Objektif ve bilimsel olarak söyleyebiliriz ki: kapsayıcı olmayan, farklı olan siyasi partileri, yerel yönetimleri ve sivil toplum örgütlerini dışlayan ve sadece bina yapmaya odaklanan bir yönetim tarzının başarılı olması mümkün değildir.  6 Şubat depremleriyle başlayan büyük bir üzgünlük ve kızgınlık halini beraber yaşıyoruz. Resmi rakkamlara göre 45 bine yakın, ama bu sayının çok üzerinde insan kaybımız var; büyük bir yıkımla şehirlerimiz yok oldular. Bölgeye her giden büyük bir şok içinde hep aynı cümleyi kurarak geri dönüyor: “Televizyonda seyrettiğiniz gibi değil”. Arama kurtarma ekiplerinin çalışmaları bitti. Bir tarafta, çözümü sadece bir sene içinde bir milyon bina yapmaya indirgeyen bir iktidar var; diğer taraftaysa, yaşamın-kentlerin çok boyutlu ve bilim kuralları içinde yeniden inşa edilmesini söyleyen bilim insanları, sivil toplum örgütleri, yerel  yönetimler ve muhalefet partileri. Şu nu biliyoruz: üç birbirleriyle ilişkili alanda çalışmamız gerekiyor. Birincisi, 11 kenti ve 14 milyon insanımızı kapsayan “Deprem Bölgesi”: bu bölgede yaşamın barınmadan ekonomiye, fiziki ve psikolojik iyileşmeden eğitime ve diğer alanlara kadar çok boyutlu bir şekilde yeniden inşası çalışması başlıyor. Sadece barınma ve temel ihtiyaçlara sahip olma değil, eğitimden psikolojiye kadar geniş bir alanda, depremden en çok etkilenen çocuklardan ve kadınlardan başlayarak, insanlarımızı, canlıları ve doğayı içeren bir şekilde, kentlerin ve yaşamın yeniden inşa sürecini başarılı bir biçimde yönetmemiz gerekiyor; İkincisi, yerlerinden edinmiş, Türkiye’nin farklı yerlerine giden ya da göç etmek zorunda kalan “Göç Dalgası ve İnsani Durum”: sayılarının şimdiden 2 milyonu geçen ve 4.5-5 milyona varacağı düşünülen büyük bir göç dalgası, başta 11 ilimiz olmak üzere bölge illerinden başlamış durumda.  Son yıllarda yaşadığımız mülteci sorununa ek olarak, şimdi depremin yarattığı büyük ölçekli “iç göç” ile karşı karşıyayız. Bu sürecin de “iyi-adil-etkin yönetilmesi” gerekiyor.  Mülteci sorununu yönetemeyen iktidarın bu sorunu da yönetememe ve kendi haline bırakabilme olasılığı yüksek. Üçüncüsü, global kent, bir çok kenti içine alan kent havzası ve ekonomiden siyasete ve sosyolojiye Türkiye’yi belirleyen kentin depremi, yani, “İstanbul Depremi”: önümüzde çok uzun bir zaman yok. Dahası, İstanbul’un gelmekte olan depreme hazır olmadığı gibi, son yıllarda yıkıcı neoliberalism-aşırı merkeziyetçi yönetim kıskacında inşaata ve ranta teslim edildiğini görüyoruz.

6/Şubat-sonrası Türkiye, seçim kazanarak iktidar değişikliği kadar, hatta dahada  önemli olarak, Yeni Türkiye için “yeni toplumsal sözleşme” ve “yeni yönetim anlayışı ve uygulaması”na gerek duymaktadır.
