Geçtiğimiz günlerde, 11 yıldır Türkiye’de yaşayan ve doktora eğitimini burada tamamlayan İranlı bir akademisyen dostumla konuşurken, sohbetin ilgisiz bir yerinde durdu ve endişeyle yüzüme bakıp, “Seçimleri muhalefet kazanırsa bizi de geri mi gönderecekler?” diye sordu. Bu soru aslında ülkemizdeki milyonlarca sığınmacı ve göçmenin yıllardır endişe ettiği, ama artan iç siyasi tansiyonla birlikte daha yakından tedirginlik kaynağı olan bir konu: Şimdi ne olacak?
Hâlihazırda Türkiye’de geçici koruma altındaki Suriyeli sığınmacı [bazı siyasetçi, gazeteci, uzman vs. kişilerin yanlış şekilde öğrenip kullandığı gibi “mülteci” değil] sayısı, Nisan 2023 resmi verilerine göre 3,41 milyon civarında, bu devasa nüfusun sadece 62 bini (toplam nüfusun %1,84’ü) kamplarda yaşıyor, geri kalan % 98’lik kesim ise şehirlerde ikamet ediyor. 2023 yılı başından bu yana 125 bin Suriyeli sığınmacı ise ülkeden ayrılmış durumda.
Diğer taraftan, resmi rakamlara göre Aralık 2022 itibariyle yaklaşık 224 bin Suriyeliye TC vatandaşlığı verilmiş durumda. 14 Mayıs seçimlerinde oy kullanma yeterliliğine sahip Suriyeli vatandaş sayısı ise 130.914; yani 60.697.843 olarak açıklanan toplam seçmen sayısının sadece % 0,21’ine tekabül ediyor seçimlerde oy kullanabilecek Suriyeli sayısı. [Suriyeli, Afgan ve diğer yabancılarla ilgili daha detaylı resmi veriler için bkz: https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/)Yani kabaca, her 500 Türk vatandaşı seçmene karşı 1 Suriyeli oy kullanabiliyor. Peki, resmi rakamlara göre gerçek durum buyken, Suriyeli sığınmacılar neden seçimler bağlamında da okların hedefinde yer alıyor ve bunca gürültü neden ortaya çıkıyor?
Meselenin, 2011’de başlayan Suriye iç savaşında, Türkiye’nin olumlu/olumuz rolü ve uluslararası toplumun kayıtsızlığı, hataları ve ihmalleri ayrı bir yazının konusu. Keza Türkiye içinde, ekonomik ve sosyolojik olarak meselenin hassas ve nazik durumu da ayrıca ele alınmayı hak edecek kadar girift ve çetrefilli. Bu yazıda, daha ziyade iktidar ve muhalefet kanadının söylemleri üzerinden, Suriyeli sığınmacılar meselesinin seçimler bağlamında araçsallaştırılması üzerinde durulacak ve çelişen söylemlerin seçimler sonrasında hayata geçirilebilirliği ele alınacaktır.
İktidar kanadı büyük oranda, Suriye’deki Sünni nüfusun Türkiye ile tarihsel bağları, iç savaş sürecinde sahada doğrudan bir taraf olmanın getirdiği sığınmacı yükünü göğüslemeye dair ahlaki sorumluluk ve uluslararası toplumun Türkiye’yi bu ağır yükün altında yalnız bırakması vb. sebeplerle mevcut durumun ana sorumlusu. Geçmişteki hatalı politikalara, AB ile yapılan “geri kabul anlaşmasının” dezavantajlı ve gayriahlaki dizaynının da eklenmesiyle, bir dönem 4 milyonu aşan sığınmacı nüfusun getirdiği ekonomik ve siyasi sonuçlar, bugün Türk toplumunu daha yakından bir yüzleşmeye zorluyor.
İktidar partisi her ne kadar ensar-muhacir söylemiyle bu toplumsal sonuçları yumuşatmayı denediyse de, gerek muhalif kesimlerin buna alıcı olmaması gerekse kendi tabanının dahi bu retoriği gerçekçi bulmamasıyla bu söylemden hızla uzaklaştı. Günümüzde bu söylemin muhafazakâr tabanda bile pek bir karşılığı kalmadı ve artık siyaseten maliyetli olduğu için kullanılmıyor.
Muhalefet cephesinde ise çelişkili sesler çıksa da genel hava, “Suriyelilerin bir şekilde memleketlerine gönderilmeleri” yönünde. Muhalif yelpazenin daha sol ve muhafazakâr kanatları, meseleye evrensel normlar ve sığınmacı hakları, emperyalizmin sorumluluğu, ekonomik sömürü vb. perspektiften yaklaşsa da toplumda ciddi bir siyasi desteğe sahip olmadıkları için, bu öylemler de hâliyle zayıf ve cılız kalıyor.
