Pazar Politik

6’lı Masa dağılır mı? Dağılır ise ne olur?

Abone Ol
6’lı Masa sanki Erdoğan rejimi kendileri tarafından yıldı ve kurdukları birliği yıkabilirlermiş hissindeler. Bu büyük bir hata. Umarım bu hatadan ivedilikle dönebilirler. Zira bu tren cidden son tren ve kaçırma lüksleri yok. 

Loading...

Birçok kişinin söylediği bir gerçek var; 6’lı masa her ne kadar çok önemli ve tarihi bir görev üstleniyor olsa da birçok nedenden dolayı beklenen heyecanı, ilgiyi ve de umudu yaratamadı. Bunun birçok nedeni var elbette. Belki de bunlardan ilki amacı ile ilgili olsa gerek.  6’lı masanın aslında ne olduğu çok da belli olmayan ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ diye bir motto ile yoluna başlaması ve bunun dışında bireylere ve de hane halkına dokunan herhangi bir söylem üretememesi ciddi bir sorun ama görece yok sayılıyor. Dahası masanın bir iletişim stratejisi yok. Eğer ortak aday ile bir şekilde Erdoğan rejimini sonlandırırlarsa kimin hangi pozisyona geleceği, ekonomiyi, dış politikayı, yargıyı ya da bürokrasiyi kimin nasıl ve de ne şekilde kontrol edip revizyon programını uygulayacağı da belli değil. Kısacası Erdoğan gitsin için oy isteniyor. Bu elbette büyük bir durum ama yeterli mi işte orada emin olmak zor. Dahası, esas olarak birbiri ile ideolojik olarak uymayan ve rakip olan partilerin sadece ortak ‘öteki’ üzerinden bir masada toplanması ne kadar rasyonel bu da ayrı bir tartışma konusu olmalı. Ama bu tartışmadan önce masaya yatırılması gereken farklı konular da var. Misal nasıl bir mantık Türkiye’nin en büyük üçüncü siyasi yapısı Kürt siyasal hareketini dışlıyor ve böyle bir oluşumun parçası yapmıyor? Ya da toplam oyları %3-4 eden dört parti ne hakla yepyeni Türkiye gibi bir şey kurulacak ise doğrudan söz sahibi oluyorlar? Bütün bunlar cevabını bilsek bile açıktan tadımız kaçmasın diye çoğu zaman sessiz kalıyoruz. Bütün bunlar ile beraber aday adayları arasında en zayıf ve de en çok yumuşak karnı olan adayın bir şekilde hem kendi örgütü hem de kime hizmet ettiğini tam olarak kestiremediğimiz kamuoyunun bir kısmı tarafından tek ve de alternatifsiz aday olarak sunulması sorunu ile de karşı karşıyayız. Burada da kimileri ‘ya kazanırsa’, ‘ya kazandığında bizler oyunun dışında kalırsak’ ya da ‘aslında onu devlet istiyor’ söylemleri ile sessiz kalıyorlar. Belki haklıdırlar ama şunu not etmek lazım; bu kadar büyük bir riski almaya değer mi? Hiç sanmıyorum. ÜST ÜSTE GELEN ACAYİPLİKLER Ancak bu kadar soru ve sorun varken son günlerde çok daha ilginç şeyler oluyor. Zafer Partisi’nin dengesini dağıttığı ve de devletçi kodlarına sarılan İYİ Parti ne çağımız ile ne de aslında talip olması gereken merkez ile uyumlu işler içerisine giriyor. Devletin karanlık çeteleri ile fotoğraflar verirken, Bolu Belediye başkanı gibi toplumsal barışa doğrudan zarar veren küçük ve aslında çok da önemli olmaması gereken siyasal aktörler ile teşriki mesai içerisine giriyor. Dahası sanki kendisi tek başına muhalefeti sırtlıyormuşçasına Kürt siyasal hareketi ve de onun temsilcilerini oyunun dışına atmaya çalışıyor. Kısacası ilk başlarda çok aklı başında hamleler yapan Meral Akşener son günlerde eski iç işleri bakanlığı günlerini özlüyor gibi duruyor. Bu öncelikle korkutucu. Ama dahası da var. Bütün bunlar bir noktada mevcut gerçeklik ile çelişirken 2019 ruhu ile kazanılan mevzilerinden kaybı anlamına gelebilir. Ancak ne yazık ki bu acı gerçeklik çok da anlayamadığımız bir nedenle görülmüyor. İYİ Parti’nin bu harmoni bozucu tavırlarına küçük partilerin hiç bitmeyen kendilerini büyük görme durumu da ekleniyor ki bu işleri daha da karışık bir hale getiriyor. Erbakan’ın 1980 öncesindeki anahtar parti rolü sanki kendilerindeymiş sanıyorlar ve kimse de bu rolün onlarda olduğunu söylemiyor. Onların tadı kaçmasın ya da zaten çok kırılgan olan ortam daha da gerilmesin diye ses çıkarılmıyor ama hatırlamak lazım Türkiye siyasetinde çok uzun süredir anahtar yapı Kürt siyasal hareketi ve de kararsız seçmen. Muhalif olmuş muhafazakârlar değil. Kısacası 6’lı masadaki aktörler yanlış yapılara önem verip aslında Erdoğan rejimini değiştirecek yerlere temas edemiyorlar.
