Yüksel Işık yazdı | AKP'nin seyir defteri!

Abone Ol
millet iradesi” üzerine kurulmuş AKP’nin öyle ya da böyle seçimle gelmiş belediye başkanlarını istifaya zorlaması, tarihin görüp görebileceğin en ironik bir durumdur. Hükümeti kurdukları, ancak henüz iktidarla özdeşleşmedikleri başlangıçta “seçimle gelen seçimle gider” dediklerini biliyoruz; ne zamanki iktidarı ele geçirip iktidarın bizzat kendisi oldular; artık “millet iradesi”ni söylemde politik bir argüman olarak kullanıp, eylemde imtina eder hale geldiler. Demokrasi, “millet iradesi” demektir ve “millet iradesi”, kişilerin ruh hallerinden bağımsız bir biçimde oluşan demokratik ilkeler çerçevesinde tecelli eder. Bu ilkelerin başında da “seçimle gelenin seçimle gitmesi” kuralı gelmektedir. İSTİFALARIN NEDENİ NEDİR? Seçimle gelmiş bir belediye başkanının seçim olmadan görevinden alınması yahut işten el çektirilmesi mümkün müdür? Böyle bir şey, ancak, yasa ve yönetmeliklere aykırı davrandığı, kamu çıkarlarına zarar verdiği ve yolsuzluğa bulaştığı kanıtlanmışsa kabul edilebilir. Bu da ancak, demokrasinin üçlü sacayağından biri olan bağımsız yargı eliyle mümkün olabilir. AKP’nin “görevden el çektirme” yöntemindeyse yargı seyirci konumunda; “parti iradesi”, 2019 seçimlerinde herhangi bir “kaza”ya uğramamak için “problemli” gördüğü belediye başkanlarını istifa ettirmektedir. İstifa ettirilmiş başkanlara yönelik eleştiri hakkı saklı kalmak koşuluyla söylemek gerekir ki insanlık tarihinin imbiğinden süzülüp günümüze kadar varlığını sürdürebilmiş kuralların yerini şahıs iradesinin alması, “akıl tutulması”nın en belirgin işaretidir. İstifası kendisine dikte ettirilen Gökçek’in halini gözünüzün önüne getirin; arkasını temizlemek için gözümüzün içine baka baka neredeyse bir ay oyalandı. “İçeride” ne yaptığını Sağır Sultan bile duydu ama iktidar duymamazlıktan geldi. Fiilen yaptırdığı “ihalelere”, bir “emir”le yönlendirdiği kent rantlarına “resmiyet” kazandırdıktan sonra kameraların karşısına geçip,“emir demiri keser” diyerek istifa etmesi, toplumun aklını alaya almaktan ibarettir. Öyle ya da böyle Gökçek’in görevden el çektirilmesi, Ankaralıların yüreğini soğutacak bir hamledir ama “hamle”nin dış görünüşüne kapılmak, aklımızla alay edildiği gerçeğini ortadan kaldıramaz. ENDAZE, NASIL KAÇTI? Gökçek, Ankara’ya pek çok zarar verdiğini; herkesle kavgalı olduğunu ve daha da önemlisi, mensubu olduğu partinin rızası olmadan Ankara’da hiçbir seçimin başka biri tarafından kazanılamayacağına ilişkin umutsuzluğun körüklediğini biliyoruz. Ancak bu durum, bizi ilkelerimizden vazgeçirmemelidir; ilkelerden vazgeçmek, hiç kuşkusuz, “endazenin kaçması”na yol açacaktır. “Endazenin kaçtığını” fark etmemizi ise Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’a borçluyuz. Uğur, gözyaşları içinde istifa ederken, “Metal yorgunluğu adı altında bu değişim süreci bir otofajiye dönüşmektedir" dedi. Eski Yunanca bir sözcük olan Otofaji, “kendi kendini yemek arzusu” anlamına gelmektedir. Vücut hücrelerinin varlığını sürdürebilmesi, tüketebileceği organeller bulmasına bağlıdır; bu da görünüşte canlı olsa da ölümün fiilen göz önünde gerçekleştiğine işaret etmektedir. Zaten bir süre sonra, tüketebileceği organel kalmamışsa, hücre, vücudu öldürmektedir. Uğur’un, kendisine mobbing uygulandığını, ailesinin dahi tehdit edildiğini söylemesinin ve bunları söylerken gözyaşlarını tutamamasının elbette bir anlamı var ama meselenin arka planına bakabilirsek, AKP’nin sahici bir otofaji ile karşı karşıya olduğunu görürüz. AKP, SONUN BAŞLANGICINDA MI? Topbaş ile “ansızın” başlayıp, Uğur ile doruk noktasına çıkan AKP’nin yaşadığı otofaji hastalığı, resmedildiği kadar derin seyrediyorsa bu “sonun başlangıcı” demektir. Uğur’un, "bürokrasi siyasetin, devlet milletin ve en önemlisi sadakat liyakatin önüne geçmiş gibi görünmüyor mu?” cümlesi de bunu kanıtlamaktadır. Bu durum, AKP’nin, inanmasa da, yıllarca dile getirdiği kendi söylemini inkara başladığının da kanıtıdır. Bu kanıt, aynı zamanda, devletin dışında pozisyon tutmuş bir politik hareketin devlet tarafından kendisine benzetilmesi ve esasında giderek devlet olması sürecini de resmetmektedir. Ortaya çıkan bu olumsuz tablo, aynı zamanda, 15 yılını geride bırakan “AKP’nin Seyir Defteridir”. Mesele, “AKP’nin Seyir Defteri”ne bakıp, bilineni tekrar etmek değil; oluşmakta olan bürokratik, hantal ve giderek sadakati her şeyin önüne alma refleksini göstermekte olan “yeni devlet”in karşısına halkın çıkarlarını savunacak bir söylem ve eylem birliğiyle çıkabilmektir. Topbaş’ın istifası ile “acaba” diye sorulan, Gökçek’in istifasıyla kuşkuları artıran ve Uğur’un istifasıyla gözle görülür hale gelen durum şudur ki belediyeler, AKP’nin kontrolsüz arka bahçeleri haline getirilmiştir. Zorla istifa ettirilmeler, “arka bahçelerdeki mızrağın artık çuvala sığmadığı”na işarettir. AKP’nin kendince aldığı bu önlemler, zamanı geldiğinde ilgili belediye başkanlarının adil yargılanma hakkını ortadan kaldıramaz. Yani çuvala sokulmakta zorlanılan mızrakların üstü, başkanlar istifa ettirilerek, örtülemez. Çözüm, “milletin iradesi”nde, yani erken seçimdedir.