ü
Merkez Bankası sıkılaştırma ve enflasyonla mücadele kapsamında faiz artışı devam ederek 21 Eylül Para Politikası Kurulu toplantısı kararıyla 500 puan arttırıldı. 7 Eylül’de 2024-2026 yılı için hazırlanan Orta Vadeli Plan’ın açıklanmasından sonra bir anda piyasalarda ve bazı kredi derecelendirme kuruluşları, Dünya Bankası’nın Türkiye’ye üç yıl içinde vereceği 35 milyar dolarlık kalkınma eksenli proje kredileri haberleri basında ve hükümet kanadında Şimşek ve ekibinin dünya finans piyasasında kabulü olarak yorumlandı.
ü
Aslında çoğumuz OVP'nin beklentileri karşılamaktan uzak, bir tür dilekler listesi, yapısal reformların bahsinin dahi geçmediği, kamunun tasarrufa tenezzül etmediğinin ispatı niteliğinde 78 sayfalık bir doküman olduğunu biliyoruz.[1] Amaç zaman kazanmak ve şu an olanlar çok riskli bir tür kumar. Görüşlerimi biraz geçmişe giderek ve yine akademik makalelerle destekleyerek açmaya çalışacağım. Bir orta vadeli program düşünün ki bir çıpa yok, herhangi bir söz yok. Gerçi Merkez Bankası’nın % 5’lik bir enflasyon hedefi var ama ne o hedefe yaklaşmak mümkün ne de o hedefi tutturamamanın bir maliyeti, hesap verilebilir bir karşılığı var.ü
OVP sunumundan sonra Fitch kararı ardından bir yandan Birleşik Arap Emirlikleri ile imzalanan 51 milyar dolarlık çerçeve anlaşmadan ülkeye kaynak gireceği beklentisi sıcak tutulsa da henüz böyle bir para ülkeye girmiş değil. Dünya Bankası'nın Türkiye ile devam eden 17 milyar dolarlık proje bazlı desteğinin yanı sıra 3 yıl içinde 18 milyar dolar daha mali yardım vereceğini açıklaması, ABD’li yatırım bankası JP Morgan "TL artır" tavsiyesi vermesi, yatırımcılarına TL’nin ve TL cinsinden varlıkların ucuz ve rekabetçi olmasından dolayı bir alım fırsatı olarak değerlendirilebileceğini önermesi adeta ekonomi ekibi ve başarısı ile ilgili pespembe bir hava oluşturdu.
ü
Bu hava 1997 Temmuz ayında Tayland’dan başlayarak, domino etkisiyle sırasıyla Güney Kore, Malezya, Filipinler, Endonezya ve bir ölçüde de Hong Kong’u içine alacak şekilde etkili olan finans ve borç krizi sarmalından önceki yalancı baharı benziyor. 1997 Temmuz'unda ayında havlu atacak ve sabit kur rejimini bırakacak Tayland ve Malezya ekonomilerine övgüler düzüyor, sermaye piyasalarını en hızlı biçimde ve başarıyla açan ülkelerin ilk sıralarında gösteriliyorlardı. Zamanın IMF Direktörü Michel Camdessus'un 17 Haziran 1997'de World Affairs Council of Los Angeles California'da yaptığı konuşma metninden bir bölüm yaklaşan krize dair nedense tek bir ima bile taşımıyor.
...
