Salgının üstüne gelen 2021 yazı, iklim değişikliğini inkar edilemeyecek şekilde gündeme soktu. Sel ve yangın benzeri afetlerin görülme sıklığının ve yoğunluğunun artması, bunlara daha fazla müdahale ihtiyacını ve buradaki eksiklerin konuşulmasını beraberinde getiriyor. Ancak vatandaşlar tarafından dile getirilen bu eksikler, bir ihtiyacı göstermekten ziyade, siyasete yönelik bir eleştiri hatta hesap sorma olarak görüldü. Devlet aygıtının özellikle hükümet kanadı dile gelen hususlara direnç gösterdi. Bu direncin, afet söz konusu olduğunda vatandaşları en fazla onun mağduru olarak görmekten, bunun ötesinde aktör veya paydaş olarak bir rol biçmemekten kaynaklandığını söylemek mümkün. Burada, afet alanının çok aktörlü olması ihtiyacını; bunun farklı bir vatandaş-devlet ilişkisi gerektirdiğini ifade etmek ve bu konuda üretilecek politika ve mevzuat için kamusal politika arabuluculuğu olarak adlandırılan bir yöntemden yararlanılabileceğinden bahsetmek istiyorum. Türkiye’de özellikle 1999 depreminde devletin sergilediği kötü performans, buna karşın sivil toplumun arama ve kurtarma başta olmak üzere, bir çok alanda devletin tersi performans göstermesi devlette de afet hazırlığı konusunda bir dönüşüm olmasını sağladı. O döneme dek devlet, afet sonrasına odaklıydı. Bu ister Kızılay gibi aktörlerin yardımıyla ister afet-seferberlik sonrasında çıkarılan bir takım mevzuat uyarınca olsun daha tepkisel bir nitelikteydi. Oysa bugün, afet yaşanıp bittikten sonra devreye giren krize odaklı bu bakış terk edildi. Tam tersine, afet birlikte yaşanması öğrenilmesi gereken bir risk olarak görülüyor. O kadar ki afet yönetimi bir çok üniversite programında yer alıyor. Bununla ilgili merkezler kuruluyor. Nitekim 2009 yılında ilk kez Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kısa adıyla AFAD’ın kurulduğunu ve görevi afet olan bir koordinasyon biriminin faaliyet göstermeye başladığını görüyoruz. AFAD’ın web sayfasına gidildiğinde, gerçekten de afet riski ile yaşanması için vatandaşlarda afet farkındalığı yaratmayı amaçlayan bir anlayışı görmek mümkün. Bu özellikle önleyiciliğe odaklı videolar eliyle, afetle karşılaştıklarında vatandaşların ne yapacaklarını bilmelerini sağlamayı amaçlıyor. Görselliği öne çıkaran bu videoların izlenmesi kolay, içerikleri öğretici ve eğitici. Örneğin, Mayıs 2021’inde web sayfaya yüklenmiş ve bugüne dek milyonlarca kere izlenmiş afet farkındalık eğitimi, kişilere sadece afet bilgisi vermekle kalmıyor; hayatlarına “afet planı”; “tehlike avı” gibi afete ilişkin düşünülmesi gereken noktalara dikkat çeken yeni bir terminoloji de katıyor. Ancak bu videolar, AFAD sayfasındaki haber bültenleri ve diğer faaliyetler aynı zamanda şunu gösteriyor: bir çok konuda olduğu gibi, afet konusunda da tek meşru aktör devletin kendisi. Bu nedenle de, afetle ilgili yapılanlar, devletten topluma AFAD eliyle tek taraflı bir aktarıma tabi. Vatandaşlar, afete dair bir takım ihtiyaçları, değişimleri içinde yer aldıkları sivil toplum faaliyetleri sayesinde veya bireysel olarak gören, tespit eden ve alanlarında işbirliği yapılacak bireyler olsa da, afetlerde AFAD akreditasyonuyla yer alabiliyorlar. Vatandaşların afet konusunda gönüllülüğe teşviki de çok güzel ama bu teşvik STK'ları içermiyor, sadece AFAD gönüllüsü olmaya yönelik. Bunun dışında vatandaşlar daha