Bugün, TBMM’nin kuruluşunun 100. Yıldönümü; kutlu olsun. TBMM’nin kuruluşunun, öyle herhangi bir “açma-kapama” olmadığı; tam anlamıyla bir zihniyet değişimine işaret ettiği açıktır. Bu zihniyet değişimi, iktidarın, “kutsalı temsil ettiği iddiasında olan bir odaktan alınıp, doğrudan yeryüzüne indirilmesi” anlamına gelir. Bu nedenledir ki “egemenlik, kayıtsız koşulsuz milletindir” denilmiş; bu sürecin sistematik hale dönüştürülebilmesi pek çok toplumsal zahmetin çekilmesi sonucu gerçekleşebilmiştir. Çekilen “toplumsal zahmet”in merkezi Ankara olmuştur ve Ankara, bu anlamıyla “yeryüzünü” sembolize etmektedir. Ankara’nın, hakkında “yakalama kararı” çıkartılan Mustafa Kemal’e kucak açan ve Onun öncülüğünde Kurtuluş Savaşını yönetip yönlendiren TBMM’ne ev sahipliği yapması ve payitahta karşı yeni bir başkent olarak seçilmesinin esas nedeni de bu özelliğidir. TANDOĞAN’DAN GÖKÇEK’E! Merkezi hükümete “kafa tutan” bir kent olarak, 100 yıldır Türkiye’ye başkentlik yapıyor olmakla birlikte bu “muhalif” kenti, neredeyse yarım yüzyıldır iki kişinin yönetmiş olması da tarihin ironisi gibidir. Kim bu iki kişi? Bunlardan biri, Nevzat Tandoğan’dır; Ankara’yı, intihar ettiği 1946’ya kadar 18 yıl boyunca yönetmişti. Gökçek de, Ankara’yı, 23 yıl boyunca yönetti. Bir kenti 18 ya da 23 yıl yönetmek, az şey mi? Bir kenti bu kadar uzun süre yönetmiş olmaları, bu iki ismin başarılı olduğunun göstergesi olarak kabul edilebilir mi? Denilebilir ki Tandoğan “tek parti iktidarı tarafından atanmıştı”; sevabı da, günahı da “atayan irade”ye ait olabilir. Peki ya Gökçek? Üst üste beş seçim kazandı ve bu “kazanma”nın göz kamaştırıcı bir yanı olduğu muhakkaktır. Nasıl kazandığını herkes biliyor ama asıl soru şudur; kazanmak, başarmak mıdır? İnsanlık tarihine bakıldığında, her kazananın, başardığı konusunda bir uzlaşmanın olmadığını görüyorsunuz. Hitler’in, Musoli’nin, Franco’nun, Stalin’in, Çavuşesku’nun da “sarsılmaz görünen bir iktidarları vardı”. Ama itibarları yoktu! KANUNUN YERİNE GEÇMEK! Demek ki başarının ilk şartı kazanmak ise ikinci ve daha önemli şartı ise itibar sahibi olmaktır. Yani başarı, itibar ile taçlandırılırsa bir anlam ifade eder. 100 yıllık Cumhuriyet Ankara’sının neredeyse yarım asrını yönetmiş bu Tandoğan ve Gökçek’in en belirgin ortak özelliği, “dediğim dedikçi” olmalarıdır. Tandoğan’ın yönetme anlayışına ilişkin verebileceğim en çarpıcı örnek şudur: Nevzat Tandoğan’ın Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı yaptığı günlerde müteahhidin biriyle belediye anlaşmazlığa düşmüş. Müteahhit, anlaşmazlığı yargıya taşımış, yargı da müteahhidin lehine karar vermiş. Gel gör ki belediye kararı tanımıyormuş. Müteahhit, çaresiz, Tandoğan’a gitmiş. “Efendim” demiş, “böyle böyle ama belediye yetkilileri mahkemenin kararını tanımıyor”. “Öyle mi?” demiş Tandoğan, “şu kararı ver