Yüksel Işık yazdı | Bu işler sırayla!
işler”in neler olduğuna değineceğim ama önce temel kuralları hatırlatalım.
Her insana tanınan “haklar” ve hepimizin yerine getirmesi gereken “ödevler”, temel kuralların en başında gelir.
“Haklar ile ödevler”in çatışma ihtimali karşısında, ölçü, “devletin kuralları”dır.
İsteyen “devlet gibi düşünmek” hakkını kullanabilir ama bunun zorunluluk olmadığının güvencesi, “bağımsız yargı”dır.
“Bağımsız yargı” ne demektir?
“Yargı organı(nın) önündeki sorun hakkında her hangi bir tarafın her hangi bir nedenle doğrudan veya dolaylı kısıtlama, etki, teşvik, baskı, tehdit ve müdahalesine maruz kalmaksızın, maddi olaylara ve hukuka dayanarak tarafsız bir biçimde karar ver(mesi)” demektir.
MERDİ KIPTİ!
Bu hatırlatmalara, Nagehan Alçı’nın, yazısı nedeniyle ihtiyaç duydum.
Alçı, “merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatini söyler” sözünü kanıtlarcasına, övünürken itirafta bulunmuş.
Güya “Sözcü, Cumhuriyet ve Berberoğlu gibi davalara ve tutukluluklara karşı” çıkmış ve bu “çıkış”ı nedeniyle “devlet ve yargıyla ters düşmüş”.
“Devlet ve yargıyla ters düşmek” ifadesi bile başlı başına beter ama daha da “beteri” şöyle:
“Ben bu davalara karşı çıktığım için devlet ve yargı üst düzey yetkilileri tarafından ‘saf olmak’la, yanlış davranmakla itham edildim. Söyledikleri şuydu: ‘Eğer güç onlarda olsa bize çok daha beterini yaparlar. Bu adamlara taviz verilemez. Sırası geldikçe hepsi tutuklanacak.’”
Hadi “devlet üst düzey yetkilileri”ni geçelim; onlar ile kastettiği, önemli ölçüde AKP ileri gelenleridir ama “yargı üst düzey yetkilileri” Nagehan Alçı’ya diyesiymiş ki “Eğer güç onlarda olsa bize çok daha beterini yaparlar. Bu adamlara taviz verilemez. Sırası geldikçe hepsi tutuklanacak.”
Yani aslında ortada bir suç ve bu suçlara ilişkin deliller olmasa da, tutuklanmış olanlara “taviz verilemez”miş. Çünkü “eğer güç onlarda olsa bize çok daha beterini yaparlar”mış.
MASUMİYET KARİNESİ DE NEYMİŞ!
Vay ki vay!
O “yetkililer”in unuttuğu “masumiyet karinesi”nin Alçı’nın aklına gelmesini beklemek saflık olur ama gene de hatırlatalım ki herkes suçlanabilir, esas kural tutuksuz yargılanma olsa bile “delilleri yok etmek” gibi ciddi iddialar nedeniyle herkes karşılaştığı suçlamalar nedeniyle tutuklanabilir de.
Bu durumlarda da, “müddei, iddiasını ispatla mükelleftir.” Elbette müttehemin de masumiyetini ispatlamak için iddiaları çürütme hakkına sahip olması gerekir.
Ancak anlaşılan “yeni” dönemde, “iddiaları çürütme hakkı” olmayacak.
Hiç kuşkusuz, Türkiye’de iktidarlar, yargıyı hep arka bahçesi gibi görmek; eline geçirdiği ilk fırsatta da “bağımlı” bir yargı oluşturmak istediği sır değil. Ancak bütün bu problemli hallerine rağmen bugüne kadar evrensel bir kabul gören “yargının siyasetten bağımsızlığı” ağır aksak da olsa işlemişti.
Alçı’nın “itiraf” gibi cümlelerine bakılırsa artık “ağır aksak” işleyiş de ortadan kalkmış.
Alçı’yı “şecaat arz ederken sirkatini söyleyen merdi Kıpti” haline getiren cümlesi ise şu:
“Sırası geldikçe hepsi tutuklanacak.”
SUSMA, SUSTUKÇA!...
Alçı’nın satırlarını okuduğunuzda, aklınıza, Protestan Kilisesi papazı Martin Niemöller’in, siyasi tarih açısından artık klasikleşen ve Nazilerin yaptığı “sıra”ya ilişkin şu sözleri gelmiş olmalı:
“Naziler komünistleri alırken sesimi çıkarmadım, evet, ben bir komünist değildim. Sosyal demokratları hapsettiklerinde sesimi çıkarmadım, evet, bir sosyal demokrat değildim. Sendikacıları almaya geldiklerinde sustum, evet, ben bir sendikacı değildim. Sıra bana geldiğinde ise ses çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Suç isnadı yok, somut bir delil aramak boşuna.
Nasıl bir sıra yaptıklarına ise kafa yormayın!
Nasıl olsa, Nagehan Alçı’nın referans gösterdiği “üst düzey yetkililer”, sıranız gelince sizi haberdar edecekler.
Demek ki susmak, eve kapanmak, “Ege’de küçük bir sahil kasabasına yerleşmek” nafile!
Kaderde varsa, “sıranızdan çıkamazsınız”.
Sırasına razı olacaklar için, hemen şuraya, “susma, sustukça sıra sana gelecek” notunu düşeyim; yeri gelir lazım olur.