"Ayrıca, yabancı sermaye hareketlerine yönelik rekabetin, sermaye çeken ülkelerin ihtiyatlı politikalar izlemeleri ve yurt içi yatırım ortamlarını iyileştirmeye yönelik yeni reformlar gerçekleştirmeleri için güçlü bir teşvik olduğunu da gözlemliyorum. Bu bağlamda, sermaye piyasaları ekonomik reform, yatırım ve büyümeden oluşan bir "erdemli döngü"nün geliştirilmesine yardımcı olmaktadır. Bu, önümüzdeki yıllarda küresel ekonominin sağlığı ve dinamizmi açısından da iyiye işarettir. ... Bir dizi ülkenin sermaye hareketleri ile ilgili dersleri aldığını ve bunlara göre hareket ettiklerini bildirmekten memnuniyet duyuyorum (1994 Meksika krizi sonrası gelişmekte olan ülkelerin sermaye piyasası politikalarına istinaden konuşuyor.) Dünya çapında birçok ülke finansal sistemlerini güçlendirmek için önemli adımlar attı. Malezya, yüksek büyümeden kaynaklanan baskıları yönetmenin, yabancı sermaye hareketleri ve yükselen emlak piyasasına rağmen sağlam bir finansal sistemi sürdürmenin zorluklarının çok iyi farkında ülkelere iyi bir örnektir."Bu konuşmadan tam 15 gün sonra Tayland kur atağına yakalanacak ve sabit kur rejimini bırakacaktı. Malezya ise yabancı sermaye hareketlerini nasıl kısıtlayacağının derdine düşmüştü.
ü
Finansal piyasaların, özellikle de panik zamanlarında çoğunlukla sürü davranışıyla karakterize edildiği uzun zamandır biliniyordu. Kredi derecelendirme kuruluşlarının bu nedenle, finansal krizleri tetiklememek veya şiddetlendirmemek gibi özel bir sorumlulukları var.
Aslında konuyu tam da buraya bağlayacağım. İşlerin görünürde iyi gitmesi, uluslararası finans derecelendirme kuruluşlarının yöneticilerinin ülkenin ekonomi politikalarına övgüler yağdırması, beklentileri olumlu yönde değiştirme çabalarına işarettir. Öyle ki 1999 yılında yayınlanan bir makalede Ferri, Liu ve Stiglitz derecelendirme kuruluşlarının, kriz öncesi aşırı olumlu beklentilere girebildikleri ve bunu kredi notlarına yansıttıkları ancak işler tersine döndüğü vakit ise ülkenin olumsuz makroekonomik göstergelerinin gereği olan notun da çok altında değerlendirme yaptıkları ve aşırı tedbirli davrandıklarını göstermiştir.
ü
Makale, derecelendirme kuruluşlarının aşırı iyimser davranarak hem Doğu Asya krizi öncesi notlarında hem de kriz sonrası not düşüşlerinde temel makro ekonomik göstergelerden ziyade niteliksel kararlara daha fazla ağırlık verdiklerini, dolayısıyla derecelendirirken olumsuz beklentilere daha hassas tepki göstererek 97 krizinin ağırlaşmasına katkıda bulunmuş olabileceklerini öne sürüyor. Dahası, makale derecelendirme kuruluşlarının Doğu Asya krizini tahmin edemeyerek hatalar yaptıktan sonra neden aşırı tedbirli hâle geldiklerini açıklıyor. Derecelendirme firmaları, hatalarının onlara verdiği zarardan kurtulmak ve itibar sermayelerini yeniden inşa etmek için kriz sonrası daha muhafazakâr olma yönünde hareket ediyor.
ü
Finansal piyasaların, özellikle de panik zamanlarında çoğunlukla sürü davranışıyla karakterize edildiği uzun zamandır biliniyordu. Kredi derecelendirme kuruluşlarının bu nedenle, finansal krizleri tetiklememek veya şiddetlendirmemek gibi özel bir sorumlulukları var. 7 Eylül OVP sonrası peş peşe gelen Goldman Sachs, Fitch, Moody's'in açıklamaları ve bu aşırı olumlu havanın yıl sonuna kadar süreceğini tahmin ediyorum.
