Yüksel Işık yazdı | Atatürk’ü anmak ve anlamak: Şimdi SiMurg olmanın tam zamanıdır!
KAF DAĞI’NIN ARDI!
Anlamışlar ki Simurg, Kaf Dağı’nın ardında!
Düşüne tartışa Simurg’a ulaşmak için yola koyulmaya karar vermişler.
Etekleri bulutların tepesinde olan Kaf Dağı’na varmak, meşakkatli işmiş; çünkü oraya varmak için de dipsiz vadileri aşmak gerekirmiş.
Vadilerden birinin adı Nefs, diğerinin Aşk, ötekinin Cehalet, berikinin İnançsızlık, az ötedekinin Yalnızlık, sonrakinin Dedikodu ve en sonuncusunun ise Benlik imiş.
Nefs Vadisi’ne girdiklerinde kuşların gözleri kamaşmış. Vadi, kuşların önüne istedikleri her şeye ulaşabilme imkanını çıkarmış.
Hemen oracıkta pek çok kuş, Simurg’a ulaşma sevdasından vazgeçmiş.
Yollarına devam eden Kuşların karşısına bu kez Aşk Vadisi çıkmış. Kuşların her biri, gerçekte ucube olan şeyleri birbirinden güzel görmüşler. Bülbül de güle olan aşkını bu vadide hatırlayıp vazgeçmiş Simurg’u aramaktan!
Derken Cehalet Vadisi’ne ulaşmışlar. Vadiye varır varmaz, her şey ama her şey onlar için çok cazipmiş. Aralarından bir kısmı diğerlerine, “bilgiye, bilgeye, Simurg’a ulaşacağız da ne olacak? Bu kadar da önemsememek lazım” deyip Cehalet Vadisi’nde kalmaya karar vermişler.
Sayıları giderek azalan kuşlar, yollarına devam ederken, karşılarına İnançsızlık Vadisi çıkmış. Vadiye kuş bakışı baktıklarında, yaptıkları yolculuk, bir kısmına anlamsız gelmiş. Simurg’un kendi dertlerine bir çözüm bulamayacağını belirtip, orada kalmışlar.
Derken gidenlerin karşısına bu kez Yalnızlık Vadisi çıkmış. Simurg’a ulaşmak için Kaf Dağı’na birlikte yolculuk yaptıklarını unutup, yalnız oldukları hissine kapılmışlar. Bu his, kimisinde bataklığını, kimisinde dağların doruğundaki yuvasını, kimisinde yıkıntıları özlediği duygusunu açığa çıkarmış. Onlar da o an vazgeçmişler, Simurg’u aramaktan.
Yalnızlık Vadisi’nden kendisini kurtarıp yola devam edenleri daha zorlu bir vadi bekliyormuş. Dedikodu Vadisi olarak adlandırılan bu vadiye geldiklerinde kimin çıkardığı belli olmayan, çıkartanın da şiddetle inanır hale geldiği dedikoduya göre Simurg’un tüyleri ateşte yandığı için kimseye görünmek istemiyormuş; buna rağmen görmek için ısrar edeniyse öldürüyormuş. Dedikodu o kadar yayılmış ki Simurg’un intihar ettiği ve çoktan toprak olduğu bilgisi yayılmış ve bu yüzden pek çok kuş geri dönmüş.
Sayıları giderek azalsa da kuşlar yollarına devam etmişler ama bu kez de karşılarına Benlik Vadisi çıkmış.
Vadiye giren kuşlar, kendilerinin diğerlerinden çok daha akıllı, çok daha zeki, çok daha güzel olduğu hissine kapılmışlar. Herkes, kendisinin lider olması gerektiğini düşünüyor ve öne geçmek için diğerlerini eziyormuş. Hatta bu yüzden pek çok kuş telef olmuş.
SİMURG, BİZİZ!
Kalanlar yollarına devam etmişler ve umutlarının giderek tükenmeye yüz tuttuğu bir anda Kaf Dağı’na varmışlar. Dönüp kendilerine baktıklarında sayılarının otuz olduğunu görmüşler.
Meğer SiMurg kendileriymiş; zira SiMurg OtuzKuş demekmiş!
Simurg Efsanesi’ni, bana, Atatürk’ün 78 yıl önce bugün, 10 Kasım günü, sonsuzluğa yelken açmış olması hatırlattı.
Hiçbir şey, Türkiye’nin içinde bulunduğu “ahval ve şerait”i, Simurg Efsanesi’nden daha güzel anlatamaz!
Nefsine yenilenler, cehalet denizinde boğulanlar, en küçük zorluk karşısında inançsızlığa kapılanlar, yalnızlığa sürüklenenler, dedikodunun girdabına kapılanlar, benlik sevdasına tutulup kardeşlerine hayatını zindan edenler. Tekmili birden Cumhuriyet tarihinin özeti gibidir.
Bugün 10 Kasım ve elbette her 10 Kasım’da Atatürk’ü anmak, bir vefa borcudur ve bu borç, öyle kolay kolay ödenecek gibi durmuyor.
Ama Atatürk’ün anılması kadar anlaşılmasına daha çok ihtiyaç olduğu açıktır.
Atatürk, SiMurg olmanın gereğine inanmıştı ve bu yüzdendir ki işgalcilerin savaş gemilerinin İstanbul Boğazı’na demirlediğini kendisine söyleyenlere, “geldikleri gibi giderler” demişti.
Şimdi SiMurg olmanın tam zamanıdır!