Anahtar yapı Türkiye’de Kürt siyasal hareketi ve de kararsız seçmen. Muhalif olmuş muhafazakârlar değil. Kısacası 6’lı masadaki aktörler yanlış yapılara önem verip aslında Erdoğan rejimini değiştirecek yerlere temas edemiyorlar.
Ancak bunların ötesinden bir gerçekliğimizde var ki bunun akılla ve mantıkla açıklanması çok da kolay değil. Olsa olsa siyasetin doğası ve patrimonyal ilişkiler ile açıklanabilir. Ancak hemen kısaca açıklayayım zaten neo-patrimonyal olan AKP rejimini lider arkasında mevzilenerek ve onun yükselmesinden medet umarak yıkamazsınız. Kimse aslı varken suretine gitmez. Ne demeye çalışıyorum hemen açıklayayım. Geçtiğimiz günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun en yakınlarından, bürokrasiden parlamentoya, oradan da partinin en tepe noktalarından birisine taşıdığı Bülent Kuşoğlu söyle bir açıklama yaptı; ‘eğer 6’lı masa Kemal Bey’in adaylığına karşı çıkarsa masa dağılır’. Kuşoğlu’nun Kılıçdaroğlu’ndan daha Kılıçdaroğlucu olduğunu düşündüğümüz zaman partinin birçok yöneticisinin ve de onların etkilediği medya gruplarının da böyle düşündüğünü pek ala iddia edebiliriz. Her ne kadar bu açıklamaya Kılıçdaroğlu çok ama çok kızdıysa da partinin üst düzey yöneticilerinin kapalı kapılar arkasında bunu söylediğini biliyoruz. Hâl böyleyken burada ‘acaba masa dağılır mı?’ sorusundan daha kesin bir soru sormak lazım. Belki o soru söyle olmalı; ‘kişisel ya da grupsal çıkarlar için masa bu kadar önemli bir dönemeçte dağılır ise neler olabilir?’   MASA DAĞILIR İSE NELER OLABİLİR? Bu sorunun çok fazla ama bir o kadar da yanlışlanabilir cevabı olduğu kesin. Ama bir o kadar da kesin olan başka bir şey var. O da bu durumun Erdoğan’a yarayacağı. Dahası muhalefeti bir seçim ortaklığını daha sürdüremeyen ve de istikrar getiremeyecek bir görüntüye sokması anlamını da taşıyor. Mevcut ekonomiye ve de topyekûn çöküşe karşın bu durum bile Erdoğan’a kesin bir seçim zaferi getirmeyebilir ama hiç kuşkusuz zaten yüksek olan kazanma şansını perçinler. Dahası onun en çok sevdiği bölünmüş ve ayrık olan bir siyasal ortam sağlar ki bu onun çok daha sevdiği bir ortam. O zaman kim bilir belki de şapkasından tavşan çıkarmasına gerek kalmaz ve bir şekilde ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ diyerek seçimi ilk ya da ikinci turda bir oldu bitti ile bitirir. Peki öyle olur ise neler olabilir? Öncelikle son yıllarda artan göç dalgası daha da çoğalır. Üst ve orta üst sınıf bir şekilde becerebiliyor ise kendisini ya da çocuklarını yurt dışına çıkmaya başlar ki bu Türkiye’nin bugününü değil yarınını doğrudan etkiler. Bu durum dolaylı olarak dünyada zaten çok karmaşıklaşan Türkiye ve de Türkiyeli algısını da hem olumlu hem de olumsuz anlamda değiştirir. Türkiye’de kalanlar ise zannediyorum yüksek enflasyon-düşük faiz sarmalında yaşamaya mahkûm kalırlar ki bu ülkede aslında iki ekonomik tabakanın kalmasına sebep olur; zengin-fakir. Bir şekilde arkasına rüzgâr aldığını zanneden de reel olarak kalkınamaz ve sınıfsal uçurumlar artar ki bu da toplumsal çatışmanın bir şekilde daha kolay çıkmasına neden olur. Eğitimli kesimin bir