Konuyu Türkiye üzerinden değerlendirecek olursak, AB açısından çelişkili bir durum ortaya çıkıyor. Çelişki, AB’nin kâğıt üzerinde kalan Türkiye’ye yönelik eleştirileri ile fiili politikası arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor.
Bir yıl daha sona ererken Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkisinin seyri üzerine neler söylenebilir? Bu bilindik, uzatmalı hikâyeye ilişkin 2022’den farklı bir şey bekleyebilir miyiz?
Tabiatıyla, tek bir yazı ile geçiştirilemeyecek kadar kapsamlı bir soru bu. Ancak yine de senenin son AB Konseyi toplantılarından çıkan kararlar doğrultusunda yakın geleceğe ilişkin hızlıca bazı öngörülerde bulunmak mümkün.
14 Aralık 2021 tarihinde AB Genel İşler Konseyi (GİK) Brüksel’de toplandı. Bu toplantıda üye devletlerin AB işleriyle ilgili bakanları Batı Balkanlar ve Türkiye ile olan ilişkileri ele aldı. Bu, aynı zamanda Avrupa Komisyonu’nun 19 Ekim 2021’de açıkladığı AB “genişleme paketi”,
[1] ve AB adayı ve aday namzeti ülkelere ilişkin raporları üzerine de bir değerlendirme niteliğinde idi.
GİK’te üye devletler genişlemeye bağlılıklarını yinelemekle birlikte Komisyon’un bu ülkelere ilişkin eleştirilerini ve reform önerilerini teyit ettiler. Oybirliği ile benimsenen GİK sonuç bildirgesi
[2] demokrasi, temel haklar ve AB değerleri ile özellikle hukukun üstünlüğünü kuvvetli biçimde vurguladı. Aynı zamanda, adil ve titiz biçimde uygulanan üyelik koşulluluğu politikası kapsamında her ülkenin AB üyelik kriterleri doğrultusunda gösterdiği bireysel ilerlemeye koşut olarak değerlendirileceği mesajı verildi.
Bunlar AB’nin genişlemeye istinaden şimdiye kadar almış olduğu resmi kararlarda görmeye alışkın olduğumuz, “business as usual” (her zamanki şeyler) kabilinden vurgular. Bu bakımdan, AB açısından bahsi geçen ülkelere ilişkin demokratikleşmeyi merkeze alan, reform odaklı tespitler ne ilk ne de son olacak. Ancak her zaman daha önemli ve belirleyici olan ölçüt AB’nin pratikte bu tarz mesajlara ne kadar bağlı kaldığı.
Konuyu bu yazının asıl teması olan Türkiye üzerinden değerlendirecek olursak, AB açısından çelişkili bir durum ortaya çıkıyor. Çelişki, AB’nin kâğıt üzerinde kalan Türkiye’ye yönelik eleştirileri ile fiili politikası arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor. Türkiye, hâlihazırda resmi AB üye adayı statüsü taşıyor; bu itibarla da Komisyon’un yıllık detaylı raporlarına ve üye ülkelerin oluşturduğu AB Konseyi’nden bu eksende gelebilecek tespit ve eleştirilere tabi.
Komisyon raporunda özellikle hukukun üstünlüğü, ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere temel haklar ve yargı bağımsızlığı alanlarındaki yaygın eksiklikler üzerinde durulmakta.
Nitekim hem 19 Ekim tarihli Komisyon’un Türkiye raporu
[3] hem de bu son GİK kararları, AB açısından Türkiye demokrasisine ilişkin “ciddi endişeler” dile getiriyor. AB’nin tüm üye devletleri, Türkiye’deki siyasal rejimin demokratik niteliğinde (özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasından itibaren) kaydedilen “derin endişe verici gerileme” konusunda mutabık.
Burada özellikle hukukun üstünlüğü, ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere temel haklar ve yargı bağımsızlığı alanlarındaki yaygın eksiklikler üzerinde durulmakta. Bu genel başlıklara son yıllarda artan biçimde iki spesifik konu daha eklendi: Biri, bir Avrupa Konseyi üyesi olarak Türkiye’nin – AB tarafından da benimsenmiş olan - Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyumu (özellikle Osman Kavala davası gibi siyasi davalar özelinde). Diğeri de ekonomi yönetiminde güvenilirlik ve istikrar bakımından Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın bağımsızlığının restorasyonu. Tüm bunlar AB’nin Kopenhag üyelik kriterlerinin özü ile uyumlu vurgular. Bu açıdan AB, her ne kadar Ankara ile üyelik müzakereleri fiilen durmuş olsa da, aday devlet Türkiye’ye yönelik olarak koşullu genişleme politikasının gereğini yapıyor.
