Meclis gündemine gelmesi beklenen sosyal medyada dezenformasyonu engelleme konusuyla ilgili olarak İfade Özgürlüğü Derneği (İFOD) kurucularından ve Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz’le konuştuk. Akdeniz geçen yıl yapılan düzenlemenin bir tür sansür işlevi gördüğünü ifade ederek; önümüzdeki günlerde yapılacak olan için ise; “2023 seçimleri öncesi insanları açıkçası korkutarak susturmak istiyor. Bu düzenlemelerle medya kuruluşlarını ve gazetecileri oto sansüre yöneltmeye çalışıyor” yorumunu yaptı. Sunuş Sosyal medya tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iktidarın korkulu rüyası. Bu yüzden iktidar sosyal medyayı sürekli denetim altında tutmak istiyor. Geçen yıl yapılan düzenleme ile bir yıl içinde binlerce içeriğe erişim engeli geldi, yine binlercesi de kaldırıldı. Bu yıl o sayının çok daha fazla artması bekleniyor. Yapılan düzenleme yetmemiş olacak ki, bu kez de “dezenformasyon” suçu üzerinden yeni bir düzenleme konuşuluyor. Prof. Dr. Yaman Akdeniz yıllardır internet ve ifade özgürlüğü alanında çalışıyor. Söz konusu düzenleme konusunda kimsenin bir şey bilmediğini söyleyen İfade Özgürlüğü Derneği (İFOD) kurucularından ve Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akdeniz, bu düzenleme sadece muhalifleri hedef alsa da iktidar yetkilileri ve liderinin yaptığı gerçek dışı açıklamalar konusunda vatandaşın savcılığa suç duyurunda bulunabileceğini de söyledi. Akdeniz yapılan düzenleme ile zapturap altına alamadıkları sosyal medyayı denetime sokmayı hedeflediklerini ama bunun zor olduğuna dikkate çekerek şu uyarıyı yaptı; Sulh Ceza Hakimlikleri sadece AYM değil AİHM kararlarına da uymuyor, bunun Türkiye’ye siyasi maliyeti ağır olabilir. Murat Aksoy Meclis açıldı ve ilk gündem maddelerinden birisi sosyal medya ile ilgili yasa düzenlemesi. Bu alanda çalışan biri olarak yasa düzenlemesi hakkında bir bilginiz var mı? Böyle bir düzenleme olacağını bu yaz aylarında yaşanan orman yangınları ve sel felaketinin yaşandığı günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ifade etti. Yapılması planlanan düzenleme iki kollu olacak gibi gözüküyor. Bir taraftan hukuken “dezenformasyon” kavramını tanımlamak, bununla ilgili bir suç tarifi yapmak ve bunu da ceza kanununa ekleyerek bu tip paylaşımları yapanları cezalandırmak planlanırken, bir diğer taraftan da “dezenformasyon” içeren haber ve içeriklerin İnternet ve sosyal medya platformlarından kaldırılması planlanıyor. Benzer yasal uygulamaların Almanya’da, Singapur’da da olduğu iddia edilerek Türkiye’de de böyle bir ihtiyaç olduğuna dair gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışılıyor ama ortada bugün itibarı ile sadece medyaya servis edilmiş bilgiler dışında bir taslak veya tasarı yok. Muhalefette yer alan siyasetçiler, konu üzerine çalışan akademisyen ve sivil toplum örgütleriyle birlikte sosyal medya platformları da gelişmelerden bir haber. GEÇEN YIL YAPILAN EKSİK KALMIŞ ANLAŞILAN Geçen yıl da bir düzenleme yapılmıştı… Evet, Temmuz 2020’de 5651 sayılı internet yasasında bir düzenleme yapılmıştı. Erişim engelleme yaptırımının yanı sıra, içeriklerin yayından kaldırılması ve sosyal medya platformlarının Türkiye’de temsilci bulundurma zorunluluğunu içeren bir düzenleme idi bu. Bunlar henüz yeni yeni hayata geçmişken yeni bir düzenleme arayışı tabii ki manidar. Geçen yılki