ü
Türkiye'de 2021 Kasım'ında kıyısından döndüğü döviz krizinden beri sabit gelirlilerin ve orta sınıfın alım gücünün hızla gerilediği süregelen kriz ortamı yaşanıyor. Covid-19 sonrası bol keseden dağıtılan ucuz krediler bir aşırı borç verme sendromuydu. Tüm Merkez Bankaları faiz arttırırken faizleri % 19'dan % 8,5'a kadar düşürdükten sonra yaratılan lira bolluğu gayrimenkule, arabaya, borsaya ve emtiaya kaymıştı. Kredi bollaşması enflasyon olarak bize döndü ve hâlâ kucağımızda ve yakıcılığı sürüyor. Ancak henüz hiperenflasyon (aylık % 50 ve üzeri enflasyon) yaşamadık ve dövize yana yakıla ihtiyacımız var ve hâlâ ayakta duran bir ekonomi iktidarın başarısı mı? Bu konuyu Korkut Boratav Hoca da mülakatında vurguluyor.[2] O halde soralım: Hangi göstergelere dikkat etmek lazım? Ne olursa bir ödemeler dengesi krizi patlak verebilir? Kriz anını tahmin edebilir miyiz? Gayrimenkul ve otomobil piyasaları birlikte hareket ediyor mu? Borsaya taze açılan ve fiyatları defalarca tavan yapan şirketlerin esas amacı nakit sıkışıklığını mı gidermek?ü
Borsaya akın akın koşan, elindeki üç kuruşu 10 kuruş yapma hayali kuran ve böylece sabit ve enflasyonun altında ezilen gelirini arttırma çabasındaki 2 milyonu bulan bireysel yatırımcı hangi saiklerle karar alıyor? Bankada KKM'de parası olan yüzbinler için saatli bomba ne zaman patlayacak sorusunun cevabı çok önemli. Piyasa güveninin aniden değişmesine, beklentilerin olumsuza dönmesine sebep olacak gelişmeler neler olabilir? Bunların ilk işaretleri neler olabilir? Hangi verilere dikkat etmekte fayda var?
ü
Bankada KKM'de parası olan yüzbinler için saatli bomba ne zaman patlayacak sorusunun cevabı çok önemli. Piyasa güveninin aniden değişmesine, beklentilerin olumsuza dönmesine sebep olacak gelişmeler neler olabilir?
ü
Temel ekonomik göstergelerin kötü durumuna ilişkin kötüleşen beklentiler nedeniyle piyasa güveninin aniden değişmesi en büyük risktir. Gayrimenkul satışlarında, borsa endeksinde düşüş, iflas ve konkordato ilanlarında, takipteki kredi oranlarında artışla kendini gösterebilir. Reel sektörde küçük ve orta ölçekteki işletmeler borç erteleme, yapılandırma taleplerinde ani bir artış gözlenebilir.
ü
Türkiye çok uzun süredir milli gelirin yaklaşık yüzde 5-6'sı arasında bir cari açık vermektedir. Bu inatçı cari açık ülkede temelden bazı şeylerin gitmediğinin göstergesidir. Bunun çözümü lirayı değersiz kılmak değildir. Zaten denenmiş ve işe yaramadığı görülmüştür. Cari işlemler açığının nasıl finanse edildiği çok önemlidir. Geçtiğimiz yıl 25 milyar dolar civarındaki ne hata noksan açığın önemli bir kısmını kapatmıştı. Borç Ödemelerinin İhracata oranı ise 2021'de % 25,4 olarak gerçekleşmiştir. 2020'de 87,19 milyar dolar, 2021'de ise 73,48 milyar dolar borç ödemesi gerçekleşmiştir. Türkiye'nin açıklık oranı, yani ihracat ve ithalatının toplamının GSYİH'ya oranı % 80,5 dur. Türkiye ekonomisinin dışa entegre bir ekonomi olması aslında pek çok konuda daha temkinli kararlar alınmasını gerektirmektedir.