Ancak Avrupa’da esasında Türkiye aday ülke değil, partner ülke olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla AB de Ankara ile olan ilişkilerinde adımlarını bu stratejik gerçekliğe göre planlıyor ve atıyor. Özellikle 2015 Suriye mülteci krizinden itibaren peyderpey taşları döşenen ve iki tarafın da esasında memnun olduğu bir “stratejik partnerlik” ilişkisi söz konusu. Dış ilişkilerinde pragmatik olduğu kadar normatif bir aktör de olduğunu iddia eden AB açısından temel çelişki, çıkar bazlı bu “al-ver ilişkisi”ni Türkiye’nin iç siyasetindeki – yukarıda bahsedilen ve Brüksel’in bizzat eleştirilerine konu olan – olumsuzluklardan neredeyse bağımsız olarak sürdürüyor olması.
Hâlihazırda yürütülen bu stratejik politikanın 2022’de de süreceğine ilişkin ipuçlarını yakalamak için son GİK kararlarına geri dönelim. GİK’te üye devletler, Batı Balkan ülkelerinin AB ile bütünleşmesi bağlamında “Avrupalı perspektiflerine” vurgu yaptı. Türkiye ise - mecburen aday ülke olarak anılmakla beraber - “pek çok ortak çıkar alanında kilit bir partner” olarak tanımlandı. Bu vurgu Türkiye’ye ilişkin olarak özellikle 2015’ten itibaren yayınlanmış olan Konsey kararlarını (hatta Komisyon raporlarını ve Avrupa Parlamentosu kararlarını) teyit ettiği için şaşırtıcı değil. Nitekim GİK sonuç bildirgesinin Türkiye ile ilgili olan paragrafları AB Konseyi’nin 24-25 Haziran 2021 tarihli kararlarına referans ile başlıyor ve “AB’nin Doğu Akdeniz’de istikrarlı ve güvenli bir ortam ile Türkiye ile işbirliğine dayanan, karşılıklı olarak faydalı bir ilişkinin geliştirilmesi yönünde “stratejik çıkarının” altını çiziyor.
AB açısından temel çelişki, çıkar bazlı bu “al-ver ilişkisi”ni Türkiye’nin iç siyasetindeki olumsuzluklardan neredeyse bağımsız olarak sürdürüyor olması.
Bu ifadelerden Ankara ile ilişkilerde iki temel konunun öncelikli olmaya devam edeceği ortaya çıkıyor: Biri, Türkiye’nin 2021’in başından beri rölantiye almış olduğu Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama çalışmalarına geri dönmeyerek, AB’nin ifadesiyle, üye devletler Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan’ın egemenlik haklarını ve deniz yetki alanlarını ihlâl etmemesi, böylelikle uluslararası hukuka uyum göstermesi. Diğeri, göç, kamu sağlığı, iklim, terörle mücadele ve bölgesel meseleler gibi ortak problemlerin vuku bulduğu alanlarda işbirliğinin devamı.
Doğu Akdeniz’de durumun ne kadar gerilimli seyredeceğini şimdiden kestirmek güç. Amerikan Exxon Mobil ve Katar Petrol şirketlerine son dönemde verilen petrol ve doğal gaz arama ruhsatı Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği münhasır ekonomik bölge içinde bir parseli içeriyor. Ankara’nın bu alanın Türkiye’nin kıta sahanlığı ile örtüştüğünden hareketle gösterdiği tepki, Amerika ve Katar’ın gaz arama çalışmalarının Türkiye’nin kıta sahanlığı dışında kalacağı güvencesini vermesi ile şimdilik yatışmışa benziyor.
[4] Ancak her halükarda Doğu Akdeniz kritik bir mesele ve Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü ile doğrudan bağlantılı olarak Brüksel ile Ankara arasında çatışma yaratmaya devam edecektir.
Diğer konular ise göç konusunda AB-Türkiye işbirliği üzerinden şekilleniyor. Bu itibarla, göç yönetimi, iki taraf arasında temel işbirliği ekseni olarak kalmaya devam edecek. Nitekim GİK kararlarında Türkiye’ye ilişkin tek pozitif değerlendirme bu konuda gözleniyor. Ankara’nın yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor olması, AB’nin mülteci krizinin patlak verdiği 2015 yılından beri sürdürdüğü “göçün dışsallaştırılması” politikasının başarılı olduğu anlamına geliyor. Bu açıdan AB, Ankara ile 18 Mart 2016’da imzalanan Göç Mutabakatı’nın işliyor olmasından memnun ve bu bağlamda Türkiye’ye maddi destek sağlamaya devam edecektir.