düzenlemenin sonuçları ne oldu? İfade Özgürlüğü Derneği olarak 2020 yılı sansür raporunu ağustos ayında yayınladık. Raporun başlığı, “Fahrenheit 5651 Sansürün Yakıcı Etkisi” (bkz. https://ifade.org.tr/basin-bultenleri-ve-duyurular/engelliweb-2020/). Raporumuza göre 2020 sonu itibarıyla Türkiye’den 467 bin 11 web sitesinin 764 farklı kurum (mahkemeler ve idari kurumlar) tarafından verilen 408 bin 808 farklı kararla erişime engellendiğini açıkladık. Dahası, EngelliWeb 2020 raporlama çalışması kapsamında tespit edebildiğimiz kadarı ile 2020 sonu itibarı ile 150 bin URL adresine, 7 bin 500 Twitter hesabına, 50 bin tweete, 12 bin YouTube videosuna, 8 bin Facebook içeriğine ve 6 bin 800 Instagram içeriğine de 5651 sayılı Kanun ve diğer hükümlere istinaden erişim engellendiğini tespit ettik. Rapordan da görüleceği üzere yıldan yıla bu rakamlar katlana katlana artıyor, son değişikliklerden sonra özellikle içerik kaldırma oranlarında da ciddi artış görülüyor ve dolayısıyla sansürün yakıcı etkisi daha fazla hissediliyor ve hatta artık sansürün daha da etkili olmaya başladığını söyleyebiliriz. Bu rakamların 2021’de daha da artacağına şüphe yok. DENETLEYEMEDİKLERİ TEK MECRA SOSYAL MEDYA Neden? Özellikle Sedat Peker’in açıklamaları sonrasında, yaz aylarındaki orman yangınları ve sel felaketleri sonrasında artan siyasi nitelikli tepkiler ve sert eleştirilere hep ya erişim engelleme veya içerik çıkartma kararları ile cevap verildi veya yüzlerce ceza soruşturması başlatıldı. Hükümet, sürekli kendi geliştirdiği ve ihtiyaç duyduğu kanunlar ve uygulamalarla hukuki yollara başvurarak muhalif basını ve muhalif görüşlü herkesi susturmayı amaçlıyor. Fakat bugüne kadar zapturapt altına alamadığı tek mecra İnternet. Şimdi hedef onu denetim altına almak… Evet. Sosyal medya artık alternatif bir haber mecrası. Toplumu ilgilendiren ve konvansiyonel medyada görülmeyen pek çok haber, bilgi sosyal medyada var ve güncel olarak paylaşılıyor. Artık haber almak için akşam TRT haberlerini veya ertesi gün çıkacak gazeteleri beklemek zorunda değiliz. O yüzden hükümet rahatsız, paylaşımlar hedef, çünkü kontrol edemeyeceği bir şekilde bilgi, belge ve haberler paylaşılabiliyor. Sedat Peker’in bir kamera, bir tripod tehdidi, Hükümet tarafına “Hepimiz Spartaküs’üz” tehlikesi olarak algılanıyor. O bakımdan iktidara eleştirel bakan gazeteler, internet siteleri de dahil olmak üzere muhalif görüşlü herkes doğal hedef. Özellikle mafya lideri Sedat Peker’in açıklamaları sonrası ortaya çıkan iddialar üzerine yazılıp çizilenlerle ilgili içerik kaldırılması ve erişim engelleme kararlarında artış olduğunu biz yürüttüğümüz çalışmalardan da biliyoruz. Çeşitli güncel örneklere https://ifade.org.tr/engelliweb/ adresinden veya Twitter üzerinden @engelliweb adresinden de ulaşılabilir. 2021 içinde ayrıca yazın yaşanan yangın ve sel felaketi şurasında hükümetin ve hükümet yetkililerinin sosyal medya platformlarında eleştirilmesi arttı. Bütün bu sürecin sonrasında dezenformasyon konusunda bir yasa tasarısı adımı atılması bu konuda çalışan birisi olarak bana hiç de şaşırtıcı gelmedi. KONUN TARAFALARI İLE GÖRÜŞÜLMEDİ Peki sizinle temas kuruldu mu içerik konusunda? Ben 22 yıl yurt dışında yaşadıktan sonra 2009’da Türkiye’ye döndüm. O günden bu yana da internet ve ifade özgürlüğü alanında çalışıyorum ağırlıklı olarak. Beni bugüne kadar