Evren Çelik Wiltse 2020 Başkanlık seçimlerinde ABD’de iktidara kim gelirse gelsin emperyalizm aynı emperyalizm, sistemsel dengeler aynı, dünyada değişen pek bir şey olmaz dendi. Ancak sonuçlar açıklanır açıklanmaz, daha Biden bayrağı devralmadan Türkiye’de kabine değişti: Bknz. Damat Bakanın ani gidişi. Biden 6 ayını doldurmadan İsrail’de kaç seçimdir başbakanlığı kaptırmamış Netanyahu koltuğundan oldu. Hatta nam-ı diğer Bibi o koltuğa o kadar alışmış ki, muhalif olarak katıldığı ilk meclis oturumunda yine Başbakanlık koltuğuna oturmak için hamle yaptı. Neyse ki kendisini uyarıp ‘buyurun, avam vekillerin koltukları bu tarafta’ diye kenara aldılar. Yine ABD-İsrail ilişkilerinde belki de ilk defa ABD, Gazze’ye karşı uyguladığı şiddet nedeniyle İsrail’i eleştirdi ve ateşkese zorladı. 2020 seçimi pek çok açıdan ilkleri sıralamaya devam etti: ABD tarihinde ilk defa bir kadın Başkan Yardımcısı seçildi (Kamala Harris). Hazinenin başına ilk defa bir kadın atandı (Janet Yellen). Savunma Bakanı ilk kez Afrika asıllı bir Amerikalı oldu (General Lloyd Austin). Doğal kaynaklardan sorumlu bakanlığa kadın ve yerli Deb Haaland atandı. Ticaret bakanı kadın oldu (Gina Ralmondo). Sağlık ve sosyal hizmetler bakanı Hispanik (Xavier Becerra), İmar ve Kentsel Kalkınma Bakanı kadın (Marcia Fudge), Ulaştırma Bakanı başkanlık ön seçimlerinde Biden’a rakip olmuş gay bir belediye başkanı (Pete Buttigieg), Enerji Bakanı kadın (Jennifer Granholm), Eğitim Bakanı Hispanik (Miguel Angel Cardona), sınır güvenliğinden ve göç işlerinden sorumlu bakan Küba asıllı Alejandro Majorkas oldular. Bunların hepsi Senato’nun onayını alarak kabinede göreve başladı. ALTI AYDA YAŞANAN BÜYÜK DEĞİŞİM Yani, ne demeye getiriyorum? Biden yönetiminde kabinedeki 15 bakan pozisyonunun 10 tanesi (yazı ile ON!) kadınlara ve azınlıklara verilmiş. Oransal olarak üçte ikiye, % 66’ya tekabül ediyor. Daha aşağılara, atanan diğer binlerce bürokrata inmeye gerek yok. En tepede, en güçlü yürütme pozisyonlarında kadınlar ve beyaz olmayan, göçmen kökenli isimler söz sahibi. Bir de Türkiye’deki kabineye bakalım isterseniz: Cumhurbaşkanı yardımcısı dahil 18 pozisyon var. Aralarında tek bir kadın bakan var, o da aile ve sosyal hizmetlerden sorumlu. Yani yaklaşık % 5 oranında kadınlara yer tanınmış. Türkiye’de yürütmenin başı tarafından yapılan hemen tüm yüksek atamalarda bu tercihi görmekteyiz. Örneğin üniversitelerde öğretim elemanlarının yaklaşık % 40’ı kadın iken, rektör ve dekan atamalarında kadın ismine rastlamak neredeyse imkansız. Kadın emniyet müdürü, büyükelçi, müsteşar, genel müdür, hatta ilkokul müdürü görmek bile istisna hale gelmiş durumda. Burada mesele sağa sola 3-5 kadın serpiştirmek değil. Mesele, bu tarz atamaların, bu siyasi tercihlerin çok net bir dünya görüşünü yansıtması. Biden iktidara gelmeden Foreign Affairs dergisine yolladığı makalesinde ‘değerlerimizle uyumlu bir dış politika izleyeceğiz’ diye beyanatta bulundu.