bakayım”. Müteahhit, kararı uzatmış. Tandoğan, kararı alır almaz, parçalayıp müteahhidin suratına fırlatmış. “Burada kanun benim” demiş, “ben ne dersem o olur”. O yönetirken, hakikaten “kanun o” imiş! İTİBARINIZ YOKSA İKTİDARINIZ KAĞITTAN KAPLANDIR! Gökçek’in de yargı kararlarını, “konusuz” bırakan yöntemleri vardı. Malum, “devlet, A4’e bakar”! Tek parti iktidarının ruh hali içinde “kanun olan” Tandoğan’a ilişkin pek çok şey söylenebilir ama Onu özellikle imar rantı uygulamalarında “kanunların arkasından dolanan” Gökçek’i kıyaslamak, ilkine haksızlık olur. Gökçek’in beş seçimi nasıl kazandığını; bu süre boyunca “kahir ekseriyet” nezdinde hiçbir itibarının olmadığını başta Ankaralılar olmak üzere herkes biliyor. O kadar ki son seçime yaklaşık 18 ay varken, görevinden istifa ettirildiğinde, önlerini açtığı hiçbir rantiyerin ses çıkartacak yüzü kalmamış; Ankaralılar da bayram etmişti. Hitler de, sığınağında intihar ettiğinde, Almanlar ile birlikte bütün Avrupa bayram etmişti. Kazanmıştı; elinde iktidarı vardı ama itibarı yerlerdeydi. İtibarınız yoksa iktidarınız kağıttan kaplan gibidir; en küçük bir yel estiğinde yıkılır gider. İktidar oldukları halde itibar elde edememiş muktedirler, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerin ellerinin altından kayıp gitmelerini önlemek için “itibarları yerlerde” olan Büyükşehir Belediye Başkanlarını istifa ettirmişler ama çabaları yetmemişti. İyi ki de yetmemiş! YAVAŞ’IN BAŞARISINDAKİ SIR! 2014’de, “allem kulem” yöntemiyle “iç edilen” Ankara’nın oyları, 2019’da Mansur Yavaş’ı tartışmasız başkan seçti ve böylece hak yerini bulmuş oldu. Seçildikten sonra “malum çevreler” tarafından, “hem kendi başaramaz hem de CHP ile yapamaz” diyerek dudak büktükleri Yavaş, geride kalan bir yıldaki yönetme tarzıyla 23 yıl boyunca yapılamayanı yaptı; her şeyden önemlisi Ankaralıların gönlünü fethetmiş oldu. Seçildiğinin ertesi günü, “Ankara'ya bir günde metro gelemez ama bir günde adalet gelir” demişti. Adalet için hakkaniyetli yönetimi; hakkaniyetli yönetimi sağlamak için de “katılımcı yönetim modeli”ni tercih ederek başardı. Ama başarısındaki asıl sır, kendisini “fevkalade müsaadeye mazhar biri” olarak görmemesinde gizlidir. Kendisini, “fevkalade müsaadeye mazhar” olarak görenler, “5 adet maske”yi dağıtamazken, Yavaş, TBMM’nin kuruluşunun 100. Yılında, Ankara’da hiç kimseyi aç ve açıkta bırakmıyorsa bu başarının temelinde,  “egemenlik, kayıtsız koşulsuz milletindir” kültürünü içselleştirdiği ve bu kültürün sonucunda ortaya çıkan #BirlikteBaşaracağız duygusuna sahip olduğu içindir. Kurtuluşun ve kuruluşun 100. Yılını idrak ettiğimiz bugünlerde bilmek gerekir ki tarihin parlattığı her kahraman, kendisini öne çıkartan toplumun bir parçası olmayı içselleştirdiği sürece itibar sahibi olarak gönülleri fethedebilir. Mustafa Kemal’in başarısı da buradadır!