hükümet kanadından sadece bir defa geçen sene aradılar. Onun dışında beni daha çok muhalefette yer alan milletvekili ve gazeteciler arar. Hatta ilginç olan son yasa taslağı ile ilgili olarak muhalefet milletvekilleri arayıp taslağın bende olup olmadığını soruyorlar. Bundan anlıyorum ki taslak ortada yok, var olan da sadece iktidarda. Daha ilginci… Evet… Sadece bu konuda çalışan benim gibi akademisyenleri değil, ayrıca sivil toplum kuruluşu, barolar ve daha da önemlisi sosyal medya platformlarının da yani bu işin tarafı olan kurumlardan da görüş alınmamış, fikir alışverişinde bulunulmamış. Ben bu hafta başında Twitter, Facebook ve Google üst düzey yetkililerinin olduğu bir toplantıya katıldım. Onlarla da üzerinde çalışılan taslak konusunda görül alınmamış. Hepimiz bekliyoruz ne çıkacak diye. Çıktıktan sonra da zaten 10 günde Meclis’ten geçiyor bu tip yasalar. Geçen sefer, Temmuz 2020’de aynen böyle oldu. O taslak üzerine de hiçbir tartışma olmadan, tarafların görüşleri alınmadan meclisten bu düzenlemeler yasalaşarak geçmişti. Fakat bu sefer biraz daha zor olacak. YENİ DÜZENLEME İKTİDARI DA VURABİLİR Neden zor? Bu sefer iş biraz daha karmaşık çünkü dezenformasyonun tanımlaması hem zor hem de bu yeni suç tipinin ceza kanununa eklenmesi söz konusu. Bir diğer taraftan internetle ilgili kısmında yani 5651 sayılı kanunda bir değişiklik yapılması söz konusu olacak. İkisi eş zamanlı mı olacak veya nasıl ilerleyecekler şu anda bir bilgimiz yok. Kaldı ki basında yer alan haberlerde dezenformasyon içeren içerikleri tespit etmek, bunların kaldırılması için sosyal medya platformlarına bildirim yapılması, bu paylaşımları yapanların kimliklerinin belirlenmesi ve savcılıklara suç duyurusunda bulunulması gerekecek. Bütün bunları yapacak yeni bir kurum mu, başkanlık mı yoksa BTK veya RTÜK içinde yeni bir idari yapı mı oluşturulacak, şimdilik bilmiyoruz. Ama bu konuda duyduğumuz şu, bu paylaşımlarda bulunanlara 5 yıla kadar ceza verilebileceği ve bu tip içeriklerin sosyal medya platformlarından 24 saat içinde kaldırılmasının talep edileceği, kaldırmazlarsa idari para cezaları, servislerini yavaşlatma ve hatta Türkiye faaliyetlerine son verileceği. Elbette bütün bunlar kamuoyunda dolaşan bilgilerden aldığım notlar ve izlenimler. MUHALİFLER SİNDİRİLMEK İSTENİYOR Hedef kim? Bu düzenlemenin hedefinin doğrudan sosyal medya platformlarında paylaşılan muhalif görüşlü içerikler olduğu anlaşılıyor. Şunu da unutmamak gerekir ki hükümetin sosyal medya ile mücadelesi Gezi olaylarına kadar gidiyor. İlk olarak o dönemde ciddi bir rahatsızlık ortaya çıkmıştı. Geçen yıl ortaya çıkan pandemiyle birlikte insanlar evlerinde daha çok sosyal medya kullanma ve paylaşımda bulunmaya başladılar. Elbette bu dönemde yapılan paylaşımlarla birlikte hükümete yönelik eleştiriler de katlanarak arttı. Ekonomi konusunda alınamayan önlemler, sağlık politikasında alınmayan önlemler olsun hükümet eleştirileri ağırlıklı olarak sosyal medya platformları üzerinden yapılmaya başlandı. Bunlarla birlikte soruşturulan sosyal medya hesapları ve açılan ceza soruşturmalarında da ciddi artış var. EngelliWeb 2020 raporunda 2018-2020 yıllarının toplamında 146 bin 712 sosyal medya hesabının yasal merciiler tarafından incelendiğini ve 68 bin 672 hesap hakkında yasal işlem yapıldığını belirttik. 