[1] Nitekim hem iç politikada hem de dış siyasette öyle yapmaya çalışıyor. Temsilde adalete ve hakkaniyete önem veriyor. Hak eden siyasetçileri, teknokratları kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa tabi tutmadan kritik pozisyonlara atıyor. Dış politikada Biden pek çok kez demokratik ve değerler açısından birbiriyle uyumlu rejimler arasında daha aktif bir blok kurma isteğinden bahsetti. Yine Foreign Affairs makalesinde iktidara geldiği ilk yıl demokratik ülkelerin katıldığı bir zirve düzenleme niyetini belirtmiş. Demokrasi karşıtı olarak en açık zikrettiği isimler Rusya ve Çin. Demokrasi yolundan sapanlara dürüstçe karşı duracağız diyor. Biden dünyanın pek çok yerinde, Beyrut patlamasından sonra Lübnan’da, Çin’in ağır müdahalelerinden sonra Hong Kong’da, krizlerden sonra Şili’de vatandaşların dürüst, şeffaf ve söz sahibi oldukları yönetimler istediğini vurguluyor. Trump yönetimi dünyada bu yönde bir dalga eserken hep yanlış takımı destekliyordu diye de sitem ediyor. O nedenle yolsuzluklarla mücadele, otoriter eğilimli rejimlere karşı durma ve insan hakları, net olarak Biden yönetiminin öncelikleri. Bu nedenle de Brezilya, Hindistan ve Filipinler gibi alenen anti-demokratik çizgi izleyen hükümetlere karşı Biden soğuk davranıyor. ABD İLE YAKINLAŞMAK MÜMKÜN MÜ? Türkiye’deki hükümet ile Biden yönetimi arasındaki soğukluğu artık sağır sultan duymuştur. Türkiye’nin bir zamanlar dışa açık, muhafazakâr ancak küresel eğilimlerle barışık, ‘yumuşak güç’ söylemini benimsemiş hükümeti son yıllarda giderek askeri müdahalelerle (Suriye, Libya, Azerbaycan), büyükelçi suikastleriyle (Bknz. Ankara’da sergi açılışında Rus Büyükelçisi’nin Türk koruma polisince vurulması) ve diplomatik restleşmelerle (İsrail ve Mısır’dan elçilerin çekilmesi) anılmaya başlandı. Gündemi sürekli meşgul eden bu tatsız vukuatların yanı sıra, bir de onlarca yıllık müttefiklik ilişkileri sorgulanır hale geldi. ‘NATO da kim oluyor, vurur tekmeyi çıkarız, alternatifsiz değiliz, Rusya var, Çin var’ diyenler en büyük megafonlarla meydanlardalar. Avrupa Birliği zaten Türkiye için uzun zamandır ciddi bir alternatif olmaktan çok uzaklaştı. Tam üyelik ve entegrasyon, Türkiye’de ne iktidarın ne de muhalefetin gündeme aldığı, Kaf dağının ardına atılmış bir hedef olmuş. Oysa neredeyse yarım yüzyıl önce Birliği kuran önemli anlaşmaların kurucu ortağı ve tarafıydı Türkiye. Esasen bu yazı Türkiye-ABD ilişkileri konusunda kelam etmeye çalışıyor, ama gördüğünüz üzere bu çetrefilli meselede bin dereden su gelip birbirine karışıyor. Hasılı, şöyle özetleyebiliriz: Biden yönetimi değişik bir yönetim. Alıştığımız üslupta iş yapmayacaklar. Zaten bu değişimin sözünü vererek iktidara gelebildiler. ABD’de siyaset artık eski tas, eski hamam değil. Köprülerin altından çok su aktı, çok can yandı, çok fazla kitlesel mobilizasyon oldu, yerleşik düzen çok sarsıldı. Siyasete angaje olmuş, sesini yükseltmiş çok fazla yeni kesim var. Gençler, kadınlar, siyahlar, Hispanikler, çevreciler, LGBT+ grupları, diye uzayıp gidiyor liste. Yıllar yılı marjinalize olmuş ama sayıları ve organizasyon kapasiteleri sayesinde artık ihmal edilemeyecek büyüklükte sektörler bunlar. Yukarıda sıraladık, Biden kabinesinde oranları %60’ın üzerinde. Bu