Yüksel Işık yazdı | 2019’u, hikayesi olan kazanır!
ben yaptım oldu” kanunlarının yerine ikna yöntemlerini koymasından gelir; tıpkı ortam sıcaklığına sahip suya atılan kurbağanın bulunduğu kazanın altının yakıldığını ve bir süre sonra pişirildiğini fark etmemesi gibi halk da, algı yönetimi ile “yönetilip yönlendirilir.”
Başarılı bir algı yönetimi, toplumsal bilinç dönüşümünü amaçlar. Bu dönüşümün halkın çıkarına olup olmadığı önemli değildir; önemli olan halkı buna inandırabilmektir.
PARMAK İLE GÜNEŞ ARASINDA NE VAR?
Trabzon’da konuşan Erdoğan’ın, “kırılma noktası” tabiri ile “dış güçleri ve yerli işbirlikçilerini” işaret ettiği anlaşılıyor.
NATO toplantısı öncesi Atatürk’e ve kendisine yönelik hakaretamiz ifadeler “kabul edilemez” ama bu “eylem”in, AKP’nin Atatürk’ü “keşfettiği” bir konjonktüre rastlaması çok “manidar” görünüyor.
Meksikalılar derler ki “Biri size güneşi gösterdiğinde parmağın ucuna bakarsanız yanılırsınız. Parmağın ucunda gerçeği göremezsiniz. Eğer güneşe bakarsanız, yine yanılırsınız. Gözleriniz kamaşır, gerçeği göremezsiniz. Gerçek, parmağın ucuyla güneş arasında uçan güvercindir.”
Peki “parmağın ucu ile güneş arasındaki” gerçek nedir?
O gerçek, 2019’da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimidir.
BAŞKANLIK MI, PARLAMENTER SİSTEM Mİ?
O “seçim”, Türkiye’yi, "başkanlık" mı; eksik-aksak da olsa “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”mi ikilemiyle hakiki bir “yol ayrımı” ile karşı karşıya bırakacak gibi görünüyor.
İktidar partisinin, bir şans olarak gördüğü Erdoğan’ın “başkan”lığı için “canhıraş” bir çaba içine girdiğini ve bu “canhıraşlığın” sonucunda da Atatürk’ü “keşfettiğini” görüyoruz.
AKP, her yolu deniyor ama “ikilem”in ikinci şıkkı için öncelikle “milli görüş”ün içinden çıkan AKP’nin, yüzde 50’lik bir kitleyi hareket ettirecek güce nasıl ulaştığını analiz etmek gerekiyor.
Bu noktada oklar, “diğer partilerden bıkan” halkın “milli görüş” geleneğini belediyelere taşıdığını ve “milli görüş” geleneğinden doğan AKP’nin de gündelik hayat dahil her şeyi kontrol edecek güce buradan ulaştığını gösteriyor.
Gündelik hayatımızı kolaylaştıracak hiçbir şey yapmadıklarını ama vergilerimizle “algı”mızı başarıyla yönettiklerini biliyoruz.
Şimdi bir “yol ayrımı”ndayız!
Gelinen “yol ayrımı”, HDP'li belediyelere kayyum ataması da, kendi partilisi problemli başkanları istifa ettirmesi de ve hatta ihtiyaç duyarsa CHP'li belediyelere operasyon çekebilme “ihtimali” de, AKP’nin, “Başkanlık” için “her yolu mübah” gördüğüne işaret ediyor.
MHP'yi milliyetçilik ekseninde yedeğine almış olmasının “avantajı” ve “keşfedilen” Atatürkçülüğün yaratacağı kafa karışıklığı ile yol alınan 2019 yerel seçimleri işte bu açıdan stratejik bir önem taşıyor.
“YÜZÜK NEREDE”?
Artık yüksek sesle itiraf etmek gerekiyor ki AKP’nin belediyelerden gelmesinin önünü, 1989-1994 yılında Diyarbakır, Kayseri ve Sakarya’yı dahi alan sosyal demokrat solun beceriksiz yönetimi açmıştı.
O sol, yıllardır, kaybettiğini, kaybettiği yerde arama cesaretini gösteremiyor; tıpkı Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi!
Hoca, sokakta, bir şeyler arıyormuş.
Komşusu, meraklanmış; “hayırdır Hocam, ne yapıyorsun öyle?”
Hoca, “yüzüğümü düşürdüm, onu arıyorum” diye cevap vermiş.
“Burada mı düşürdün” diye tekrar sormuş komşusu.
“Hayır” demiş Hoca, “kömürlükte düşürdüm”.
Komşu şaşkın; “iyi de” demiş, “niye burada arıyorsun ki? Kömürlükte arasana”.
Hoca, son noktayı koymuş:
“Orası karanlık da…”.
Malum kuraldır; nereden düştüyseniz, oradan ayağa kalkacaksınız!
Sol, 1989-94 arasında belediyelerden “düşmüştü”; bu “düşüş” önce zihinlerde gerçekleşmiş, ardından da gönüllerden!
O halde ne yapmak gerekiyor?
Zihinleri de, gönülleri de “fethedecek” dört başı mamur bir “hikaye” yazmak gerekiyor.
Bunun için güçlü vurguları olan bir Yerel Yönetim Manifestoya, bu manifestoya göre şekillenmiş bir senaryoya ve nihayetinde bu senaryoya uygun, “içeriden” ama duruşuyla dışarının ilgisini çekecek aktörlere ihtiyaç var.
Ha bu arada, “hikayesi” iyi olsa bile daha önce başka “rollerde” tanıdığımız aktörlerin tutmayacağını da unutmamak gerekiyor; zira “aynı suda iki kez yıkanılmaz”.