2020 içinde ve ağırlıklı olarak pandemi döneminde, ise toplam 75 bin 292 sosyal medya hesabı incelenmiş ve 32 bin 390 hesap hakkında da yasal işlem yapılmıştır. Bu yasal işlemlere istinaden 2 bin 397 kişi gözaltına alınmış, 77 kişi ise tutuklanmıştır. Yeni dezenformasyon suçu ile bu inceleme, soruşturma ve yargılama sayıları katlanarak artacaktır. Geçen yıl yapılan değişiklikle hedeflenen yine sosyal medyayı kontrol edebilmekti. Ama yeni düzenleme arayışı belli ki, geçen yıl yapılan değişikliğin yeterli olmadığını gösteriyor. Fakat bu da hükümetin son hamlesi olmayacaktır. İnternet ve sosyal medya platformlarıyla mücadele etmek kolay değil. Siyasi iktidar ne hedefliyor bütün bu değişikliklerle? Bu yeni suç tanımı ve düzenlemeyle hükümetin asıl amacının 2023 seçimleri olduğunu düşünüyorum. Nasıl yani? Siyasi iktidar sosyal medya platformlarından gelen uyarıları, sert eleştirileri sindirmek, insanları açıkçası korkutarak susturmak istiyor. Bu düzenlemelerle medya kuruluşlarını ve gazetecileri oto sansüre yöneltmeye çalışıyor. Konuşulan bu düzenleme gerçekleşirse, insanları sadece cumhurbaşkanına hakaret, kamu görevlilerine hakaret, terör propagandası gibi suçlar dışında ne olduğunu bilmediğimiz, nasıl uygulanacağını bilmediğimiz keyfi bir dezenformasyon yapma suçlamasıyla soruşturup, yargılayabilecekler. O bakımdan bu düzenlemenin korkutucu ve dondurucu etkisinin olacağını düşündüklerini düşünüyorum. ABD ve İngiltere’de seçim ve referandum süreçlerinde açık dezenformasyon ve manipülasyon olduğu halde bu ülkeler bu kadar sert bir cezalandırma yoluna gitmediler. Dezenformasyon ve manipülasyon konusunda dünya genelinde çok ciddi sorunlar olduğunu tabii ki kabul etmek gerekir. Türkiye’de ise siyasi iktidar kendisi için sorun olduğunu düşündüğü her fikri, eylemi ve insanı cezalandırarak çözmeye çalışıyor. BURADA DA KEYFİLİK ESAS OLACAK Peki dezenformasyon ne, buna kim karar verecek? Bu önemli bir soru. Dezenformasyon sözlük anlamına baktığınız zaman; yanlış veya doğruluğu bulunmayan ve kasıtlı olarak yayılan, çarpıtılan bilgi diye geçiyor. Hangi bilginin doğru veya yanlış olduğuna kim karar verecek? Bu açıdan yapılacak tanım sadece muhalifleri değil herkesi etkileyebilir. Bu yüzden bu tanım üzerine çok fazla düşünülmesi gerekecek. Bir örnekle açıklamaya çalışayım, AKP yetkilileri sık sık, “biz gelene kadar buzdolabı yoktu, yol yoktu” vs. diyorlar ya da bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Avrupa’da aşı parayla satılıyor, Türkiye’de bedava” gibi açıklamaları, iktidarın yapmayı düşündüğü değişiklik kapsamında dezenformasyon olarak değerlendirilebilecek nitelikte açıklamalar. Çünkü bu söylenenler gerçek değil. ERDOĞAN’A SUÇ DUYURUSUNDA BULUNABİLİR Bu tür söylemler karşısında dava açılabilir mi? Eğer dezenformasyon yapmak, Ceza Kanuna yeni bir suç olarak eklenirse o zaman savcılıklara yapılacak suç duyuruları veya savcılıkların res’en başlatacağı soruşturmalar sonucunda dezenformasyon yaptığı veya bu tip paylaşımlarda bulunduğu iddia edilen kişiler hakkında ceza yargılaması yapılacaktır. O zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yurt dışında katıldığı bir programda söylediği Türkiye’de Cumhurbaşkanına açılmış dava yok türünden açıklaması da bu suç kapsamına girebilir mi? Evet, çünkü Adalet Bakanlığı tarafından her yıl resmi olarak yayınlanan Adalet İstatistiklerinden TCK’nın 299’uncu