çok bir ihbar hattına o afeti bildiren; yahut tek yönlü olarak alınan önlemlere uyacak (afet alanına girmemek gibi) pasif kişiler konumunda. AFAD bünyesindeki kurullarda yer alan üyelerin, bir çok alanda olduğu gibi bu alanda da devlet kurumu temsilcilerini içermesi ve sivil toplumun sürekli ve kalıcı değil, duruma bağlı olarak “gerektikçe” burada yer alması da bunun bir göstergesi. Oysa vatandaşlar yangın sırasında kendi kendilerine parklarda, gönüllü şekilde organize olma; ülkenin her yerinden gerekli malzeme ve araç-gereç gönderme ve yangın söndürmenin belirli kısımlarında yardımcı olmak gibi bir çok görev üstlendi. Hatta bir konuya dair görüşleri dinlendiğinde, vatandaşlar hoşunuza gitmese ve katılmasanız bile, devlete bilgi aktaran, toplumun yolunda gitmediğini düşündüğü noktalardan devleti haberdar eden ve konuya dair bir politika geliştirilmek istendiğinde, muhtemel direnç noktalarına işaret eden aktörler olarak düşünülebilir. Diğer yandan, AFAD materyallerinin yerel yönetimlerle beraber veya afetin bölgesine bağlı olarak gereken ihtiyaç farklılığını dikkate alarak hazırlandığına dair bir emare de bulunmuyor (örneğin orman yangınlarına Ege-Akdeniz gibi sıcak yerlerde; sellere ise daha sulak Karadeniz bölgesinde daha çok rastlanıyor). Oysa belediyeler afetin olduğu bölgeyi en iyi tanıyan kurumlar. Bir başka deyişle, Türkiye’de monist devlet geleneği, afet ve salgın konusunda da, konuya ilişkin geliştirilecek politikalar ve atılacak adımlar bakımından vatandaşı (veya yerel yönetimleri) pek de meşru bir aktör olarak görmüyor. Ya da ancak kendi kontrolünde olursa görüyor. Bu tavır yeni bir şey olmadığı gibi, afet alanına da mahsus değil. Ancak afet bağlamındaki sıkıntısı, devletin vatandaşla ilişkisini, toplamı sıfır bir oyun olarak ele aldığı, bir “kazan-kaybet” düzlemine indirgemesinde. Bu yaklaşımın arkasındaki düşünüş şu: “Vatandaş haklı çıkarsa, ben kaybederim çünkü zayıf görünürüm. Dolayısıyla vatandaş değil, devlet haklı”. Öyleyse, “sorunu ben henüz devlet olarak görüp tespit etmemişsem, ya öyle bir sorun yoktur ya da varsa bile, soruna ben sebep olmadım”. Hemen fark edileceği üzere, bu bakış açısı, sorunu çözmek için bir adım atmamakla sonuçlanacaktır. Dahası, ihtiyaç dile gelmeye devam ederse, devlet elindeki diğer kurumlar ve mekanizmalar aracılığıyla (adliye, medya) ihtiyacı “eleştiri”ye dönüştürüyor. Böylece ihtiyaç, devletin çözmesi gereken bir şey olarak değil, o sorunu dile getirenin meşrebi, niyeti ve bunu dile getirmekten elde edeceği menfaat bağlamında ele alınıyor. Dikkat edelim, zamanın bu savunmaları geliştirmeye ve eleştiriyi defetmeye sağlayacak kurumları harekete geçirmeye harcanması nedeniyle sorun çözülmemeye devam ediyor. Oysa afetlerde zamana karşı yarışılır. Sırf bu nedenle bile vatandaşla devlet arasında daha eşitlikçi ve katılımcı bir ilişkinin olması lazımdır. Dahası, krizler-afetlerde hızla yeni bir takım sosyal normlar geliştirmek gerekebilir. Maske takma veya aşıda olduğu gibi, bu sürecin parçası olmazlarsa, vatandaşlar o normlara uymazlar. Keza afetlerde bilgi akışı da çok önemlidir. Bu sadece devletten topluma değil aynı zamanda tersi yönde de işler. Ancak bilgiyi dikkate almazsanız, bir yerden sonra size bilgi akmayabilir. Bu nedenle zaman kadar kaynaklar da boşa harcanmış olur. Bu konuya devam edeceğim.