Manşet

Afet konusu, kazan-kaybet ekseninde görülmemeli (2)

Abone Ol
Devletin “kazancını” kendi “kaybı” olarak gören vatandaşı daha katılımcı ve dolayısıyla sahiplenmeyi artıran yolları kullanarak ikna etmeyi denemek gerekiyor. Bu konudaki ilk yazıda, afetin zamanla yarışılan, bilgi akışı gerektiren bir durum olması kadar vatandaşların yeni sosyal normları hızla uygulamalarını sağlamayı gerektirmesi nedeniyle çok aktörlü olması ihtiyacına değinmiştim. Bu yazıda ise devletin konuya kazan-kaybet ekseninde yaklaşmak yerine, afet konusunda önceden politika ve düzenleme geliştirmek için “kamusal politika arabuluculuğu” adı verilen bir yöntemden yararlanmasını önereceğim. Bu yolun afet-salgın sonrasında geliştirilen tıbbi bilimsel ve davranış bilimsel yöntemleri tamamlayacağını ifade edeceğim. Kamusal politika arabuluculuğu, arabulucu adı verilen tarafsız ve bağımsız bir kişinin kolaylaştırıcılığında yürüyen gayrı resmi bir müzakere sürecini ifade eder[1]. Müzakere afet, eğitim, hayvancılık, ulaşım gibi kamusal herhangi bir politika alanında, siyasa, plan, hukuki düzenleme, anlaşma geliştirmek için yürütülebilir. Farklı uzmanlığa sahip paydaşları bir araya getiren bu mekanizma sayesinde, devlet alandaki bilgi birikimine erişir ve bilgiyi kullanma imkanına kavuşur. Örneğin, bir düzenleme yaparken, bunlara tabi olacak insanlar üstünde istenmeyen sonuçların doğması muhtemeldir. Yahut bu düzenlemelere tabi olacak insanlar açısından doğabilecek birçok durum öngörülemeyebilir. Bu düzenlemelerde kullanılacak terim ve sözcükleri derinlemesine düşünebilen ve bunlarla sıklıkla karşılaşan kişileri bir araya getirmek, istenmeyecek sonuçların etkisini azaltma fırsatı sunacağı gibi daha bilinçli politikalar oluşturulmasını da sağlar. Özellikle kutuplaşma yaşayan bir toplumda bu, o sorunu çözmede faydalı bir yoldur. Sürecin sonunda ortaya çıkan düzenleme, anlaşma yahut politika, birçok paydaşın katıldığı ve söz sahibi olabildiği için daha meşru görüp uyacağı bir şekilde yürümüş olur. Nitekim kalıcı anlaşmalar kazan-kaybet üstünden değil nüanslar içeren kazan-kazan süreçlerle yaratılır. DÜNYADAKİ ÖRNEKLERİ Kamusal politika arabuluculuğu ABD’de hem federal hükümet, hem de bazı şehir belediyeleri tarafından kullanılmıştır. Başarılı örnekleri arasında Federal Eğitim Bakanlığı’nın öğrenci değerlendirmesinde esas aldığı ve “Her Öğrenci Başarılı Olur Kanunu”nun düzenleme aşaması; keza öğrenci bursları düzenlemeleri; Çalışma Bakanlığı’nın inşaat sektöründe vinç kullanımına dair yeni standartlar geliştirme çalışması; hatta Boston şehrinde ulaşım konusu gösterilebilir. Kenya’da ise doğal hayat çeşitliliğini koruma amacıyla otlatma konusundaki paydaşları bir araya getiren bir sivil toplum kuruluşu[2], çobanları, ileri gelen yaşlıları ve toprakta çalışanlar ile otlatma alanına dinlenme süresi vermeye çalışan bir politika yürütmüştür. Böyle bir süreç 18 ila 25 kişinin bir araya gelmesi ile yürüyeceğinden arabulucu gibi ihtilaf çözme konusunu bilen bir kolaylaştırıcıya ihtiyaç duyulur. Katılımcıların bir kısmı, bir grubu ya da çok kişiyi temsil edebilir ve sırf bu nedenle o paydaş diğerlerinden daha güçlü olabilir. Ya da paydaşlar konuya çok farklı bakabilirler. Bazen paydaşlar tek bir metin üzerinden müzakere eder. Metni, taraflarla konuşarak, ortaya çıkan taslakları değerlendirmelerini isteyen arabulucu oluşturur ve bu süreç anlaşmaya varılıncaya dek devam eder. Yahut kurallar bizzat müzakere ederek birlikte oluşturulabilir. Her iki durumda da, her ay belirli sayıda toplantıyla altı ila dokuz ay sürebilecek süreçler söz konusu olabilir. Son sekiz yıldır Türkiye’de vatandaşlar yaşadıkları ihtilafların çözümü için mahkemeye gittiklerinde, belirli konularda dava açmadan önce, arabuluculuk gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından birine başvurmaları mecburi