maddesinde yer alan “Cumhurbaşkanına Hakaret” suçu ile ilgili istatistikler apaçık bir şekilde görülüyor. Örnek vermek gerekirse ve 2020 istatistiklerine baktığımız zaman, 2020 içinde 31 bin 297 kişi hakkında soruşturma açılmış, açılan ceza davası sayısı ise 7 bin 790. Bir önceki yıl olan 2019 içinde ise 36 bin 066 soruşturma ve 11 bin 371 ceza davası açılmış. Erdoğan dönemine baktığımız zaman ise (2014-2020) Türkiye’de Cumhurbaşkanına hakaret suçuna istinaden toplam 160 bin 169 ceza soruşturması ve 38 bin 498 ceza davası açılmış. Bu istatistikler de Adalet Bakanlığı tarafından açıklanmış ve resmi istatistikler. Tüm bu dosyalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan şikayetçi olmayabilir, bu suç şikayete tabii bir suç değil ama kamu makamları şikayete tabi olmayan bir suçla ilgili res’en de soruşturma açabilir veya vatandaşlar da suç duyurusunda bulunabiliyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o programda söyledikleri hem gerçeği yansıtmıyor ve yanlış bilgi, hem de dezenformasyon olarak nitelendirilebilir. Eğer böyle bir suç Türk Ceza Kanunu’nda yer alırsa, o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında bile suç duyurusunda bulunulabilir. Ama belli ki bu düzenleme ile en çok muhalifleri etkilemek… Evet, zaten asıl hedef de o. İktidarı eleştirmeyeceksin, iddiaları soruşturmayacaksın, paylaşmayacaksın. Bunlarla ilgili yazmayacaksın, konuşmayacaksın. Hedeflenen bu. Bu açıdan bu düzenleme ciddi bir siyasi sansür mekanizmasına dönüşebilir. SULH CEZA HAKİMLİKLERİ AYM’Yİ DE AİHM’DE DİNLEMİYOR Avrupa Konseyi’nin AİHM’in Selahattin Demirtaş konusunda verdiği kararın uygulanmasını istiyor. Nasıl bir yaptırım olabilir bu süreçte? Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Selahattin Demirtaş ve iş insanı Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması talebini en son Eylül ayı içinde yaptığı toplantısında yineledi. Hatta Komite’nin kararında Osman Kavala ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ihlal kararının uygulanmaması gerekçesiyle Türkiye’ye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46’ncı maddesinin 4’üncü fıkrasına dayanan ihlal prosedürü başlatılması gerektiği de ifade edildi. Eğer Bakanlar Komitesi’nin Aralık ayındaki toplantısına kadar da Kavala tahliye edilmezse, 46’ıncı madde kapsamında ihlal prosedürüne başlanacak gibi gözüküyor. 2022 içinde de benzer bir sürecin Demirtaş kararının uygulanmaması ile ilgili başlatılması söz konusu. O bakımdan Ekim ayının ilk haftasında duruşması yapılacak olan Gezi-Çarşı Davası önemli. Eğer bu duruşma sonunda Osman Kavala için bir tahliye kararı çıkarsa, hükümetin Avrupa Konseyi’ne karşı eli rahatlamış olur. Fakat, Kavala ve Demirtaş’ın artık siyasi tutsak durumunda olduklarını da unutmamak gerekir. O bakımdan gerek Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nun gerekse Avrupa Birliği’nin bundan sonraki tutumu da Türkiye’de süregelen insan hakları ihlalleri açısından önemli olacaktır. Türkiye’de yargı bağımsız değil, yerel mahkemeler ve özellikle sulh ceza hakimlikleri karar verirken bırakın AİHM kararlarını Anayasa Mahkemesi kararlarını tamamen göz ardı ediyorlar. Bu büyük bir sorun Türkiye açısında. AİHM’nin verdiği kararlara rağmen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş tutuklu. Bunu dünyaya izah edemezsiniz ve edemiyoruz da.