Yüksel Işık yazdı | Korku da bulaşıcıdır; cesaret de!

Abone Ol
“o gülen yeşil gözlerin artık dersleri izleyemeyecek, okuyamayacak, yazamayacak” dediği dokuz yaşındaki Veysel’in de olduğu 104 kişiden bahsediyorum. Patlamadan az önce gözüme, gencecik çocukların taşıdığı, "Ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı" sözleri yazılı bir pankart takılmıştı. O mitingin talebi barıştı ve barış talebini kana bulamışlardı. O karanlık el, her kimin eliyse çocukların gökyüzüne kansız bakmasını istememişti. O katliamın öncesinde ve sonrasında yaptıkları pek çok katliamda olduğu gibi! FAŞİZMİN EN İYİ BİLDİĞİ ŞEY! Sonradan öğrendik ki katiller o kadar rahatlarmış ki bindikleri taksiden para üstünü almayı dahi ihmal etmemişler; miting alanına da elini kolunu sallayarak girmişler. Halbuki iki elin parmağını geçmeyen insanların toplanıp herhangi bir açıklama yaptıkları an kişi başına onlarca polisin düştüğü bir şehirdir Ankara. “Toplumsal olaylar sırasında güvenlik önlemi alınmaz mı?” diye sormanız normal ama bu ülkenin katliamcılık geleneğinden de biliyoruz ki ne zaman güvenlik güçleri seyirci konumuna geçmişse peşi sıra göstere göstere bir katliam gelmiştir. 1 Mayıs 1977 de öyle olmuştu, Çorum Katliamı da; Madımak da öyle olmuştu 16 Mart İstanbul Üniversitesi Katliamı da! On binlerce insanın katıldığı mitingin giriş anında arama yapılmamış olması, başka nasıl açıklanabilir ki? Anlaşılan o ki bombanın da, bombacıların da alana rahatlıkla girebilmesi için kapılar sonuna kadar “açılmış”. Neden? Kitlesel korku yaratıp, sindirebilmek için! İstedikleri şey, kitlesel olarak korkup sinmek; evlerimize kapanıp, “görmedim, duymadım, bilmiyorum” reflekslerini göstermek. Böylece küresel sermayenin hareket alanı daha da genişlemiş olacak. Bu arada onlarca insan ölmüş; yüzlercesi yaralanmış; ne gam! Çünkü faşizm, farklı olana tahammül edemez ve bu tahammülsüzlüğünü göstermek için bildiği en iyi şey olan katliam yapmaktan kaçınmaz. KORKU İKLİMİNE KARŞI UMUT İKLİMİ O gün, on binler, “barışın ucundan yakaladık” diye umutlanarak Ankara Garı’nın önüne toplanmışlardı. Onbinlere yönelik o bombalı katliamın öncesini unutmamak; sonrasında olanları da rastlantı saymamak gerekiyor. Öncesinde 7 Haziran seçimleri olmuş; yarattığı “umut iklimi” rahatsız etmişti. O “rahatsızlığın” ilk işareti, önce Suruç’ta çocuklarımızın bombalanmasıyla verilmiş; sonra da Ceylanpınar’da iki polisi evlerinde öldürülmesiyle belirginleştirilmişti. Ankara’dan Gaziantep’e, İstanbul’dan Diyarbakır’a her yerin bombalanması; barışa dair doğan beklentinin yerini yeniden şiddetin ve çatışmaların alması ise o “rahatsızlığın” tahkimat yaptığına işaretti. İstedikleri şey, topluma, “korku iklimi”nin hakim olması idi ve ne yazık ki Türkiye, artık, “korku iklimi”nin hakim olduğu bir ülke haline dönüşmüş durumda. Bu “iklim”in hegemonyasını sürdürebilmesinin yolu, içeride, dışarıda, herkesle kavgalı bir ülke olmaktan geçiyor; zira “bölüp, parçalamak”tır, kitleleri istenildiği gibi yönetmenin en kestirme yolu! DAHA FAZLA CESARET! Hiç kuşkusuz, bütün “suç”, bu coğrafya üzerine karanlık senaryolar yazanlarda değil; Nazım Hikmet’in dizeleştirdiği gibi “kabahatin çoğu” bizim! Evet insanız; nerede ve nasıl karşılaşacağımızı bilemediğimiz ölümle yüz yüze gelmek istemiyor olmamızdan daha doğal bir şey olamaz ama bilmemiz gerekir ki “korkunun ecele faydası yok”. Korku bulaşıcıdır; zaten bu yüzdendir ki hepimizi esir almak için “korku iklimi”nin egemen kılmak istiyorlar ama onların unuttukları, bizim ise hatırlamakta imtina ettiğimiz başka bir şey var ki o da “cesaretin de bulaşıcı” olduğu gerçeğidir. Cesaret, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha demokratik bir devlet olmasını sağlayacak yegane reflekstir. Ahmed Arif’in dizeleştirdiği gibi “Yürü üstüne üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının… Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile diş ile Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni.” 9 yaşındaki Muhammet Veysel’in ve 104 kişinin vasiyeti budur. NOT: Bu yazı, https://isikyuksel.blogspot.com/2017/10/10-ekimler-olmasn-diyorsanz.html başlıklı yazının gözden geçirilmiş halidir.