Yüksel Işık yazdı | Deveyi sağlam kazığa bağlamak!

Abone Ol
yol kazası” olarak tanımlamıştı. AKP VADİSİNİN SONU! Ardından yapılan 1994 seçimleri göstermişti ki Kağıthane, bir “kaza” değil; Türkiye’nin içine girdiği yeni “vadi”nin giriş kapısıdır. Toplumdan gelen sinyaller o “vadi”nin sonuna geldiğine işaret ediyor. Bu sinyallerin başında 16 Nisan referandumu gelmektedir. O tarihten sonra yapılan her seçimde, tek başına neredeyse her iki kişinin oyunu alan AKP, 16 Nisan’da yanına iliştirdiği MHP ve BBP’nin desteğine rağmen YSK’nın mühürsüz oyları geçerli kabul etmesi sayesinde “evet”i çıkartabilmişti. İstanbul ve Ankara’da ise her şeye rağmen geride kalmıştı. Gerçekleştirdikleri “algı operasyonu” ile Türkiye’yi içine soktukları o “vadi”den çıkmasından hoşnut olmayan AKP, referandumdan aldığı sinyal doğrultusunda İstanbul’da Kadir Topbaş, Ankara’da Melih Gökçek başta olmak üzere bazı “dokunulmaz” belediye başkanlarını istifa ettirmek zorunda kalmıştı. AKP de farkındaki Ankara ve İstanbul’u kaybetmek, yalnızca iki önemli şehirde Belediye Başkanlığını kaybetmenin ötesinde anlamlar içermektedir. Her türlü operasyona rağmen bu iki şehirde hayır bileşenlerinin moral ve motivasyonu yükselmekte; bütün sertliklerine rağmen AKP-MHP İttifakı ise gerilemektedir. DEĞİŞİMİN OBJEKTİF ŞARTLAR HAZIR! Öte yandan bir önceki seçimden bu yana siyaset arenasında önemli dalgalanmalar gerçekleştiği ve bu dalgalanmaların pek çoğunun iktidarın aleyhine sonuçlar yarattığı da ortadadır. Bunların başında, MHP’den İYİ PARTİ doğması ve Saray İttifakının tam karşısında yer alması gelmektedir. Ekonomi bozulmuş, bu bozulma sonucu yoksulluk artmış; sosyal hayattaki taciz, tecavüz ve çocuk yaşta evlilik gibi pek çok olumsuz gelişmenin de AKP iktidarının sonucu olduğuna ilişkin genel kanaat giderek güçlenmiştir. Kısacası AKP’nin Türkiye’yi hapsettiği “vadi”den çıkış için objektif şartlar hazır hale gelmiştir. Ancak bir toplumsal değişimin yaşanabilmesi için objektif şartlar kadar subjektif şartların da hazır olması gerekmektedir. PEKİ YA SUBJEKTİF ŞARTLAR? Toplum değişime hazır ama bu değişimin fitilini ateşleyecek örgütlü bir güç var mı? Türkiye’nin ihtiyacı, değişimin objektif şartları olgunlaşmışken, küçük hesaplar peşinde olmayan ve tarihin akışını değiştirecek bir süreci simgeleyen “evet, var öyle bir parti” diyebilecek bir partinin topluma öncülük etmesidir. Türkiye, farkı inanç, etnisite ve pek çok sosyal bağların güçlü olduğu bir ülkedir. Böyle bir ülkede herkesin “kesişim kümesi” olabilecek bir örgütlü güce ihtiyaç vardır. Tarihsel, toplumsal ve güncel olarak herkesi kucaklayabilecek bu örgütlü güç, “huzurun, refahın, güvenliğin ve özgürlüğün imgesi Türkiye” mottosu ile herkesin dikkatini çekebilecek hareket kabiliyetine sahip olabilir. Değişim için objektif şartlar olgunlaşmış durumdadır; artık mesele, bu değişim fikrini toplumun bilincinde açığa çıkarabilmenin yöntemlerinde düğümlenmektedir. Farklı seçmen gruplarını ikna etmek ve değişimin farkına varmalarını sağlayarak, tercihlerini değiştirerek, olumlu geri dönüş almak üzerine oturtulacak bir Türkiye senaryosu pekala yazılabilir. SEÇİM SAHADA KAZANILIR! Açık ki herkesin kendisinden bir şeylerin bulabildiği bir senaryo yazmak yetmez; bu senaryoyu gerçekleştirmek için sahaya da çıkmak gerekir. Çünkü seçim, sahada kazanılır. Seçimin sahada kazanılmasını kolaylaştıracak etkenler olduğu muhakkaktır. Her ne kadar yasalar karşısında bütün partiler eşit gibi görünse de, iktidara kolaylık sağlayan “kurumsal fiziksel gücü”n varlığı, maddi kaynaklar, bu kaynakları toplama, yönlendirme ve kullanma olanakları açısından seçimler, eşitsiz bir yarıştır. Muhalif konumdaki partiler, bu yarışa geriden başlamaktadır; ancak her şey “iktidarın imkanı” demek değildir. Öyle olsaydı, mutlak iktidarını kurmuş nice iktidarlar ilanihaye değişmezdi. Yapılması gereken şey, iktidarın toplumu hapsettiği “vadi”nin koşullarına teslim olmayı reddedip, iktidar partisi ile farkını ortaya koymak ve algıyı değiştirmektir. Çünkü seçmen algıya oy verir. TEVEKKÜL DEVEYİ KURTARMAZ! Tam burada tarihi bir anekdota atıfta bulunalım. İslam dininin çıkış yıllarında, “Allah’a emanet etme”nin önemine sıkça atıf yapılır; Allaha emanet edilmeyen canın ve malın akıbetinde belirsizlik yaşanacağına dair kanaat kabul görürmüş. Rivayet edilir ki bir bedevi, telaş içinde, Hz. Muhammed’in yanına gelmiş. Adamdaki telaşı Hz. Muhammed’in dikkatini çekmiş. “Hayırdır, ne bu telaşın?” diye sormuş. “Devemi kaybettim; bıraktığım yerde yok” demiş Bedevi. “Deveni nereye bağladın?” diye sormuş, Hz. Muhammed. “Bağlamadım ki” demiş Bedevi, “Allah’a emanet ettim”. Bunun üzerine Hz. Muhammed, bugünümüze de ışık tutacak şu cevabı vermiş: “Önce deveni sağlam bir kazığa bağlayacaksın, sonra Allah’a emanet edeceksin.” O halde sahaya inmek için seçim gününü bekleme tembelliğinden ve herhangi bir çalışma yapmadan sandıktan çıkacak kadere razı olmaktan yani “tevekkülden” vazgeçilmelidir. Bugüne kadarki tecrübeler, seçmenin, seçim dönemlerinde gündeme getirilen vaatlere kolaylıkla ikna olmadığını göstermektedir. Seçmen için önemli olan, partilerin ve özellikle de liderlerin bir seçimden ötekine kadar geçen süreçteki performansına, tutarlılığına ve samimiyetidir. Üstün bir performans, tutarlı bir pratik politika ve her açıdan samimiyet için sahada olmak ve yarını bugünden örgütlemek şarttır. “Devemize sahip çıkalım; sağlam kazığa bağlayalım.”