şekilde yurt dışına kaçtığı, orta sınıfın yok olduğu, gerçekliğin hemen hemen hiçbir kanaldan söylenmediği bir ülkede medya eğer alternatif kalacak kadar dirayetli değil ise olan bilgiyi aktarmak yerine yanılsamalar ile toplumun zihnini meşgul eder. Bu da banal bir toplum yapısının ortaya çıkmasına neden olur ki işte böyle bir şey Erdoğan dönemi bitse bile ilerleyen yıllarda benzer dönemlerin yaşanmasına neden olur. Bir dönem daha Erdoğan rejimi altında kalır ise Türkiye sanmıyorum ki Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun ‘korumak’ için belediyelerinde bıraktığı başkanlarını koltuklarında rahat ettirsin. Ankara belki değil ama İstanbul pek muhtemel de-facto olarak yeniden AKP-MHP kontrolüne geçer ki bu orta ve de uzun vadede Türkiye’de siyasi dengeleri muhalefet adına olumsuz olarak etkiler. Aynı mantık ile pek muhtemel Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve daha niceleri siyasal ve de toplumsal hayattan dışlanmaya devam ederler ki bu içeride banal İslam-Türk milliyetçiliğinin artmasına, dışarıda ise daha hesapsız bir şekilde Avrasyacı tezlerin desteklenmesi neden olur.
Bir dönem daha Erdoğan rejimi altında kalır ise Türkiye sanmıyorum ki Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun ‘korumak’ için belediyelerinde bıraktığı başkanlarını koltuklarında rahat ettirsin.
Hiç tartışmasız LGBT ve kadın hareketi günden güne marjinalleşir. Kadın haklarının ücrete tabi iş kategorisine koyan, LGBT mensuplarını sapkın gören yoz bir sınıfımız olur ki o saatten sonra toplumsal cinsiyet eşitliği gibi bir şeyi tartışmak ya da bunu talep etmek imkansızlaşır. Nobran babaların ezdiği kadınlar, özensiz bireylerin kendi kafalarındaki dar kalıpların dışında gördükleri her şeyi düşmanlaştırdıkları sınırlı vizyonu olan bireyler toplumuna dönebiliriz. Doğanın durumunu asla umursamayan, materyalist ya da dogmatik bireylerin sayısının artması. Dünyayı Türkiye’den ve hatta kendi yaşadığı yerden ibaret gören mikro-milliyetçi kişilerin aslında toplumda bilir kişi olması ise zaten bu yönde olan eğilimlerin artması ve işlerin daha da sarpa sarması anlamına gelecektir. BU SON TRENİ KAÇIRMAMA ZORUNLULUĞU Elbette siyaset insanın olduğu ve bu nedenle de insan doğasının hâkim olduğu duygulardan tamamen ayrı bir dünya değil. Ama bir şekilde ebeveyniler ve de evlatları arasında olan rasyonalitenin daha az hâkim olduğu bir alan da değil. Ancak ister ikili ilişkiler olsun ister siyaset, durum ve de konu ne olursa olsun kimi şeyleri ‘doğru yerde ve de doğru zaman’ yapılma zorunluluğu vardır. Zira zaman eğer giyip çıkaramadığımız bir giysi ise onun doğru şekilde ve de tam zamanında giymek lazım. Bu nokta şimdi belirli zorlukla kurulmuş 6’lı masayı yıkma değil aksine zor durumda olan mevcut iktidarın üzerine akılcı bir şekilde gitme zamanı. Ancak anlaşılan muhalefet ne yazık ki halüsinasyon görmeye başlamış durumda. Sanki Erdoğan rejimi kendileri tarafından yıldı ve kurdukları birliği yıkabilirlermiş hissindeler. Bu büyük bir hata. Umarım bu hatadan ivedilikle dönebilirler. Zira bu tren cidden son tren ve kaçırma lüksleri yok.