Diğer yandan, Avrupa siyaseti içindeki gelişmeler de Türkiye’nin AB’nin dışlayıcı mülteci politikasının devamı konusundaki kritik rolünü destekleyeceğe benzer. Ocak 2022’de AB dönem başkanlığını devralacak olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, egemen ve bağımsız bir Avrupa’nın öncelikle “sınırlarını kontrol edebilen bir Avrupa” olması gerektiğini belirtti ve bunu dönem başkanlığı hedefleri arasında saydı.
[5] Fransa’da Nisan 2022’de yapılacak olan seçimlerde Eric Zemmour ve Marine Le Pen gibi, aşırı sağ, göçmen karşıtı liderlerin Macron ile yarışıyor olacak olması da elbette bu tarz çıkışları siyasi açıdan destekliyor. 16 Aralık 2021’de toplanan senenin son AB Liderler Zirvesi kararlarının dış göç yönetimi ve AB’nin dış sınır güvenliğine neredeyse covid ile mücadele kadar vurgu yapmış olması da Macron’un önceliklerini teyit eder nitelikte.
Uzun lafın kısası, AB her ne kadar Türkiye’yi Kopenhag siyasi kriterlerinden uzaklaştığı için eleştirse de, bu eleştiriler AB-Türkiye stratejik partnerliğine halel getiren bir dinamik oluşturmuyor.
Uzun lafın kısası, AB her ne kadar Türkiye’yi Kopenhag siyasi kriterlerinden uzaklaştığı için eleştirse de, bu eleştiriler AB-Türkiye stratejik partnerliğine halel getiren bir dinamik oluşturmuyor. 2022’de de bu böyle olacak çünkü Türkiye’nin AB açısından konumu belli. Dolayısıyla son yıllarda kanıksadığımız inişli çıkışlı partnerlik ilişkisi sürecek: AB açısından stratejik öncelikler, Ankara-Brüksel arasında olası çatışma meselelerinde (Doğu Akdeniz gibi) gerilimden kaçınılması ve bilhassa göç konusunda işbirliğinin devamı. Ankara ise hem Doğu Akdeniz’deki meşru haklarını dile getirmekten kaçınmıyor hem de göç yönetimi konusunda AB’den maddi desteğin ötesinde destek bekliyor.
Bunların yanı sıra öteden beri dillendirilen Türk vatandaşlarına Şengen bölgesinde vize muafiyeti tanınması ve 1996 AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesi için müzakerelere başlanılması talepleri de var. Ancak bu taleplerin 2022’de karşılanabilmesi için AB’nin öne sürdüğü şartlar henüz oluşmadığı gibi, Brüksel’in Türkiye’de iktidar değişikliği olana kadar bu konularda adım atmayarak bekle-ve-gör politikası izleyeceğine dair bir öngörüye varmak da mümkün. Bu nedenle de hem ilişkilerin seyri hem de tarafların birbirlerinden beklentileri bakımından önemli bir belirleyici de Türkiye’nin – şimdilik 2023 olarak ilan edilmiş olan - bir sonraki seçimi olacak.
---
[1] Genişleme paketi ve ilgili açıklamalar için bkz:
https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/news/2021-enlargement-package-european-commission-assesses-and-sets-out-reform-priorities-western_en. Alıntı tarihi: 26 Aralık 2021.
[2] Bildirge için bkz:
https://data.consilium.europa.eu/doc/document/ST-15033-2021-INIT/en/pdf. Alıntı tarihi: 25 Aralık 2021.
[3] Raporun Türkçesine ve önceki Komisyon raporlarına T.C. Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı’nın websitesinden ulaşılabilir:
https://www.ab.gov.tr/siteimages/2021_trkiye_raporu_tr.pdf. Alıntı tarihi: 25 Aralık 2021.
[4] “ABD ve Katar’dan Akdeniz’de Türkiye’ye Garanti”, 14 Aralık 2021.
https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-ve-katar-dan-akdeniz-de-turkiye-ye-garanti/6352653.html
[5] “Macron AB Dönem Başkanlığı Hedeflerini Açıkladı”, 9 Aralık 2021.
https://www.amerikaninsesi.com/a/macron-ab-donem-baskanligi-hedeflerini-acikladi/6347929.html