Loading...
Yeni dönemin siyasetinde, ulaşılamayan gerçekliğin önemini neredeyse tamamen yitirmesi ile karşı karşıya olduğumuzu söylersek hata yapmış olmayız.Bir süre sonra Galatasaray tüm futbol kulüplerimiz gibi inişli çıkışlı bir döneme girdi. Kendi kendime düşünmeye başladım. Uzun yıllardır tuttuğum, başarılarında sevinerek gurur duyduğum, kaybettiğinde üzüldüğüm, hatta kendimi çok kötü hissettiğim, üstelik maddi olarak da bana külfet veren bir takım taraftarlığını neden seçiyordum? Belirli bir süre daha kendimi dinledim. Bir karar verdim ve başarı elde ettiğinde de kaybettiğinde de herhangi bir şey hissetmeyeceğime, hiç ilgilenmeyeceğime dair duygu yönetimi yapacaktım. Onca işim gücüm, ailem ve yeni doğmuş kızım varken benden zaman çalması kendi kendime kızmama sebep oluyordu. Zaman en değerli şeydi ve küçük de olsa bu zamanı benden almasını önleyecektim. İlgi ve odağımı başka şeylere verecek, düşüncelerimden taraftarlık kavramını çıkartacaktım. Uzun bir zaman aldı bu süreç ama tam başardım dediğim anda yepyeni bir stat yapıldı. Stadın açılışına gittiğim gün çok değişik duygular yaşadım. Eski stadın sıcaklığını herhalde hissedememenin verdiği üzüntüyle aldığım kombine bileti yakın bir arkadaşıma o gün devrederek bir daha hiçbir maça gitmedim. Hayatımda olan spora daha da fazla vakit ayırmak, seyretmek yerine içinde olup spor yapmak bana daha fazla katkı sağladı. Galatasaray yeniden şampiyonluklar yaşadı ama ben eskiden sevindiğim kadar sevinmedim. Takım taraftarlığının tamamen bir gönül bağı olduğunu biliyorum. Hiçbir karşılık beklemeden destek vermek ve yoğun duygular yaşamak kaybettiğinde üzülmek kazandığında coşmak, mutlu olmak ve gurur duymak çok farklı duygular. Kontrol edemediğiniz ve sizin dışınızda gelişen birtakım süreçler, oyunlar sizi duygusal ve maddi olarak etkiliyor. Başarılı olabilmeleri için yapabildiğiniz tek şey avazınız çıktığı kadar bağırmak ve destek vermek. Onun dışında başka hiçbir kontrolünüz yok. Tabi kulüp üyesi olup yönetimde değilseniz. TAKIM TUTAR GİBİ PARTİ TUTMAK Bunca futbol hikayesinin ekonomi ile ne ilgisi var diye sorduğunuzu duyuyorum. Sadece ekonomi değil, yönetime dair tüm noktalarla ilgisi var. Kontrol edemediğimiz yönetim, prosesler, büyüklükler, oyun planları anlamında duygularımıza inişli çıkışlı süreçler yaşatan futbola bu kadar ilgi duyuyor, saatlerce günlerce konuşuyor uğruna şiddete bile başvururken, hayatımızın akışını değiştirebilecek olan ülke ve ekonomi yönetimine, kısacası siyasete gerek seçmen gerekse başka baskı grupları ile müdahale etme konusunda ilgisiz kalıyoruz. İlgili olsak da aksiyon almanın içinde olmuyoruz. Aslında pek çok bilginin kamuya açıklanmadığı, farklı birçok kaynaktan bilgi yüklemesinin yapıldığı ve her türlü verinin farklı farklı yorumlandığı bir ortamda, günün tamamını buna ayıracak olsanız dahi işin içinden çıkmanız mümkün olmaz. Bu durumun işaret ettiği en önemli gösterge, geniş kitlelerin hangi veriye, hangi açıklamaya güveneceği konusunda akıl yürütme yeteneğinin yitirilmiş olması.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile gerçekleştirilen keyfiyet, ortaya çıkan bu zararın ve yapılan harcamaların ucu bucağı ve sınırı olmayan bir borçlanma ile finanse edilmesini beraberinde getiriyor.Bu noktada kitlelere hitap etme kabiliyeti kuvvetli olan, kitlelere yanlış da olsa bu bilgileri yayma konusunda kabiliyeti yüksek olanlar maalesef ki öne çıkıyorlar. Yeni dönemin siyasetinde, ulaşılamayan gerçekliğin önemini neredeyse tamamen yitirmesi ile karşı karşıya olduğumuzu söylersek hata yapmış olmayız. Kitleler doğruyu bulma araştırma yerine, kendini ait gördüğü kimliği temsil eden ve savunan kişilerin arkasından gidiyor ve aynı futbolda olduğu gibi irrasyonel seçimler yapıyorlar. Kendisiyle özdeşleştirdiği siyasetçi ve yöneticilerle gönül bağı kuran bu kişiler, elitist olduğunu düşündükleri kişilerin hor görmesinden şikâyet ederek popülist