Yüksel Işık yazdı | "Kümes mi kalabalık, horoz mu çok?"

Abone Ol
gülsem mi ağlasam mı” ikileminde bırakan pek çok trajikomik öyküden birini hatırlattı. Olay, Alanya’da yaşanmış. Darbeden sonra Alanya’da faaliyet yürüten sol bir gruba yönelik operasyon yapılmış. Operasyon sonucu yakalananlardan biri, o grubun bölgesel lideri konumundadır. Sorgucular, “mal bulmuş Mağribi gibi” işlerini güçlerini bırakıp, Onunla uzun süre “ilgilenmişler”. Akşam sabah işkencenin bini bir para! Her türlü yöntemi denedikten sonra akıllarına sormak gelmiş: “Amacınız neydi?” Bölgesel lider cevap vermiş: “Devrim yapacaktık.” “KAYMAKAM OLACAKTIM” Bu cevabı duyan sorgucu, bizimkini bütün hıncıyla tekmelemiş. Sonra da olabildiğince laubali bir biçimde sormuş: “Ulan …bne, devrim yapacaktınız da başınız göğe mi erecekti?“Elbette” demiş bizimki, bütün ciddiyetiyle “ben Alanya Kaymakamı olacaktım.” Bu cevaptaki “naiflik” ile Cuma gecesi yaşanan nobranlık arasında hiçbir doğru geçmez; ikisi arasında ille de bir ortak nokta aramak gerekirse, lider konumundaki şahsiyetlerin ufuk çizgilerinin üzerine inmiş olan perdedir. Halkın kendilerine vermiş olduğu sınırsız desteği, “küresel güçler tarafından palazlandırılıp, dikkat dağıtmak üzere halkın arasına korku salmak amacıyla salınmış üç beş lümpeni bulundukları coğrafyadan süpürüp atmak” için heba edenlerin günahı da küçümsenemez ama tarihte 16 devlet kurma tecrübesine ve son kurulan devletin 100 yıllık geleneğine sahip, üstelik “yaprak kıpırdasa” haberi olan, bir bakanlığın iki günlük “sokağa çıkma yasağı”nı yönetenlerin beceriksizliğiyle karşılaştırılamaz. Dahası önlerinde 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbe süreçlerinde konulmuş sokağa çıkma yasağı tecrübeleri de orta yerde dururken… O “meşum Cuma gecesi”nin bize öğrettiği en temel bilgi, toplum nezdinde itibarı sağlam, seveninin de, sevmeyenin de güvenini kazanmış bir lidere ihtiyaç olduğudur. LİDER DEDİĞİN!O lider nasıl biri olmalıdır?” sorusuna pek çok cevap verilebilir; o cevaplardan birisi de, liderin, “zor zamanların altından kalkmasını bilen kişi” olduğu gerçeğidir. Lider, zor zamanların altında kalkmasını bileceği gibi yönlendirici özelliği de olmalıdır. Neden? Çünkü “bir hedefi olan her topluluğun, o hedefe varabilmesi için kendisini motive edecek ve yönetip yönlendirecek bir lidere ihtiyaçları vardır.” “Lider Benim” kitabımdan aktaracağım şu pasaj meramımın anlaşılmasını kolaylaştırır: “Liderin yönlendiriciliği, tarihin gördüğü ilk liderden bu yana belirgin bir biçimde önce çıkmaktadır. Bu özellik, liderin ekibindekileri ya da aynı hedef etrafında kümelenmiş topluluğu teknik olarak bilgilendirmesini ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda yönlendirmesini içerir. Tıpkı bir Türk atasözünde, ‘Öğrenci hazır olduğunda öğretmen ortaya çıkar’ denilmesi gibi…” Cuma gecesi gerçekleşen ise tam bir kaostu. Ortada lider de yoktu; geleneksel devlet refleksi de! Neden sorusuna verilecek cevap biraz manidardır. İSTİFA SÜRECİNE NE DENİR Kİ? Takip eden iki gün boyunca insanların ihtiyaçlarının nasıl karşılanması gerektiğine ilişkin en basit soruların dahi cevabının olmadığı bir “sokağa çıkma yasağı” uygulanmış; sorularına cevap bulamayan kitleler de, iktidarın, bundan önceki uygulamalarından hareketle paniğe kapılarak, kaosa koşmuşlardır. Çünkü her ne kadar her iki kişiden birinin oyunu alsalar da süreç, bu iktidarın itibarını, pek çok açıdan yaralamıştır. Erdoğan’ın, uzun uğraşlar sonucu elde ettiği “tartışmasız karizması”, “Damat”ın ve bir zamanlar kendisine ağza alınmayacak sözler sarf eden Soylu’nun kabineye alınmasıyla birlikte flulaşma eğilimine girdiği ortadadır. Çinliler, bu durumu anlatmak için “aşırı kalabalık tavuk kümesi, normalden az yumurta üretir” derler. Biz de, bu tarz durumlar için “horozun çok olduğu yerde sabah geç olur” sözünü kullanırız! “Normalden az yumurta üretme” süreci, toplum nezdinde belirgin bir hal alan itibar kaybına yol açmış; itibar kaybı da Ankara ve İstanbul ile birlikte “yönetme kabiliyeti”nin yitirilmesine giden süreci başlatmıştır. “Ya istifa süreci?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Cevabımı size çoğunuzun bildiğini sandığım şu kondüktör hikayesi aracılığıyla vermek isterim. KAÇAK YOLCUYU AKRABA HALİNE DÖNÜŞTÜREN GÜÇ! Kondüktörün biri, trenin en arkasındaki vagonun cumbasında oturuyormuş. Birden yük vagonlarından birine tırmanmakta olan bir serseri çarpmış gözüne. “Hey” diye seslenmiş aşağıdaki güvenlik görevlisine; “serserinin biri trene kaçak bindi; git onu trenden indir”. Güvenlik görevlisi serserinin yanına gitmiş. “Bana bak” demiş serseriye; “hiçbir gerekçe bu trene kaçak binmen konusunda beni ikna edemez. Çabuk in bu trenden; yoksa kötü olur.” Serseri istifini hiç bozmamış: “Benim hiçbir gerekçem yok birader” diye başladığı cümleyi, belindeki silahı çıkardıktan sonra şöyle tamamlamış: “Benim yerime seni ikna edici gerekçeleri bu küçük arkadaşım anlatacak.” Görevli, gerisin geri yerine dönmüş. “Eee” demiş, Kondüktör; “hallettin mi?”  “Hayır” demiş, görevli, “adam akrabam çıktı.” Kondüktör, bu cevaba çok sinirlenmiş. “O zaman ben atarım onu” demiş ve bir hışımla gitmiş. Gidişiyle gelişi bir olmuş! “Ne yaptın? Attın mı?” diye sormuş güvenlik görevlisi. “Hayır ya” demiş Kondüktör, “meğerse benim de akrabammış”. “Eee mi?” diyorsunuz! Diyeceğim, Osho’nun bu olaydan çıkardığı kıssadan hisse gibidir: “Sizin geçtiğiniz yollardan geçip, son noktaya ulaşmış hiç kimseyi aldatamazsınız”.