kılındı. Önce işçi-işveren, sonra ticari uyuşmazlıklar, en son da tüketici ihtilaflarında zorunlu kılınan bu uygulamanın başka alanlara da yayılması planlandı. Gerekçe olarak bunun vatandaşlara hem zaman ve paradan tasarruf sağlayacağı hem de tarafların arasındaki ilişkiyi düzelteceği zira ilişkinin kazan-kaybet düzleminden çıkmasını sağlayacağı söylendi. Devlet, vatandaşlara karşı tarafla birlikte çözüm aramalarını tavsiye etti ve bunu bir arabulucunun kolaylaştırıcılığında yapabileceklerini hatırlattı. Vatandaşlara yaşadıkları ihtilaflarda sıklıkla kazan-kaybet yaklaşımından uzaklaşmalarını tavsiye eden bir devletin, afet gibi netameli bir konuda kendi tavsiyesine uymasını beklemek herhalde tutarlıdır. Bunu söylerken, vatandaşların afet-salgın dönemlerinde yeni sosyal normlara (maske, mesafe) uyumunu sağlamak için devletlerin kullanmış olduğu iki yoldan ve bunların kamusal politika arabuluculuğunu nasıl tamamlayabileceğinden de bahsetmek isterim. Bunların ilki, Türkiye dahil bir çok ülkede, bilim kurulu benzeri yapılar eliyle bilimsel/teknolojik yaklaşımlar sergilenmesi oldu. Toplumlar, bu kararlara mali, sosyo-politik ve eğitim anlamındaki sonuçlarına rağmen, belirli bir süre katlandı. Ancak bilime yönelik uzun zamandır var olan şüphe, yeni sosyal normları bir yerden sonra bilimin dayatması olarak gördü. Bu vatandaş-devlet ilişkisini kazan-kaybet düzleminden çıkarmak için tıbbi bilimlerin de her zaman fayda etmediğini göstermek bakımından anlamlı. İkinci yolsa, İngiltere gibi bazı ülkelerde sadece tıp biliminden değil, sosyal bilimlerdeki davranışsal bazı cesaretlendirme ve teşviklerden faydalanılmasını içerdi. Zira yeni sosyal normlara uyum sadece tıbbi bir konu değil. Bu yaklaşımı savunan “Behavioral Insight Team”[3], amacını toplumsal grupların hangi davranışı sergilediğini anlamak ve onların davranışlarını etkilemek için bir takım müdahaleler yapmak olarak tanımlıyor. Buna göre, aşı randevusunu birkaç gün önceden hatırlatmak; randevuya gelinmezse aşının ziyan olacağı gibi sonuçlar doğacağına dair uyarılar yapmak, alınan randevulara uyumu artıran bir teşvik unsuru olarak kullanılabiliyor. Sosyal norm uyumu, aynı zamanda vatandaşları yeknesak kabul etmeyerek, yaş, cinsiyet, ait olunan sosyo-kültürel grup veya kurallara uymaya verilen önem gibi farklılıklarını hedef alan yaklaşımlarla sağlanmaya çalışılıyor[4]. Ancak her iki yolda da, istenmeyen olayın meydana gelmesinden sonra harekete geçiliyor. Dahası, bu yollar bir politika, plan, düzenleme yapmak için birçok paydaşın görüşlerini dikkate alan uzun soluklu süreçler sonucunda oluşmuyor. Halbuki, önceden kamusal politika arabuluculuğu eliyle katılımcı siyasalar geliştirilebilse, belki de sonradan bilimi silah olarak kullanmaya daha az ihtiyaç duyulabilir. Zira ilk yazıda devlete atfettiğim kazan-kaybet yaklaşımı, vatandaşın da devlete bu şekilde bakmasına yol açıyor. Devletin “kazancını” kendi “kaybı” olarak gören vatandaşı daha katılımcı ve dolayısıyla sahiplenmeyi artıran yolları kullanarak da ikna etmeyi denemek gerekiyor. [1] Konuyu merak edenler, ABD’de kamusal politika arabulucusu Susan Podziba ile yaptığım WeCanFindAWay adlı podcast yayınının İngilizcesi’ni dinleyebilir: https://soundcloud.com/anlasabiliriz-wecanfaway/we-lost-our-curiosity-about-others-guest-susan-podziba.  Bu programın Türkçe robotlarca seslendirmesini dinlemek için: https://app.blogcast.host/embedly/2476. [2] https://www.grevyszebratrust.org/regenerative-grazing/ [3] https://www.bi.team/about-us/ [4] Bkz. Surgo Foundation tarafından anketlerle toplanan veriler. Surgo’nun kurucuları arasında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü mezunu Dr. Sema Sgaier da bulunuyor. Kendisinin daha sonraki Brown, NYU ve Harvard Üniversitelerini içeren kariyeri için bkz: https://en.wikipedia.org/wiki/Sema_Sgaier.