Bugün AKP’nin de sürdürmeye çalıştığı ağırlıklı olarak ticari (hizmet-ticaret-ve-bankacılık gibi) faaliyetlere bağlı birikim modelinin tıkanıklıkları, tıpkı 1950’lerin sonundaki gibi bugünkü ekonomik istikrarsızlıkların kaynağı olmuştur. Bugün ekonomiye yönelik emin olduğumuz ve toplumun hemen hemen her kesiminin üzerinde fikir birliği ettiği tek şey var.  O da devletin her yerde olduğudur. Hatta bunu bir adım daha öteye götürürsek, “devletin her yerde olduğunu ama asıl olması gereken yerlerde olmadığını” söylemek de mümkün. Piyasayı baskılamakta ve/veya rant paylaşımında devlet istisnasız olarak sürekli karşımıza çıkarken, mesela yoksullukla mücadelede, gelirin daha adil dağıtımında pek karşımıza çıkmıyor.

Dahası da var…

Hukuk sistemini patronaj altına almada, basına baskı uygulamada, ülke kamuoyunu kutuplaştırmada devlet daha önce olmadığı kadar görünür hâle geldi son yıllarda. Ancak 2013’den beri giderek artan şekilde hayatımıza müdahil olan devlet, ekonomik sistemimizi, bugüne kadar inşa ettiğimiz ekonomik kurumlarımızı tarumar etmede de önde gidiyor. Bunu da günün koşullarına uygun olmayan, ülke ekonomisinde “üretimi değil ama tüketimi öne çıkartan” bir birikim modelini körü körüne sahiplenip, devam ettirerek yapıyor. Bu model, ülkemizde 1950’ler Demokrat partinin kullandığı ticari sermaye birikim modelinden başkası değil. Gerek toplumsal gerekse ekonomik hayatta kimseye özgürce yaşayabileceği alan tanımayan devlet, her şeyi kendi bildiği şekilde kontrol edebilmeye çalışıyor. Bu yaptıklarının meşruiyetini ise kutuplaşmış toplumsal yapımızdaki bazı kesimin siyasi rızasına dayandırıyor. Ancak bu “rıza” yapılan yanlışları yanlış olmaktan kurtarmıyor. Biz iktisatçılar için çok daha önemlisi, son zamanlarda devletin kaynak dağılımının ana belirleyici olarak ortaya çıkan “piyasa” kurumunu ikame etmeye başlamasıdır. Zaten şu anki ekonomik sorunlarımızın büyük bölümü de bundan kaynaklanmaktadır. Faizden kura, oradan mal piyasalarına ve enflasyona kadar, ülkedeki sermaye birikimine doğrudan dahil olan bir devletimiz var artık.

Bizler cumhuriyetin yokluk yıllarında devleti, o günlerdeki kurumsal eksikliklerin direttiği mecburiyetlerle baş etmeye çalışırken görmüştük.  Oysa bugün böyle bir mecburiyetimiz yok. Kurumlarımız daha gelişmiş, ekonomik kaynaklarımız daha fazla. Ama çok daha önemlisi, o günlerde olmayan, ciddi miktarlara ulaşmış bir sermaye birikimimiz var. Yapılması gereken bu sermaye birikimini daha da arttırmaya yarayacak, günümüz koşullarıyla uyumlu yeni bir birikim modellerine geçmek. Yoksa bugünkü sorunların çaresini geçmişte aramak değil.

Devletin günümüzde sermaye birikimine doğrudan dahil olması, aslında bildiğimiz ve daha önce de gördüğümüz bir durum. Ama çok eskilerde, farklı koşullarda ve farklı kısıtlar altında, bir zaruretin sonucunda görülmüştü bu. Sermayenin yetersiz, iktisadi çeşitliliğin ise son derecede düşük olduğu bir dönemde, sermaye temininde işe yarayacak kurumların yokluğu o günlerin siyasetçilerine kurumların inşasından başka bir seçenek bırakmamıştı.

Türkiye ekonomisi 1950’lerden beri, önceki dönemlerden farklı bir kalkınma gayretleri içindedir. Kurtuluş sonrası dönemde ağırlıklı olarak devlet eliyle yürütülen ülke kalkınması, çok partili rejime geçince ve dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle farklı bir içerik kazandı. Ancak bu sürecin büyük bölümünde, ülke ekonomisinin kalkınması piyasa kurumunun inşası şeklinde ortaya çıktı. Piyasa kurumunun yükselmesiyle birlikte sermaye birikim süreci de şekil değiştirdi. Zaman zaman piyasanın tıkandığı durumlarda devlet devreye girmiş, piyasanın gerçekleştiremediği dönüşümlere ön ayak olmuştur. Bu hâliyle günümüze kadar piyasa ve devlet birbirini “tamamlayan” iki kurum olarak ülkenin iktisadi kalkınmasında rol oynamıştır.