ü
Cari işlemler dengesizliklerinin sürdürülebilirliğini değerlendirmek ise kolay bir iş değildir. Aslında, cari açıklarının ve bunun sonucunda ortaya çıkan net dış yükümlülük birikiminin aşırı boyutlara ulaşıp devalüasyon beklentilerini, spekülatif çıkışları ve finansal krizleri hangi anda, ne oranda tetikleyeceğini belirleyecek bağlayıcı bir kriter mevcut değildir. Cari hesap dengesizliklerini değerlendirmeye yönelik en standart teorik kriter ödeme gücü kavramıdır. Borçlanmasının gerçek maliyetinden daha hızlı oranda dış borç biriktiren bir ülke sonsuza kadar borçlanamaz. Kalıcı cari işlemler açığı, dış rekabet gücü sorunuyla ilişkilidir. Tayland ve Malezya'nın 1997 krizi öncesinde büyük ve kalıcı Cari İşlemler açıkları vardı. 1997 krizi öncesi Cari açığın milli gelire /(GSYİH) oranı 1993'te Tayland'da % 5,7 iken 1995'te % 8,4'e çıkmıştı. Türkiye'nin cari açığının milli gelire oranı 2011'de % 8,9, 2022 için % 5,4% dur. Bu yıl için de % 6 olarak tahmin edilmektedir.
ü
Ancak borçları çevirebilme/ödeyebilme kriteri çok katı bir kriter değildir. Bir ülke, gelecekte uygun büyüklükte ticaret fazlaları üretebildiği sürece, bugün bir süre çok büyük ve kalıcı cari açıklarla karşı karşıya kalmasına rağmen ödeme gücünü koruyabilir. Borç ödeme gücünün bilinen en iyi testi, dış borcun GSYİH'ye oranının artmamasıdır. Uzun vadede faiz oranının üretimin büyüme oranını aştığı varsayımı altında, istikrarlı bir borç/GSYİH oranı ödeme gücü için yeterli bir koşuldur. Diğer bir önemli nokta tasarrufların neden azaldığıdır. Tasarruflar eğer kamunun bozulan bütçe dengesiyle ilgiliyse bu özel tasarrufların azalmasından daha ciddi bir durumdur. Çünkü özel tasarruflardaki düşüş geçici bir olgu olması daha muhtemelken, kamu sektörü açıklarındaki artış genellikle dış borcun geri dönüşü olmayan bir şekilde birikmesiyle sonuçlanan kalıcı bir değişime işaret etmektedir.
ü
Dış borçların artışı da tehlikeli boyutlara geldi. En önemli risk unsurlarından biri olan dış borç stoğu 475,7 milyar doları, dış borcun GSYİH'ya oranı ise % 52,53 bulmuş durumda. Bu oran, Doğu Asya krizi ülkelerinin dış borçlarının milli gelirlerine oranı 1997 yılında % 33 ile % 57 arasındaydı.
ü
Dış borçların artışı da tehlikeli boyutlara geldi. En önemli risk unsurlarından biri olan dış borç stoğu 475,7 milyar doları, dış borcun GSYİH'ya oranı ise % 52,53 bulmuş durumda. Bu oran, Doğu Asya krizi ülkelerinin dış borçlarının milli gelirlerine oranı 1997 yılında % 33 ile % 57 arasındaydı. Ocak 2023'te 161 milyar dolar olan kısa vadeli dış borcumuz 6 ay içinde 50 milyar dolar artmıştır. 2023 Temmuz itibariyle Türkiye'nin bir yıl ve daha az vadeli toplam dış borcu 210 milyar dolardır. Bu borcun %19,9'u kamu bankalarının, % 22,1 Merkez Bankası'nın, % 58'i de özel sektöre ait borçlardır. Kısa vadeli dış borç stoğu haziran ayında % 11,2 artmıştır. Merkezi yönetimin borcunun milli gelire oranı 2018'de 29,4 iken 2021'de % 42,7 olmuştur. Bu yılın bütçe açığının GSYİH'ya oranı geçen sene % -2,6 iken daha Ağustos 2023 itibariyle % -7,8'e çıkmıştır. Bu merkezi yönetimin tasarruf yapmayı bıraktığı ve cari açığın (tasarruf açığının) önemli bir sebebini oluşturduğu ortadadır. Bütçe giderleri % 94,9 artarken gelirler sadece % 69,6 olarak gerçekleşmiştir. Kamu tasarruf yapmaktan çok uzaktır. 2001 krizinden çıkılmasında önemli bir çıpa rolünü üstlenen mali disiplinden artık eser kalmamıştır.
