Yüksel Işık yazdı | Kılıçdaroğlu, aslına mı dönüyor?
başarıdan başarıya koşturuyor”.
Kılıçdaroğlu’nun yıldızı ise CHP Grup Başkanvekili olduğu günlerde yolsuzlukları deşifre ettiği için parlamıştı.
O deşifrelerin sonucudur ki AKP’nin pek çok “ağır topu”, siyaseten tükenmişlerdi.
GÜVEN VERMEK!
Kendine güveni tamdı; halka da güven veriyordu
Kim istemezdi ki böyle birini?
Çalışkanlıksa çalışkan, titizlikse titiz, sakinlikse sakin!
Yeri geldiğinde araştırmacı gazeteci, yeri geldiğinde olaylar ve olgular arasında bağlantılar kurmasını bile bir Cumhuriyet Savcısı gibi çalışan Kılıçdaroğlu, herkesin hakkına hukukuna riayet ederek, yolsuzluk, usulsüzlük yapanların tepesine inen pamuklarla sarılıp sarmalanmış “demir bir balyoz”du adeta.
Bir anda yolsuzluklar, suiistimaller, rüşvet ve kayırmacılık karşısında isyanını sessiz çığlığa dönüştüren milyonların umudu olmuştu. Sessiz çoğunluğun birbiriyle yarışarak ilettikleri o belgeler sayesinde “Anadolu’nun Süpermeni”ne dönüşmüş; tek başına Şaban Dişli, Dengir Mir Mehmet Fırat, Melih Gökçek derken AKP’yi sarsılmıştı. En mugalatacı AKP’liler bile karşısına çıkmaktan korkar hale gelmişlerdi.
Hesap edebildiğinden daha çok yolsuzluk dosyasını önünde bulmuştu. Çünkü o sıralarda yayımlanan bir uluslar arası düşünce kuruluşunun da belirttiği gibi “Kılıçdaroğlu güven veren” bir kişiliğe sahipti.
Her ne olduysa bundan sonra oldu; Baykal’a kurulan tuzağın “başsız” bıraktığı CHP’de, gözler Kılıçdaroğlu’na çevrildi.
Önce istemedi ama “görevden de kaçılmaz”dı; 22 Mayıs 2010’da CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oldu.
Sükuneti ve sesindeki güven verici tonlama nedeniyle O’na “Sakin Güç”, “Gandhi” yakıştırması yapıldı. Mütevazi yaşamının Ecevit’e olan benzerliği nedeniyle “Yeni Karaoğlan” da denilmişti.
Araştırmalar, Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’nin oy oranında belirgin yükseliş saptamış; yapılacak ilk seçimde “makus talih”in yenileceğine ilişkin umutlar artmıştı.
HULUSİ BABA, EROL TAŞ OLURSA!
Tam o sırada geldi; tarihe “yetmez ama evet” ile not düşülen referandum. Hani FETÖ’nün, “imkanım olsa mezardaki ölülere bile evet verdirtirim” dediği referandum.
12 Eylül 2010’da yapılan o referandumda HDP Cephesi sandığa gitmemiş; hayır oyları, “ikircikli” MHP’nin de verdiği destekle ancak yüzde 42 olabilmişti.
12 Haziran 2011’de yapılan seçimler ise Kılıçdaroğlu için ilk ciddi sınavdı. 2007 seçimlerinde alınan yüzde 20.85 oy oranı, 2011’de yüzde 25.91’e yükselmişti. Dörtte bir oranındaki artış, umutvardı ancak beklenenden azdı.
Kılıçdaroğlu’ndaki “dönüşüm” de o tarihten sonra başladı.
Her şeyi sükunetle ve muhatabını ikna ederek anlatan Kılıçdaroğlu gitmiş; yerine hançeresini yırtarcasına bağıran biri gelmişti.
Tıpkı Erdoğan gibi!
Erdoğan’ın “alameti farikası” bağırmaktı. “Bize astığı astık, kestiği kestik böyle bir lazım” diyen hatırı sayılır bir kitlenin yönetilip yönlendirilmesi, “eyyy…” diye başlayıp sonu farklı isimlerle tanımlarla biten cümleler kuran biriyle olabilirdi.
Nitekim öyle oldu. Çiftçiye “ananı da al git”, ihmaller zincirinin son halkası olan Soma Faciasına “fıtrat” demesinin; Kılıçdaroğlu’nu inancı nedeniyle aşağılamak istemesinin hepsi “Kasımpaşalılık” ile birlikte anlamlandırıldı.
Verilmek istenen mesaj, “özü de, sözü de bir”di.
Buna mukabil Kılıçdaroğlu, “efendi” idi ve güya bu halk, “efendi”den anlamazdı.
O’na yakıştırılan “sakin güç” ve onu güçlendiren Gandi tanımından hareketle yazılabilecek orijinal bir hikaye olanağı varken, Erdoğan’ın yarattığı esip gürleyen “Kasımpaşalı” tipine “benzeşik” bir “lider” olma uğraşına sokuldu.
Muhtemelen kendisine “şüyuu vukuundan beter” olan yüzde 70’in istediği gibi olmanın “erdemi” anlatılmış ve anlaşılan O da ikna olmuştu. Artık “Hulusi Baba”lığı bırakacak; “Erol Taş”ın rolüne soyunacaktı!
OLDUĞU GİBİ GÖRÜNMEK!
“Kerameti kendinden menkul” Ekmeleddin’in bulunmasına; sağcılığıyla bilinen isimlerin transferine gösterilen direnç sonrası masaya vurmalar, “tıpış tıpış”lar, “kapının önüne koyma”lar işte bu sürecin ürünüdür ve itiraf etmek gerekir ki Kılıçdaroğlu’nun itibarının hasar görmesinin nedeni de bu “gel-git”lerdir.
Hangi yapımcı Erol Taş rolü için Hulusi Baba’yı oynatırdı ki!
Muhafazakar seçmeni anlamak için muhafazakar; Kürtleri anlamak için Kürt, Alevileri anlamak için Alevi olmak gerekmez. Aynı şey, kadınlar, gençler, engelliler, asgari ücretliler, işsizler, çiftçiler için de geçerli! Asgari ücret ve emekli maaşları konusunda yürütülen ısrarlı söylemde olduğu gibi empati yapmak ve sahici çözüm önerilerini programlaştırmak, bütün kilitli kapıları açar.
Bütün mesele, “olduğun gibi görünmek”tir.
Nitekim Kılıçdaroğlu da, Kemer Belediyesi’ni ziyaretinde, yeniden “orijinal”e dönüşün sinyalini vermiş ve “Bağırmak ve çağırmakla ülkeler yönetilseydi, büyüyebilseydik vallahi biz şu anda dünyanın en gelişmiş ülkesi olurduk” demişti.
O’nun ardından geldi, Man Adası’nda kurulan offshore şirketler açıklaması.
“Tane tane” anlattı; “sakin ve ikna edici” idi.
Suriyeliler için harcandığı iddia edilen 30 milyarın akıbetini de ortaya çıkarırsa o zaman bir kez daha kanıtlanmış olacak ki “Demek ki bu işler bağırmakla, kavga ederek olmuyor.”
Bu ülke, vurdulu kırdılı bir “hikaye”yi değil; insanın içini ısıtacak yepyeni bir öykünün nasıl yazılacağını merak ediyor.