Belli dönemlerde devlet ve piyasa birbirine rakip gibi görünseler de piyasa mekanizmasının dara girdiği durumlarda devlet her zaman müdahale yapan kurum olarak oraya çıkmıştır.

Piyasalaşmak suretiyle birikim süreçlerinin önünü açmak için birçok reform yapılmış, kaynak dağılımında ve sermaye birikiminde devlet yerini zamanla piyasaya bırakılmıştır. Bir yandan toplumsal ve siyasi alanlarda kurumların inşası devam ederken, diğer yandan refah üretecek bir ekonominin ihtiyaç duyduğu kurumlar oluşturulmuştur.

Çok partili hayata geçtiğimiz 1950’lerden itibaren Türkiye kalkınmaya çok çaba harcadı. Bu uğurda çok maliyetlere katlandı. Bu maliyetler sadece ekonomik maliyetlerden oluşmadı. Aynı zamanda ortaya çıkan siyasi gerilimler birçok masum insanımızın canlarına mal oldu.

Bugün AKP’in yürüttüğü sermaye birikim modelinin de o günlerdekinden çok bir farkı yok. Bir zaman tünelindeymişiz gibi, aradan geçen 70 yıllı aşkın süre sonra yine ticaret üzerinden sağlanan bir sermaye birikim modelini devreye sokmuş olduk.
Aslında ülke olarak 70 yılı aşkın süre zarfında, kurumsallaşma bakımından çok da kötü olmayan bir noktaya ulaşmıştık.  Fakat bin bir güçlükle yapmış olduğumuz onca reformun hepsi, bir grup siyasetçinin siyasi ihtirasları uğruna şimdi boşa gitti. Bırakın yeni reform yapmayı, ekonomide günü kurtarmaya yönelik doğru politikaları uygulayacak liyakat sahibi adam arayışlarına girildi. Ekonomiyi kurtarmak için kurumlara ve sisteme güvenmek yerine, kişilerden medet umulacak noktalara gelindi. Bugünün iktidarı, zaman zaman kendisinin de temsil ettiğini söylediği Demokrat Parti geleneğinin ekonomi alanındaki fikirlerini ve yaptıklarını inkâr noktasına gelmiştir. Demokrat Partinin, tek adam rejiminden ve devletin ekonomideki sermaye birikimine müdahalelerinden bunalmış bir sermaye sınıfının temsilcisi değilmiş gibi, ondan devraldığı mirası bırakarak CHP’nin bugün inkâr noktasına geldiği, vatandaştan helâllik istediği bir yönetim anlayışını sahiplenmeye başlamıştır. Bugünün AKP’si, aslında bundan 80 yıl önceki CHP’nin terk ettiği bir devlet anlayışını benimsemiştir. Ülkenin kalkınmasında, dönemine göre ilerici özellik içeren o günlerdeki Demokrat Parti, ağırlıklı olarak tarımda üretilen artığa el koymak suretiyle ticari nitelikte bir sermaye birikimi sağlamayı amaçlamıştı. Bu yüzden iktidarda kaldığı on yıl boyunca “ticari sermaye” birikiminin önemli bir temsilcisi olmuştur. Sermayenin kıt, sanayinin ise çok cılız olduğu bir dönemde sermaye birikimi için elde sadece tarım ve ticaret vardı.  Bu dönemde piyasa ve piyasalaşma tarımsal artığa el koymanın ve ticari sermaye birikiminin bir aracı olarak kullanılmıştır. Bugün AKP’in yürüttüğü sermaye birikim modelinin de o günlerdekinden çok bir farkı yok. Bir zaman tünelindeymişiz gibi, aradan geçen 70 yıllı aşkın süre sonra yine ticaret üzerinden sağlanan bir sermaye birikim modelini devreye sokmuş olduk.  Bu, sanki onca yıl ülkede sanayileşme yaşanmamış gibi onu dışlayan, siyasilerin kendi kontrolünde bir sermaye birikim modeli.  Bugün yaşadığımız ekonomik krizin de bir sorumlusu hala uyguladığımız bu birikim modeli.

Peki, neden böyle bir model tercihi yapıldı?

Ticari sermaye birikimi basit olduğu kadar, çok fazla teknoloji ve çok fazla vasıf isteyen bir birikim süreci değildir. O yüzden eldeki koşullarla en kolay refah üretme ve bu refahı geniş kitlelere ulaştırılmanın yolu “büyüklü küçüklü” her türlü ticari faaliyetleri desteklemektir. Özellikle bu ticari faaliyetleri finanse edecek paranız da varsa, bu yolla refah ve sermaye birikimi üretmek siyasilerce tercih edilir.  Çünkü kolaydır. Hem de bunca yılın ardından ve yaşadığımız onca gelişmeden sonra, ülkemizin bunca yıldır elde ettiği kazanımları ve tecrübeyi hiçe sayan bir sermaye birikim modeline başvurmak, kalkınma açısında “paradoksal” bir durumdur.