Türkiye’de milliyetçiliğin son yıllarda daha da güçlenmesi ve siyasetin de toplumun da belirgin şekilde rengini koyulaştırması realitesi, yabancılar ve sığınmacılar/göçmenler bahsinde de Türk toplumunu etkisi altına almış durumda. Ancak bu sığınmacı/göçmen karşıtı tutumun genellikle Afgan, Suriyeli, Iraklı gibi daha zayıf ve ekonomik olarak güçsüz geniş kesimlere odaklandığı, Arapların daha zengin Körfez halklarına ve Avrupalılara kesinlikle yönelmediğini de not etmekte fayda var. Bu da sorunun aslının daha ziyade ekonomik temelli olduğunu ve şehirlerin demografisinin değişmesi gibi daha “realist” gerekçelere dayandığını gösteriyor.
Kanaatim, Şam ile ilişkiler normalleşse dahi sayısı milyonlarla ifade edilebilecek Suriyeli sığınmacının Türkiye’de hayatlarını sürdürmeye devam edeceği, Suriye iç savaşına müdahil olmanın siyasi sonuçlarının daha uzun yıllar Türkiye’yi etkilemeye devam edeceği yönünde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç ay önce ifade ettiği ve 3 Mayıs’ta tekrarladığı, Türkiye'deki 1 milyon Suriyelinin ülkelerine "gönüllü dönüşüyle" ilgili hazırlık yaptıkları yönündeki açıklaması da esasen bu milliyetçi dalgayı gördüğü ve buna göre politik pozisyon alma hazırlığında olduğunu [en azından söylem bazında] ortaya koyuyor.
Muhalefetin en büyük iki partisi ise, cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sıklıkla dile getirdiği “Bu necip milletin alnına ırkçılık gibi kara bir leke sürmeden Suriyeli kardeşlerimizi en geç iki yıl içinde kendi anavatanlarına göndereceğiz” sözünde müşahhas hale gelen “geri gönderme” söylemini benimsemiş görünüyor. Ancak bunun nasıl yapılacağı ve milyonları bulan bir kitlenin gönüllü olarak nasıl ülkelerine geri gönderilecekleri meselesi bir muamma olarak önümüzde duruyor.
Kılıçdaroğlu’nun bu söylemi esasen dört aşamalı bir geçiş süreci öngörüyor, kendisi 1 Mayıs tarihli bir mülakatında buna dair yol haritasını şu şekilde dile getiriyor:
-Suriye ile hemen masaya oturup normalleşme yolunu açma, büyükelçilikleri karşılıklı olarak ivedilikle açıp Ankara-Şam ilişkilerini normalleştirme
-Avrupa Birliği ile masaya oturup devasa mali fonlar temin etme, bu fonlarla da memleketlerine geri dönen Suriyelilerin yaşayacağı kentsel altyapıyı hazırlama ve inşa etme
-Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde geri dönüşün güvenli şekilde yapılmasını sağlayacak hukuki çerçeve ve güvenlik şartlarını oluşturma, can ve mal güvenliğini garanti altına alma
-Ülkelerine geri dönen Suriyeliler için iş imkanları yaratma, Türk işadamları ve uluslararası yatırımcılar kanalıyla Suriye’de fabrikalar ve üretim tesisleri inşa etme
Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu yol haritası, bugün itibariyle, diğer seçeneklere ve “otobüslere doldurup hemen yollayacağız” tarzı karikatür yaklaşımlara nazaran daha uygulanabilir ve insani bir çözüm vaat ediyor. Ancak, gerek Şam yönetiminin ülkeden ayrılanlara yönelik genel kuşkulu tavrı, gerek Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de 11 yıldır kurdukları yeni hayatları bırakıp savaş sonrası yıkım ortamına dönmekte isteksiz oluşları, gerekse AB ve BM gibi uluslararası kuruluşların geçmiş dönemdeki etkisizliği göz önünde bulundurulduğunda bu süreçte rol almakta zayıf kalabilecekleri endişesi, bu planın zayıf karnı.
Kişisel kanaatim, Şam ile ilişkiler normalleşse ve bu dört aşamalı plan tümüyle uygulansa dahi, sayısı milyonlarla ifade edilebilecek Suriyeli sığınmacının Türkiye’de hayatlarını sürdürmeye devam edeceği, Suriye iç savaşına müdahil olmanın siyasi, ekonomik ve toplumsal sonuçlarının daha uzun yıllar Türkiye’yi etkilemeye devam edeceği yönünde.