değişim ister istemez dış politikaya da yansıyor. Türkiye’de bu konularda ahkam kesen cenah maalesef ABD iç siyasetindeki bu büyük dönüşümün pek farkında değil. Olsalar, zaten son seçimde hala Trump atına oynamazlardı. Biden kazandığında yine tüm ezbercilikleriyle ‘ABD yine insan hakları, demokrasi deyip iç işlerimize müdahil olacak, ortalığı karıştıracak, buraları dizayn etmeye çalışacak, Büyük Ortadoğucu, petrol düşkünleri’ diyorlar, ancak büyük hata yapıyorlar. Şu andaki ekibin oğul Bush dönemindeki neo-Con tayfa ile en ufak ortak yanı yok. Demokrasi ihraç etme, devlet inşa etme konularında neo-Con tayfaya kıyasla Biden ekibinin hiç iştahı yok. Nitekim her türlü ısrara rağmen Ortadoğu’ya daha fazla askeri olarak angaje olmuyorlar. Bırakıyorlar, Rusya, İran istediği gibi at oynatıyor. 18 yıl sonra apar topar Afganistan’dan da çıktılar. Petrol konusunda zaten ABD artık Meksika ve Kanada’dan gelen petrol ve doğal gaz sayesinde uzunca bir zamandır kendi kendisine yetiyor. Kaldı ki Biden yönetiminin ciddi bir yeşil enerji projesi var. Fosil kaynaklı enerjilere olan bağımlılığın azaltılması Suudi Arabistan’dan Rusya’ya, oradan Venezuela ve Azerbaycan’a, boğazına kadar kleptokrasiye batmış pek çok ülkenin de tekerine çomak sokacak. Sırf bu nedenle bile yeşil ve sürdürülebilir enerji peşinden koşmak ABD için son derece kazançlı bir dış politika çizgisi. Nitekim bünyesindeki genç çevreci Demokratların da etkisiyle Biden Green New Deal ajandasını gerçekleştirecek gibi görünüyor. Zaten Suudi Arabistan ile de ciddi bir mesafe var. Biden Yemen savaşı konusunda Suudileri desteklemediğini net olarak belirtti. MBS kısaltması ile anılan Prens Salman ile tenezzül edip görüşmedi ve Suudi Arabistan ile yaptığı ilk temas hasta kral ile yapılan geç bir telefon konuşması oldu. BİDEN’IN KİŞİLİĞİ VE ANLAYIŞI Biden karakter olarak baktığınızda alçak gönüllü, kolay özür dileyen bir lider. Özel hayatında yaşadığı zamansız kayıplar (ilk eşi, oğlu) onu böyle yaptı deniyor. Sebep ne olursa olsun, ABD dış politikasına da çok üst perdeden bakmıyor. ABD’nin liderliği hem hatalarla, hem de sevaplarla dolu diyor. Çok uzun zaman biz bu liderliği sadece güce dayandırdık, bu da diplomasinin değerini düşürdü diye bir özeleştiride bulunuyor. Uzun ve kazanılması imkansız savaşlardan uzak durma sözü veriyor. Yani daha az asker, daha fazla diplomasi, daha fazla işbirliği. Biden ve onunla birlikte işbaşı yapan yeni ekip ‘Değerlerimizle tutarlı bir dış politika yapacağız’ dediklerinde amiyane tavırla şunu söylüyor: ‘bizim gibi olanlarla iş tutacağız’. Bu aynı zamanda ne demek? Bizim gibi olmayanların da işini yokuşa süreceğiz! İşte tam da bu yüzden Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi gibi kadınları şiddetten koruma amacı güden temel insan hakları metinlerinden tek imzayla çekilmeye çalışması, derhal Beyaz Saray sözcüsünden kınama mesajı alıyor. Çünkü her iki yönetim de aslında temel değerlerini ortaya koyuyor bu hareketlerle. Türkiye’de hükümet kadın haklarına önem vermediğini, bu amaçla çizilen uluslararası güvenceleri tanımadığını ifade