ü
Bir ülkenin borç ödeme kapasitesinin bir diğer kriteri de kaynak dengesi açığının hesaplanmasıyla elde edilir. Borç/GSYİH oranının arttığı bir ülkede kaynak dengesi açığı; bu açık, mevcut ticaret dengesi ile uzun vadede borcun GSYİH'ye oranını istikrara kavuşturmak için gereken ticaret fazlası arasındaki farktır. Ticaret açığının GSYİH'ye oranı ve borcun GSYİH'ye oranı yüksek olan veya reel faiz oranı ile ekonomik büyüme arasında büyük fark olan ülkeler daha yüksek ticaret fazlası vermenin yollarını aramak zorundalar. Bu noktada Türkiye'nin durumu ilginç. Bugün Türkiye'de reel faizlerin negatif olması iç borçlanma ile finanse edilen genişlemeci maliye politikalarının özellikle siyasi konjonktürler için büyük avantaj yaratır. Bir anlamda iktidarın can yeleğidir ve kolay vazgeçemeyecekleri bir olgudur. Doğu Asya krizinde kamu sektörü bu tarz bir risk taşımıyordu.
ü
Dış dengesizliklerin sürdürülebilirliği kavramı da önemlidir. Sürdürülebilirlik hem ülkenin ödeme istekliliğiyle hem de alacaklıların borç verme istekliliğiyle ilişkili olabilir. Yabancı alacaklılar ülkenin yükümlülüklerinden vazgeçeceğine inanırsa, daha yüksek bir temerrüt primi talep edeceklerdir. Hangi koşullar altında ticaret dengesinde keskin dönüşlerin meydana gelme olasılığı daha yüksektir? Bugün itibariyle Türkiye'nin CDS (credit default swap) değeri 376,88 civarındadır ve default olasılığı yüzde 6,28'e inmiştir. Son beş yılın en yüksek değeri (908,40) ile Temmuz 2022'de ve en düşük değeri 152,28 ile Ocak 2018'de gerçekleşmişti.
Enflasyon, cari işlemler ve dış borcun sürdürülebilirliğinin analizinde de önemlidir. Türkiye'nin son iki yıllık enflasyon karnesi zayıflarla doludur. 2021 Eylül'ünde başlayan ve ancak Haziran 2021'te sona eren parasal genişleme ekonomik dengeleri altüst etmiştir.
Büyük cari işlemler açığı, mevcut ve beklenen ekonomik büyümenin yüksek olduğu durumlarda sürdürülebilir olarak algılanabilir. Bununla birlikte, paradoksal olarak yüksek ekonomik büyüme, ekonomik genişlemenin gelecekte de devam edeceğine dair aşırı iyimser inançlara yol açarsa, bu durum ekonomiyi krize karşı savunmasız hâle getirebilir. Bu tür beklentiler hem tüketim ve yatırım patlamasına hem de artan talebin finansmanını kolaylaştıracak büyük sermaye girişlerine yol açabilmektedir. Özellikle 2010'dan sonra bollaşan global likidite ithalatı, inşaat ve perakende sektörüne dayalı büyümeyi destekledi. Dışarıdan rahatça sermaye gelirken göze batmayan bazı temel problemler kaynak akışı durunca yüzüstüne çıkıverdi. Uzun vadeli üretim perspektiflerine ilişkin gerçekçi olmayan beklentiler, Türkiye'nin yabancı sermayeye aşırı bağımlı ve cari hesap dengesizliklerine dayalı bir stratejisinin riskinin ve maliyetlerinin küçümsenmesine katkıda bulundu.
