez Bankası’nın bağımsız çalışmasının güvencesiydik. Bizden sonraki dönemi gördük, Merkez Bankası yol geçen hanına döndü. Bir başkan gidiyor, öbürü geliyor… Neticede doğrusunu gördük: Sayın Erdoğan sebep; yüksek kur, yüksek faiz ve yüksek enflasyon sonuç. Enflasyon da faiz de çift hanelerde. Şu anda taban faiz yüzde 19. Avrupa’nın en yüksek faizi. Kimse suçu sağa sola atmasın. Bu, kötü yönetimin eseri. Şimdi Sayın Erdoğan çıkıp açıkça özür dilemeli: Bir yanlış tezin dayatılması yüzünden, istişaresiz tek kişinin aklına estiği şekilde ülkemizin yoksullaşması yüzünden tüm halkımızdan ve meydanlarda hedef gösterdiği değerli bürokratlardan özür dilesin. “KİME İNANDIRICI GELİYOR Kİ?” Başta enflasyon oranı olmak üzere TÜİK’in açıkladığı oranlar (işsizlik vs.) size ikna edici geliyor mu? Kime inandırıcı geliyor ki? Ben zaten bu verilere “makyajlı veriler” diyorum. TÜİK’e de “Rakamları ayarlama enstitüsü.” Ama o makyajlı verilerle bile artık gizleyemiyorlar. Türkiye’yi işsizliğin kol gezdiği ülkeye çevirdiklerini itiraf ettiler. Türkiye ekonomisi nasıl ayakta duruyor? Ben ayakta duran bir Türkiye ekonomisi göremiyorum. Yakın dönemin en büyük ekonomik krizini yaşıyoruz. Cumhurbaşkanı’nın tek gecelik imzasıyla, anlık bir kararıyla, televizyona çıkıp ettiği laflarla kırılgan hale gelen bir ekonominin ayakta duran bir ekonomi olduğunu söylemek çok zor. Kendinizi siyaseten konumlandırınız yer neresi, merkez, merkez sağ ... Biz merkezi insan olan demokrat bir partiyiz. Sağ-sol gibi önceki yüzyılın kelimeleriyle kendimizi tanımlamıyoruz. Hak ve özgürlüklerden taviz vermeden, herkesin kendi kimliğiyle yer aldığı, öteki-beriki ayrımının olmadığı bir partiyiz. Sosyal politikalarla vatandaşın güçlendirilmesini de savunuyoruz, kurumların güçlü olmasını da. Biz ortak gelecek tasavvurunda bir araya geldik. Çeşitlilik en büyük gücümüz; tıpkı Türkiye gibi. GÜÇLÜ MECLİS, GÜÇLÜ HÜKÜMET VE GÜÇLÜ YARGI ŞART Parlamenter Sisteme dönüş Türkiye’nin sorunlarını aşmada nasıl bir katkı sunar? Hayatî bir katkı sunar. Türkiye şu anda yönetilemiyor. Güçlendirilmiş parlamenter sistem; Türkiye’yi yönetilebilir bir ülke haline getirecek. Biz kurulduğumuz ilk gün, yani 9 Mart 2020’de güçlendirilmiş parlamenter sistemi vaat ettik. Aklımızdaki sistem özetle; güçlü meclis, güçlü hükûmet ve güçlü yargı. Cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olmasını sağlarsak siyasetin önünü açarız. Bakanlara daha çok yetki ve sorumluluk verirsek, herkes ilgilenmesi gereken sorunlarla ilgilenir. Yerel yönetimleri güçlendirirsek, yerelin sorununu daha iyi kavrayan insanlara yetki kazandırırız. Meclisimizi yeniden ayağa kaldırarak iktidar partisinin uzantısı olmaktan çıkartırız. TBMM’yi bir diyalog kürsüsü ve sorunların çözüldüğü bir noktaya taşırız. İfade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldırırsak soru soran, hakkını arayan bir Türkiye’yi hep birlikte inşa ederiz. Yargının tarafsız ve bağımsızlığını sağlarsak, yargıya olan güveni sağlarız. Bu güven muhakkak ekonomiye de yansır, toplumsal huzurumuzu da artırır. Kendinizi hangi ittifaka daha yakın hissediyorsunuz? Ya da kendinize yakın gördüğünüz parti var mı? DEVA Partisi ☺ PARTİ KAPATMAK ÇÖZÜM DEĞİL HDP’yle ilgili kapatma davası kabul edildi. Parti kapatmak neyi çözecek? Hiçbir şeyi çözmeyecek. Daha önce defalarca kapatıldı, ne çözüldü? HDP’ye oy veren 6 milyon insanın iradesine ciddi bir saygısızlık. Demokrasilerde, demokratik meşruiyet önemli bir kavramdır ve kaynağını halktan alır. Eğer bir kişi hakkında suç iddiası varsa, buna bağımsız ve tarafsız yargı sadece o kişiler özelinde karar verir. Siyasi parti kapatarak hiçbir sorununuzu çözemezsiniz. Dahası, sorunları çözecek bir kapasiteniz olmadığını da ilan edersiniz. Bildiğiniz tek şeyin baskı olduğunu kabul etmiş olursunuz. KÜRTLER KIRGIN, KÜRTLERE HAK VERİYORUM Siyasi iktidarın ve ortağının HDPyi bu kadar ötekileştirmesi Kürtleri nasıl etkiliyor sizce? Kürtlerde ciddi bir kırgınlık olduğunun farkındayım. Bu noktada Kürtlere hak veriyorum. Belediye başkanı seçiyorlar, kayyum atanıyor. Bir partiye oy veriyorlar, parti kapatılmak isteniyor. Seçtikleri vekiller tutuklanıyor. Bu bir kesimin gönül dünyasında kırgınlık yaratıyor. Öfkeye sebep oluyor. Bizim için aslolan bu ülkedeki hiçbir kesimin duygusal kopuş yaşamaması. Türkiye’ye ve buradaki birlikteliğe inanmaktan vazgeçmemesi. Bu topraklar yüz yıllardır birlikte yaşadığımız topraklar ve bu ülke hepimizin ülkesi. Hissiyatın herkes için “benim ülkem” olmasını sağlamak zorundayız. Mevcut iktidar ve küçük ortağının bunu yapacak bir vizyonu yok. MHP’nin AK Parti üzerinde kurmuş olduğu bu vesayet normal mi? Bu sistemi Sayın Erdoğan istedi. MHP’ye bu kadar muhtaç kalmasından dolayı kendisine “Halinizden memnun musunuz?” diye sormak lazım. Neyin ne kadar farkında emin değilim. Bir kere sokağa çıktı “Ekmek alamıyorum” diyen vatandaşa “Abartıyorsun” dedi. Etrafındaki koruma ordusundan zaten halkla temas etmesi çok zor. Bulunduğu yerden bakınca her şey güllük gülistanlık gözüküyor. Bu düzenden memnun olan üç beş kişiden biri olabilir. Bu vesayete AK Parti içinden neden itiraz yükselmiyor? Yükselmez olur mu? Baksanıza, küçük ortağın arka bahçesi olan mafya şu an siyasi bir aktör oldu. Menfaat şebekeleri kurulmuş. Siyaset, bürokrasi, mafya, kimi medya mensupları derken irin saçılıyor. AK Partili dostlarımızın bu düzenden memnun olduğunu zannedenler yanılıyor. Zamanında AK Parti’ye gönül veren dostlarımız hak ve özgürlük arayışının ne demek olduğunu iyi bilirler. İktidarın ülkemizi içine soktuğu bu korku tünelinden AK Parti’ye oy veren dostlarımızla el ele vererek çıkacağız.