Uyguladığı ticari sermaye birikimini bir sonraki aşamaya geçirmekte Demokrat Parti başarısız olmuştur. Zira böyle bir birikim modelinin döviz cinsinden kaynak üretme kabiliyeti düşüktür. Önceleri ticari faaliyetlerin finansmanı, 1950’lerin ilk yıllarında dünya ekonomisinin içinde bulunduğu olumlu konjonktürden dolayı elde edilen ihracat gelirleri ve II. Dünya Savaşı müddetince biriktirilmiş rezervlerden sağlanmıştı.

Tüm bu gayretlerin nedeni ekonomiyi düzlüğe çıkarmak değil, sadece 14 ve 28 Mayıs’taki kritik seçimlere kadar mevcut birikim modelini ve onun etrafında oluşturulmuş parçalı ittifakları koruyabilmekti.
Fakat kaynak tüketmek bakımından bu birikim modelinin hiç küçümsenmeyecek bir kapasitesi vardır. Ülkenin mali kaynakları elverdiği ölçüde böyle bir birikim modeli sürdürülebildi. Ama mali kaynaklar tükenince körü körüne bu birikim modeline bağlı kalmak ülkede ekonomik istikrarsızlıklara neden oldu. Birikim süreci tıkandı. Bu nedenle bugün AKP’nin de sürdürmeye çalıştığı ağırlıklı olarak ticari (hizmet-ticaret-ve-bankacılık gibi) faaliyetlere bağlı birikim modelinin tıkanıklıkları, tıpkı 1950’lerin sonundaki gibi bugünkü ekonomik istikrarsızlıkların kaynağı olmuştur.

Sanki tarih tekerrür etmiştir.

Böyle durumlarda birikim sürecini değiştirerek, sanayi üzerinden ülkeye döviz kazandıracak ve bir o kadar da döviz tüketimini azaltacak yeni bir birikim modeline geçmek zaruri olur. Aslında neredeyse iki yılı aşkın süredir Türkiye Ekonomi Modeli ile AKP iktidarının yapmaya çalıştığı da budur. İhtiyaç duyduğu dövizi sanayiden elde edip, bunları ticari sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak için kullanmak.

Ancak tüm bu gayretlerin nedeni ekonomiyi düzlüğe çıkarmak değil, sadece 14 ve 28 Mayıs’taki kritik seçimlere kadar mevcut birikim modelini ve onun etrafında oluşturulmuş parçalı ittifakları koruyabilmekti. Yoksa, ekonomideki hâkim birikim sürecinin ticaretten sanayiye yönelmesi amaçlanmamıştı. Demokrat Partinin 70 yıl önce bunu gerçekleştirecek toplumsal, siyasi ve ekonomik kurumlara sahip olamadığı için gerçekleştiremedi. Bugün ise, tüm olanaklara rağmen böyle bir dönüşüm gönüllü olarak tercih edilmemektedir. Maalesef bugün AKP de aynı açmaz içine düştü. Alternatiflerine göre demode olmuş bir ticari sermaye birikim modelinin ülkenin sahip olduğu kaynaklarını daha ne kadar tüketebileceği şüpheli. Var olan mali kaynak sıkıntısı bu modelin daha fazla sürdürülemeyeceğinin işaretini veriyor.

Şimdilik Mehmet Şimşek ismi etrafında oluşan tartışmalar, ekonomide böyle bir dönüşüme aracılık edecek piyasa kurumunun önünü açmayı amaçlıyor. Ama asıl mesele hâlâ ortada yanıtsız duruyor. Acaba AKP’nin 20 yıllık birikim modelinde sona mı gelindi, yoksa istikrar sağlandıktan sonra aynı şekilde bunda devam mı edilecek?

Maalesef bu soruların yanıtını bilen sadece Sayın Cumhurbaşkanı.

Elbette bunun alternatifi olan birikim modellerine geçebilmek karşı karşıya olduğumuz olasılıklardan biridir. Ancak ticari sermaye birikiminden sanayi üzerinden yeni bir sermaye birikim modeline geçebilmek, o modelin gereklerine uygun bir kurumsal yapıya ve beraberinde yapılacak reformlara gereksinim duyacaktır. Ama çok daha önemlisi iktidarı oluşturan ekonomik kesimler bakımında ciddi bir dönüşümün de yaşanması gerekecektir. Bunca yıl beraber yol yürüdüğünüz kesimleri terk edip, yeni kesimlerle yeni bir iktidar koalisyonu kurmanız gerekecektir. Sanırım işin asıl zor olan kısmı bu.

Seçim böyle bir dönüşüme vesile olur diye düşünülüyordu. Ama bundan bir sonuç alınamadı. Şimdi tek kurtuluş mevcut iktidarın bu ihtiyacı görüp, gönüllü olarak bu birikim modelinden vaz geçmesi.

Şimdi soruyorum size, acaba AKP gönüllü bir biçimde böyle bir dönüşüme hazır mı?

ü