ü
Yurt dışından borçlanmak, tüketim yerine yeni yatırımları finanse ettiği sürece sürdürülebilirlik açısından daha az tehlikelidir. Tasarruf oranlarındaki düşüşün eşlik ettiği cari işlemler açığı, artan yatırımların eşlik ettiği açıktan daha sorunludur. Ancak bu, yatırımın geri dönüşünün en az ödünç alınan sermayenin maliyeti kadar yüksek olduğu anlamına gelir. Ayrıca, yüksek yatırım oranlarının, ticaret yapılan sektördeki üretim kapasitesinin artmasına katkıda bulunduğu varsayılır. Peki ya ihracat üretim kapasitesi istendiği hızda artmıyorsa? Türkiye'nin yaşadığı sorunların başında ihracat yapan sektörlerin yeterince hızla sermaye yenilemesine gitmemeleri ve Çin ve benzeri ülkelerle rekabette sıkıntılar yaşıyor olmalarıdır. İlk yapısal reformlar ara malları üretiminin derinlemesine analizinin yapılmasını gerektirmektedir. Öte yandan, yatırım patlaması ticarete konu olmayan sektörlerle sınırlıysa (ticari, konut, perakende) sınırlıysa, ülkenin dış borç yükümlülüklerini geri ödeme yeteneği de yine ticarete konu olmayan sektör yatırımlarının ihracatın verimliliği üzerindeki dolaylı etkileriyle sınırlıdır. Son dönemde yatırım oranı düşüşe geçmiştir. Mart 2022'de % 37,6 olan Yatırımların GSYİH'ya oranı Ekim 2022'de % 33,1 olarak gerçekleşmiştir.
ü
Birim sermayenin verimliliği (Incremental capital output ratio) ICOR, genel yatırım verimliliğinin iyi bir ölçüsüdür; düzeyi ve zaman içindeki değişiklikleri, sermaye verimliliğine ilişkin geniş bir tahmin sağlar. ICOR artarsa yatırım verimliliği düşer. Firmaların borç/özsermaye oranları ve karlılıkları da takip edilmesi gereken verilerdir ve kriz habercisi olabilirler. 2011'de 3 civarı olan bu oran 2019'da 9'a yaklaşmıştır. Yani bir birim ekonomik büyüme elde edebilmek için gerekli olan sermaye artışı (yatırım) son 10 yılda artmış, sermaye bolluğu, krediye rahat ulaşım sermaye verimliliğini çok hızlı azaltmıştır. Toplam Faktör Verimliliği de 2017'den beri 0,9 civarında seyretmekte, bu da ekonominin verimsizliğinin önemli bir göstergesidir.
ü
Enflasyon, cari işlemler ve dış borcun sürdürülebilirliğinin analizinde de önemlidir. Türkiye'nin son iki yıllık enflasyon karnesi zayıflarla doludur. 2021 Eylül'ünde başlayan ve ancak Haziran 2021'te sona eren parasal genişleme ekonomik dengeleri altüst etmiştir. En dikkat çekici nokta 2021'in ikinci yarısından sonra artan hisse senedi ve emlak fiyatları olmuştur. Türkiye 2022-23 arasında % 33 civarı reel fiyat artışlarıyla dünyada emlak fiyatları en hızlı artan ülke olmuştur. Borsaya ilk kez açılan şirketlerin sayısında ve frekansında da dikkat çekici bir artış gözlenmektedir. Halka arzlar likidite sıkıntısı içinde ve krediye erişimi zor olan firmalar için bir alternatif midir? Sözcü gazetesinin haberine göre yılın ilk 8 ayında halka arzlara katılan yatırımcı sayısı yaklaşık 42 milyon olmuştur. Merkezi Kayıt Kuruluşu verilerine göre, 31 Ağustos tarihine kadar 32 şirket halka arz olurken, toplam yatırımcı sayısı 41 milyon 737 bin 120 oldu. Öte yandan eylülün ilk haftasında gerçekleşen halka arzlarla birlikte bu sayı 34'e ulaştı.[3]ü
Döviz kuru krizi veya bir finansal panik durumunda ise tüm likit varlıklar potansiyel olarak dövize çevrilebilir. Asya krizinden birkaç yıl önce (1994'de) bu oran Güney Kore için 9,1 iken Arjantin ve Brezilya için 3,6 idi. İlginçtir ki Türkiye için de şimdilik 3,63'tür.[4] Merkez Bankası'nın rezervleri Haziran 2023'te 2,29 aylık ithalatı karşılarken Temmuz 2023'te is 1,9 aylık ithalatı karşılayacak duruma inmiştir. Bu da başlı başına bir risk teşkil etmektedir.