ediyor. O yönde tercih belirtiyor. ABD hükümeti ise yürütmenin sözcüsü aracılığı ile kadın konusunun kendileri için önemli olduğunu ve kadın haklarındaki bu gerilemeyi kınadığını bildiriyor. Zaten açıklamayı yapan Beyaz Saray sözcüsü de kadın! Türkiye’nin kilit dış politika yapıcıları arasında kadın var mı, olsa herhalde duyardık… AFGANİSTAN’DA TÜRKİYE’Yİ NE BEKLİYOR? Afganistan konusuna gelirsek. Bu konuda Türkiye’de tartışılanlardan çok tartışılmayanlar endişe verici. Dünya basınını takip ederseniz, Afganistan’da merkezi hükümetin son derece zayıf olduğunu, zaten geri çekilme görüşmelerinin de Taliban baskısıyla gerçekleştiğini okursunuz. Nitekim merkezi hükümetin askerleri peyderpey alanı Taliban’a bırakıyor. Çoğu zaman hiç çatışmadan silahlarını, mühimmatı, humvee vs. gibi askeri araçları Taliban’a devrediyor ordu. Taliban ise kız okullarının bombalanmasından kadın sağlık görevlilerinin bulunduğu çocuk felci aşı timlerinin infazına, kadın gazetecilerin kaçırılmasına, öldürülmesine kadar pek çok cinsiyetçi saldırının baş mimarı. Çünkü öyle bir dünya görüşü var Taliban’ın. Kadınlara, kız çocuklarına okuyup meslek edindikleri normal bir hayatı caiz bulmuyor. ABD’deki üst düzey istihbarat raporları Afganistan’ın en erken 6 ay, en geç iki yıl içerisinde Taliban kontrolüne düşeceğini öngörüyor. Türkiye’nin aniden Kabil havalimanı korumasına talip olmasında Kurtuluş Savaşı döneminde Afganistan’dan gelen destekler, onlarca yıl öncesi diplomatik ilişkiler konu edildi. Eski defterler açıldı. Ancak 40 milyonluk ülkedeki siyasi bölünmeler, çatlaklar, azgelişmişlik, palazlanan İŞİD, 20 milyonluk kadın nüfusun ahval ve şeraiti gündeme gelmedi. Yani biz yaklaşık 100 yıl önceki desteğin gönül borcu olarak Kabil’e müdahil olmalıymışız. Ama burada kimi kimden koruyacağız? Tehdidin niteliği, boyutu tam olarak nedir? Askerimizin eline silah alıp karşısına geçeceği unsurların dünya görüşü nedir? Görev tanımı nedir? Başarı ve başarısızlık kıstasları nelerdir? Afganistan’da diplomatik misyon bulundurmak isteyen ülkeler neden ortaklaşa bir havaalanı koruma kalkanı oluşturmuyor da bu riskli iş de Türk ordusunun boynuna kalıyor? Soruları uzatmak mümkün. Ancak burada keselim. Hasılı, demokrasi dediğimiz, vatandaşına hür ve eşit muamele eden bir rejim demek. Nüfusun % 50’sine ikinci sınıf muamele etmemek demek. Kuralların, hukukun herkese eşit olarak işlemesi, kanun önünde eşitlik, keyfilikten uzak olmak demek. Türkiye de böyle bir rejimi kurup yeşertebildiği müddetçe Biden yönetiminde teveccüh görecek, demokrasi zirvesine davet edilip işbirliğine değer bulunacaktır. Yoksa, ufak bir zümrenin çıkarlarına hizmet eden, ancak milliyetçi-muhafazakar söylemlerle meşrulaştırılmaya çalışılan aleni otoriter rejimler, ABD dış politika yapıcılarına ancak uzak diyarlarda bekçilik yaparak yaranabilir. Kabil’de havalimanı bekçiliğine soyunmakla yapılmak istenen de ne yazık ki budur. [1] Biden, J. ‘Why America Must Lead Again’, Foreign Affaris, March/April 2020 https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2020-01-23/why-america-must-lead-again