Bu, yirmi milyondan fazla nüfusuyla, bir kaç şehri kapsayan coğrafyasıyla ve 50%’den fazla oranda ekonomiye katkısıyla Türkiye’yi belirleyici niteliği olan İstanbul’da yaşanacak büyük bir depremin, sadece bölgesel değil, tüm ülkenin altından kalkamayacağı bir krize ve belirsizliğe savrulacağı anlamına geliyor. İstanbul depremine bugünden itibaren tekrardan hazırlanmamız gerekiyor. 6/Şubat-sonrası Türkiye, bu üç alan ve bu alanlarda yaşanacak gelişmeler tarafından şekillencektir. Bu noktada, iki boyutlu bir varsayımda bulunabiliriz: Bir, Türkiye, artık 5 Şubat’a geri dönmeyecektir; 6 Şubat, Türkiye tarihinde bir kırılma noktası yaratmıştır. İki, yukarıdaki üç alanda kentlerin ve yaşamanın yeniden inşası, çözümü bir milyon ev yapmaya indirgemiş yıkıcı neoliberalizm-aşırı merkeziyet yönetim anlayışıyla mümkün olmayacatır. Objektif ve bilimsel olarak söyleyebiliriz ki: kapsayıcı olmayan, farklı olan siyasi partileri, yerel yönetimleri ve sivil toplum örgütlerini dışlayan ve sadece bina yapmaya odaklanan bir yönetim tarzının başarılı olması mümkün değildir. Fakat, 6/Şubat-sonrası Türkiye’nin nasıl bir Türkiye olacağını bilmiyoruz. 6 Şubat sonrası deprem bölgesine devletten ve iktidardan daha hızlı gitmiş, çok zor şartlarda çalışmış, enkaz altından insanlarımızı çıkarmış, hükümetin hakaretleri altında bile çalışmalarına devam etmiş, aktif vatandaşlık-ahlaki benlik zihniyetini sergilemiş olan sivil toplum örgütlerimiz, sivil insiyatiflerimiz, tek tek insanlarımız gelecek için umutlarımızı arttırıyor. Bugün, sivil toplumun, aktif vatandaşlığın ve ahlaki benliğin yeniden canlanma sürecini yaşıyoruz, yaşamaya da devam edeceğiz. Bu süreç, deprem bölgesinde kentlerin ve yaşamın yeniden inşasına doğru yönde katkı vermek kadar, yerlerinden ayrılmak ve göç etmek zorunda olan insanlarımızın çok boyutlu sorunlarını çözmek için çalışma ve dayanışma temelinde de devam edecektir. İstanbul depremine hazırlık için politika üretme-hükümeti yönlendirme-izleme alanlarında da sivil toplum çabasını ve etkinliklerini göreceğiz. 6/Şubat-sonrası Türkiye’nin yeniden inşası için sivil toplum  ve aktif vatandaşlık ve ahlaki benlik umutlarımızı arttırırken, “Bir yılda bir milyon konut”tan başka bir sözü olmayan, deprem dışı kentlerde bile üniversiteleri kapatan, kendi dışındaki her aktörü çözüm sürecinden dışlayan iktidarsa hepimizde “giden gitmiş olacak ve hiçbir değişmeyecek” duygusunun derinleşmesine neden olmaktan başka bir şey yapmamaktadır. 6/Şubat-sonrası Türkiye, seçim kazanarak iktidar değişikliği kadar, hatta dahada  önemli olarak, Yeni Türkiye için “yeni toplumsal sözleşme” ve “yeni yönetim anlayışı ve uygulaması”na gerek duymaktadır. Peki, yeni olana nasıl ve nereden başlayabiliriz? Naci Görür hocamızın ifadesiyle, kentlerimizi depreme nasıl dayanıklı ya da dirençli hale getireceğiz ya da nasıl “depreme dirençli kentler”i inşa edeceğiz?
Eğer tercihimiz, “gelecek gülümseme” için bugün gözyaşlarımızın temizlediği alandan 6/Şubat-sonrası Yeni Türkiye’yi kurmaksa, sivil toplum-üniversite-yerel yönetimler işbirliğinden başlayarak ve hak temelli kapsayıcı yönetim anlayşı ile, depreme dirençli kentlerimizi yeniden inşa etme sürecini başlatabiliriz.
YAŞAMDAŞ KENTLERNice düşmanlıklar vardır, dostluğa çıkar; nice yıkılmalar vardır, yapılmaya döner. Bulut ağlamadıkça yeşillik gülmez; Çocuk ağlamadıkça süt akmaz” diyor, Mevlana. Ve ekler: “Gözyaşının bile görevi varmış. Ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış”.(1) Eğer tercihimiz, “gelecek gülümseme” için bugün gözyaşlarımızın temizlediği alandan 6/Şubat-sonrası Yeni Türkiye’yi kurmaksa, sivil toplum-üniversite-yerel yönetimler işbirliğinden başlayarak ve hak temelli kapsayıcı yönetim anlayşı ile, depreme dirençli kentlerimizi yeniden inşa etme sürecini başlatabiliriz. Depreme dirençli kentlerimizin yeniden inşası, sadece insan odaklı değil, tüm canlıları ve doğayı içerecek şekilde “yaşam odaklı” olmalıdır. Depreme dirençli kentler, sadece güçlü binaları değil, kent yaşamına ve tarihine uygun “yeşil bina”ları da, ama daha da önemlisi, “yaşamın kapsayıcı, adil ve demokratik yeniden inşasını” da içermelidir. Türker Kılıç’ın “yaşamsallık”, “yaşamdaşlık” kavramlarını kullanarak en genel ve zihniyet düzeyinde yapmak istediğim önerme şu dur: depreme dirençli kentler, “Yaşamdaş Kentler” olarak inşa edilmelidir. 6/Şubat-sonrası Yeni Türkiye, “Yaşamdaş Kentlerin Türkiye”si olarak inşa edildiği sürece, bugün gözyaşlarımızın temizlediği alandan gülümseyeceğimiz geleceğe doğru yola çıkabiliriz. ---
  • Mevlana, İstediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara, Destek, 2020, 30.baskı, yayıma hazırlayan: Hakan Mengüç.