ü
ü
Siyasi ve finansal ortama ilişkin beklentilerdeki bozulma ise, ödemeler dengesi ve döviz kuru krizine katkıda bulunabilir. Mart 2024 seçimleri, anayasa tartışmaları, ülkedeki sığınmacılarla ilgili sosyal gerginlikler siyasi krizlere yol açma potansiyeli yaratabilecek konuların başında gelmektedir. Son altı ayda borsaya açılan şirketlerin büyüklükleri, sermaye yeterlikleri, hisse dağılım ve fiyat hareketleri borsada spekülatif balon riski oluşturmaktadır. Bu şirketlerden birkaçının hisse senetlerindeki ani bir kayıp borsada paniğe yol açabilir, sağlıklı şirketlerin hisse fiyatları da bu belirsizlikten etkilenebilir. Bist-Tüm endeksinin 2021 ortalama getirisi % 24,9 iken bu oran 2022'de % 194,7, 2023'ün Ocak-Mayıs arasında ise ortalama % -14 olarak gerçekleşmştir. Son 6 ayda Borsa istanbul'a açılan şirketler ve artan yatırımcı sayısı Keynes'in "kumarhane kapitalizmi" benzetmesini hatırlatmaktadır. Mahfi Eğilmez hocanın 2011'de belirttiği gibi "Keynes, 1936’da yayımlanan Para, Faiz ve İstihdam Genel Teorisi kitabında “Bir ülkenin sermayesinin gelişimi, bir kumarhanenin yan ürünü hâline gelmişse yapılanlar yanlış demektir” diyerek bu konuya dikkat çekiyor. Son iki yıldır küresel krizin hemen her gününde yaşananlar küresel sistemin giderek bir kumarhane hâlini almaya başladığını ortaya koyuyor ve Keynes’i kimbilir kaçıncı kez haklı çıkarıyor".[5] 2011 yılına ait bu satırlar nispeten genç Türkiye sermaye piyasasının iki yıldır içinde bulunduğu 17. yüzyıl başındaki geçmişte lale çılgınlığı ile 2021'deki NFT ve sanal arsa balonuna ne kadar da benziyor... Bir diğer konu da takipteki alacaklar meselesidir. Yüzdürülen ve ödenme ihtimali olmayan kredilerin toplam kredilere oranını tam olarak bilemiyoruz. Veriler kredilerin sadece % 1,65 inin sorunlu olup takibe düştüğü söylense de batık kredilerin 500 milyar lira civarında olabileceği bankacılar tarafından sıklıkla ifade edilmektedir.[6] Sabit ve dar gelirli vatandaşların bireysel kredi ve kredi kart borçları takipteki krediler içinde şimdilik % 23 civarındadır. Neredeyse ödenemeyen her yüz bin liralık borcun 25 bini ferdi kredi ve takipteki kredi kartları borcu olarak gözükmektedir. Son faiz artışlarıyla yeniden yükselişe geçen kredi faizleri kredi kartı faizlerini de yukarı yönde hareketlendirmiştir. Kredi kartı borçlarının her ay asgarisini ödeyerek idare eden milyonlarca insanın pek yakında ödeme güçlüğüne girme ihtimalini bulunmaktadır. İnşaat, imalat ve enerji dağıtım şirketlerinin takipteki kredilerinin toplam takipteki kredilere oranı % 41'dir. Batık kredilerin miktarı ile döviz krizlerinin boyutu ve zamanlaması arasında da güçlü bir korelasyon olduğu bilinmektedir. Merkez Bankası rezervlerinin 2018'den bu yana çarçur edilmiş olması, borçlarını normal şartlarda sorunsuz ödeyebilecek bir ülkeyi bile zor duruma düşürebilir. Mevcut rezerv stoğunun genel dış borç yüküne oranla düşük olması