Yüksel Işık yazdı | Bu sefer tamam!
Bir şey mi var?” diye sormuş kurbağa.
“Orada ne yapıyorsun?” diye soruyla karşılık vermiş kaplumbağa.
“Burası benim evim, burada yaşıyorum” demiş kurbağa.
Kaplumbağa şaşkınlığını gizleyememiş:
“Burada mı?”
“Evet” demiş, Kurbağa; “burada çok mutluyum. Canım isterse kuyunun kenarına tırmanıyorum; istersem de kuyunun suyunda yüzüyorum. Dinlenmek istersem de kuyunun şu oyuğuna girip uyuyorum.”
Sonra da kaplumbağayı evine davet etmiş:
“Gel kendin gör istersen!”
Kaplumbağa, daveti kabul etmiş. Ancak bacağı kuyunun bir kenarına sıkıştığı için sendelemiş; biraz daha çabalamış ama nafile. Vazgeçmiş kuyuya inmekten.
Gerisin geri çıkmış ve kurbağaya sormuş:
“Denizi bilir misin?”
“Deniz? O da ne ki?” diye meraklanmış kurbağa.
Kaplumbağa denizi anlatmış; anlattıkça kurbağanın şaşkınlığı ve merakı artmış. Nihayetinde denizi görmek için yaşamakta olduğu kuyudan çıkmış.
Rivayet edilir ki dışarı çıkar çıkmaz, gökyüzünün ne kadar geniş, yıldızların ne kadar çok olduğunu fark etmiş.
MUHALEFET KUYUDAKİ KURBAĞA OLMAKTAN ÇIKTI!
24 Haziran baskın seçimleriyle birlikte, başta CHP olmak üzere muhalefet, pek de alışık olmadığımız bir biçimde, “kuyudan çıktı”.
Yakın zamana kadar iktidar blokunun belirlediği “kuyu”da siyasi yaşamını sürdürmeyi tercih eden muhalefet, ilk kez, 24 Haziran baskın seçim kararının ardından, kendisine “dışarıdan” gelen sese kulak verip dışarı çıktı.
Bu dışarı çıkışla birlikte inisiyatifi de ele alan muhalefet, birbirini tamamlayan “sıfır baraj”, “15 vekil operasyonu” ve nihayet herkesin kendi adayıyla Cumhurbaşkanlığı seçimine katılması gibi adımlarla daha önce kendilerini “kuyuya hapseden” iktidar blokunun insicamını da bozmuş oldu.
ALTERNATİF VARMIŞ!
Nereden mi anlıyoruz?
Erdoğan’ın bocalamasından!
2002’den beri iktidar olmasına rağmen her seçimde, kendi icraatlarının olumsuzluklarını muhalefete, özellikle de CHP’ye yükleme başarısını gösteren Erdoğan’ın, muhalefeti CHP’de tekleştirme operasyonu, başarısızlıkla sonuçlandı.
Hiç kuşkusuz, iktidar blokunun bu başarısızlığında, bütün baskılara rağmen HDP’nin “yel kayadan ne götürür ki” direngenliğinin, Akşener’in çıkışının ve Karamollaoğlu’nun humorunun etkisi büyük.
“Kuyudan çıkış”ta eksik bırakılan tek şey, HDP’nin dışarıda bırakılmasıdır; onu da seçmen inisiyatifi çözecektir.
Ancak en büyük pay, inisiyatif alarak, peş peşe hamleler yapan Kılıçdaroğlu’na aittir.
Muhalefetin “kuyudaki kurbağa” rolünden çıkma iradesini göstermesi ve dolayısıyla halkın, daha önce hapsedildiği “alternatifsizliğin çaresizliği”nden çıkabilme ihtimali, iktidar blokunu sarsmış görünmektedir.
Seçim startı verilmeden “taşeron işçilerine kadro” verilmesi ve seçim tarihinin belli olmasının hemen ardından da, “dini bayramlarda birer ikramiye”nin verileceğinin açıklanması, halkın CHP’nin 2015 seçimlerinde dillendirdiği bu vaatlerden etkilendiği gerçeğinin iktidar tarafından saptandığını ve “oy kayması”nı önlemek için söz konusu adımları attığını göstermektedir.
DEMEK Kİ VAKİT TAMAM!
Erdoğan’ın, bugüne kadar asla kullanmadığı bir dile başvurarak, “Milletimiz tamam derse çekiliriz” sözünü kullanması, “takdiri ilahi”dir.
Cumhurbaşkanı adayları ile görüşme isteğine verdiği, “partime davet edebilirim, hem ayağı alışsın” cevabı ise bir çeşit itiraftır.
Anlaşılan o ki Erdoğan, İnce’nin adaylığına ihtimal vermemiş; dahası üstü örtük de olsa İnce’yi beğendiğini itiraf etmiştir.
Erdoğan’ın, “ayağı alışsın” dileği, AKP’de de, İnce gibi birini görmek isteğinin dışa vurumudur. En az kendisi kadar söz söyleme ustası olan İnce’nin, Erdoğan’ın bugüne kadar “boks torbası” muamelesi yaptığı CHP’den çıkması da başlı başına bir ironidir.
İronidir; çünkü kendi partisinde zeminini yok ettiği şeye öykünmenin bundan daha güzel bir ifadesi olamazdı!
Ekonomi bozuk, düzeltilebilir; adalet yok edilmiş, yeniden tesis edilebilir; hak ve özgürlükler askıya alınmış, tekrar normalleştirilebilir; komşu komşuya düşman kesilmiş, kardeşliği yeniden tesis etmek mümkün olabilir ama her şeyden daha önemlisi Türkiye’yi nasıl yönetmek istediğinizdir.
Politik liderlerin Türkiye’yi nasıl yönetmek istediklerini anlamak istiyorsanız, kendi partilerindeki rutine bakabilirsiniz.
AKP’ye bakın; Erdoğan, etrafında ne kadar “potansiyel lider” varsa hepsini tasfiye etti. Üstelik tasfiye edilen “potansiyel liderler”in hiç birisi açıktan Erdoğan’ın tutum ve davranışlarını eleştirmişti. Niyet okumaların sonucunda Erdoğan, bugün, partisinde “tek” kaldı. Amacı, Türkiye’de de “tek”leşmek.
AKP’nin en yakın alternatifi konumundaki CHP’de ise durum, bunun tam tersi!
Kılıçdaroğlu’nun CHP’si ise “tıpış tıpış” gibi başlangıçta öykündüğü AKP’den uzaklaştığı ölçüde ilgi odağı olmaktadır. Erdoğan’ın “tekleşme” eğilimine karşılık, Kılıçdaroğlu’nun, kendisine en sert eleştiri yönelten kişilere alan açarak, “çoğulcu” olmayı tercih etmesi, iktidar olma ihtimali karşısındaki yönetme refleksleri hakkında da bir ipucu vermektedir.
Cumhurbaşkanı adayı olarak İnce’nin gösterilmesi de; “sıfır baraj” da, çoğulculuk prensibinin tezahürüdür.
Partiniz özgürlük ortamında ve demokrasi kültürüyle yönetiliyorsa Türkiye’nin de daha çok demokrasi ve özgürlükler ile yönetilmesini istediğiniz inandırıcı olabilir.
16 yıllık AKP iktidarının serencamı, artık “tamam” demeyi gerektirmektedir.