liderlerin peşine takılıyorlar. Bunun sonucunda da her türlü iradelerini hiçbir sorgulama yapmadan bu liderlere ve onların yönettiği partilere bırakıyorlar. Buna birkaç örnek vererek anlatalım. İktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son yirmi yıldır ülkenin yönetimini tek bir liderle, Recep Tayyip Erdoğan ile sürdürüyor. Toplumun geniş kitleleri, kendisiyle gönül bağı kurmuş bu kişinin geçmiş dönem başarıları üzerinden hafızalarında yer ettiği durumla yaşıyor. Fakat gelin görün ki önemli ekonomik büyüklüklerin gösterdiği gerçek rakamlar bile bu gönül bağı kurmuş kimselerin rasyonelliğe uyanması için yeterli olmuyor. Örneğin kişi başı milli gelirimiz 2013 yılından beri düşüyor. 2021 yılındaki yükseliş ABD Dolarının ortalama 8,9 olarak alınması ve pandemiden çıkış sonrası hızlı bir büyüme nedeniyle ortaya çıktı. Grafik 1
Değişim son derece zor ve emek isteyen bir süreçtir. Özellikle de iyi yönde değişim. Bunu gerçekleştirirken hepimizin birbirimize yardım etmesi, pozitif düşünmesi şarttır.Avrupa’ya gidiş dönüş ve Avrupa içinde 3 tane farklı ülke görmek için yapılacak seyahat bedeli : İstanbul – Avrupa uçuşu 3 kişilik bir aile için 40.000₺ . Avrupa içinde seyahat için 2 uçuş ( 3 kişilik bir aile toplam 15.000₺). Yeme içme masrafları toplam: (Günlük kişi başı 20 €’dan, oldukça mütevazi) 324.000₺ Şimdi gelin toplam maliyete bir bakalım. Bir ailenin 3 ay toplam maliyeti 446.000₺. Yani anne baba çalışıp devlete %35 vergi ödeseler devletin bu kadar masrafı karşılama imkânı yok. Tabi ki devlet bir yerlerden borç alacak ve bu aileyi tatile gönderecek. Sınırsız borçlanma yetkisi alındığına göre problem yok. Avrupa tatili yapan bu aile, kendisini Avrupa tatiline gönderen iktidara ödeyeceği vergilerle bu borcu kapatmaya çalışacak ve bir yandan da hayatını sürdürmeye, çocuğunu okutmaya ve emekliliği için para biriktirmeye uğraşacak. Karmaşık değil mi? Aslında son derece basit. Birileri size bedava bir şey sunuyorsa belki bedeli bugün değil ama mutlaka gelecekte ödenir. Siz ödemeseniz de gelecek nesiller öder. DAVRANIŞSAL BİLİMİN SÖYLEDİĞİ – BİLİŞSEL ÖNYARGI İşte tam bu noktada işin içine davranışsal bilim giriyor. Daha önce başarılı olmuş ve gönül bağıyla bağlanılmış iktidarlar ne kadar başarısız olsalar da “Muhafazakâr Önyargı” baskın çıkıyor. Muhafazakâr önyargı, kişinin tepki vermeme eğiliminin en belirgin özellik olduğu bir önyargı çeşidi. Tıpkı geçmiş dönemde hep kar eden bir şirket hissesine yatırım yapan kişinin, şirketin gelen kötü kârlılık rakamlarına ve finansallarına tepki göstermeden hisseyi elinde tutması gibi. Finansal tabirle zarar kes yapmadığı sürece, kötü yönetilen şirketin varlığı eritmesi gibi, kötü yönetim gösteren iktidarın popülizmle ayakta kalarak içten içe toplumun tüm varlığını tüketmesi ve yoksullaşmasına neden olması kaçınılmaz olacaktır. Bu işin sadece ekonomik ve mali boyutudur. Sosyal boyutu daha da dramatiktir. Muhafazakâr Önyargı ile savaşmanın tek yolu yeni gelen bilgileri, hakikati korkmadan, cesurca ve en önemlisi güven vererek en yüksek sesle söylemektir. Sorunun oy istemek ve iktidara gelmek olmadığı, bunun ülkenin refahı, çocuklarımızın, gençlerimizin daha iyi yarınları için doğru işler yapmak olduğunun anlatılması da gönül bağını kurabilecek ilk adımdır. Güven birkaç gün veya ayda değil, tuğla tuğla örülerek yıllar içinde oluşturulabilecek bir duygudur. Kuruluşunun yıllar, yıkılışının dakikalar alacağının bilinciyle samimi olmak gerekir. Değişim son derece zor ve emek isteyen bir süreçtir. Özellikle de iyi yönde değişim. Bunu gerçekleştirirken hepimizin birbirimize yardım etmesi, pozitif düşünmesi şarttır. Size “Fil düşünmeyin” dediğimi varsayın. Çok garip değil mi? Fil düşündünüz. O nedenle hedefinize ulaşacağınız yolda sadece engelleri düşünür ve hedefinize kilitlenmezseniz o engellerle enerji ve zaman kaybedersiniz. Haydi hep birlikte sadece hedefimize kilitlenelim ve pozitif düşünelim.