durumunda kısa vadeli likidite sorunu yaşanabilir. Merkez Bankasının toplam rezervleri 121,5 milyar dolar, swap hariç rezervleri ise eksi 58 milyar dolar civarındadır. Bir ülkenin dış yükümlülüklerinin büyük bir kısmı kısa vadeli ise, kriz saf likidite açığı şeklini alabilir: yani kısa vadeli yükümlülüklerini yenileyemez. Döviz kuru krizi veya bir finansal panik durumunda ise tüm likit varlıklar potansiyel olarak dövize çevrilebilir. Asya krizinden birkaç yıl önce (1994'de) bu oran Güney Kore için 9,1 iken Arjantin ve Brezilya için 3,6 idi. İlginçtir ki Türkiye için de şimdilik 3,63'tür.[7] Merkez Bankası'nın rezervleri Haziran 2023'te 2,29 aylık ithalatı karşılarken Temmuz 2023'te is 1,9 aylık ithalatı karşılayacak duruma inmiştir. Bu da başlı başına bir risk teşkil etmektedir.Aradan 35-36 sene geçmesine, dünya dinamikleri, teknoloji ve sermaye hareketlerinin gelişimi büyük bir hız kazanmış olmasına rağmen Doğu Asya krizi ülkeleriyle Türkiye ekonomisinin son birkaç yıldır içinden geçtiği buhran arasında ciddi benzerlikler vardır. Özellikle Tayland, Malezya ve Endonezya ekonomilerinin krizi yaşayış ve atlatış yöntemlerinden dersler çıkarmak önemlidir. Global finans kurumlarının, derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisindeki "sözde" sıkı duruşa aşırı iyimserlikle yaklaşmaları da ekonomi yönetiminin sahte vaatlerle vakit kazanma çalışmaları "algı oyunları"dır. Oyunların elbette kurguları gereği bir sonları vardır. Verilerle yüzleşmek ise maalesef yine bizlere düşmekte.
---
ü
Kaynakça: Camdessus, M. (1997) https://www.imf.org/en/News/Articles/2015/09/28/04/53/spmds9709 Corsetti, G., P. Pesenti ve N. Roubini, (1999), "What Caused the Asian Currency", Japan and the World Economy. Ferri, G., L.-G. Liu and J. E. Stiglitz, (1999) "The Procyclical Role of Rating Agencies: Evidence from the East Asian Crisis", Economic Notes by Banca Monte dei Paschi di Siena SpA, vol. 28, no. 3-1999, pp. 335±355ü
--
[1] Ekonomist Barış Soydan da benimle benzer görüşleri dile getirdiği yazısı https://10haber.net/2023/09/11/beklenti-muhendisligi-ovp-fitch-bitti-siradaki-gelsin-250083/ü
[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/korkut-boratav-ekonominin-cokmesini-degil-durgunlasarak-curumesini-yasiyoruz-makale-1638292 [3] https://www.sozcu.com.tr/2023/finans/2023te-halka-arzlarda-rekor-sayilar-7798474/ [4] Geniş anlamda dolar cinsinden parasal büyüklük M3'ün toplam rezervlere (swap ilaveli) oranıdır. [5] https://www.mahfiegilmez.com/2011/12/kumarhane-kapitalizmi.html [6] Örneğin Bankacı Şenol Babuşçu batık kredilerin 500 milyar lira civarında olabileceğini tahmin ettiğini Cumhuriyet röportajında belirtmiştir. https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/prof-dr-senol-babuscu-batik-krediler-500-milyari-bulacak-2089702 [7] Geniş anlamda dolar cinsinden parasal büyüklük M3'ün toplam rezervlere (swap ilaveli) oranıdır.