Yöneticilerin iş yerlerinde anlattıkları hikâyeler
Bizim hikâyemizde ekmek yiyen değil ekmek yediren işçilerdir. Sabır göstermek yetinmek zorunda olan bizler değiliz. Başka işyerlerindeki çalışma koşullarının bizimkinden kötü olması bizim durumumuzun kanıksanması için gerekçe değildir.
Evet, işçilerin iş yerleriyle kurduğu sağlıksız ilişki kabaca ekmek kapısı, patron ise ekmek veren kişi (kişiler) olarak tariflenir. Oluşan bu aidiyetliğin maddi ilişkilerin belirleyiciliği birinci sıradayken ikinci sıraya iş yerlerinde oluşan hiyerarşi de yönetici sıfatı edinen işçinin işe bağlılığı diğer işçilere göre daha fazla olur. Kendilerini diğer işçilerden üstün görmeye başladıkları an maaşlarında artış olurken bazen isimlerinin önlerine eklenen sıfat bile yeterli gelebilmekte. (müdür, şef, takım lideri vb. )
Hizmet sektörünün üretimdeki yeri arttıkça işçilerin önüne eklenen sıfatlar da artmıştır. İş dışında kurulan hayallere ev almak, araba almak vb. durumlara iş yerinde edinilecek pozisyonların düşü de eklenmiştir. Düşlerin gerçeğe dönüşmesi ise motivasyon toplantılarında neden sen şu görevde olmayasın, neden senin şu model bir araban olmasın, tarzı söylemlerin altında çalış daha çok çalış mesai kavramı ortadan kalksın ki sen hedeflerine ulaşabilesin.
Satış pazarlama alanında bu durum kat ve kat daha fazla görülüyor. İşçilerin birbirleriyle ettikleri rekabet hem yan yana gelmelerini zorlaştırırken aynı zamanda patronların daha fazla kazanmasının yolunu açıyor. Patronların ise daha satış yapmadan kazanmaya başladıkları yer ücret belirleme aşamasında başlıyor.
Yöntem çok basit aslında, azami kazanç-asgari ücret, bu ücrete bazen prim, yol + yemek eklenirken yöneticilere bunun dışında bir tık fazla ücret ekleniyor. Yöneticiler aldıkları bir tık fazla ücretin sorumluluğu olarak maaşlar gecikmeye başlayınca iş yerlerinde işçilere hikâye anlatma başlıyor. Yıllarca bu iş yerinde ekmek yedik. Sabredip çalışmaya devam etmeliyiz.
Maaşların gecikmesiyle oluşan huzursuzluk, işçileri belli bir süreden sonra yeni arayışlara yöneltip sendikayı keşfetmesine sebep olabiliyor. İşte bu durum patronları huzursuz eder. Sendikaya üye olan işçileri işten çıkarmakla tehdit ederler. İş kanununda yer alan sendikal faaliyetlerin engellenmesinin suç olması çok da umursanmaz. 6357 sayılı kanunun 25. maddesinde işçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. Patronların sözcülüğünü üstlenen yöneticiler o iş yerine sendika girmesin diye kendilerini siper eder. 15 yaşını dolduran her işçi istediği sendikaya üye olma hakkına sahiptir.
İşçilerin en temel hakkı olan maaşını bile ödemeyen patronların işçilerin sendika hakkını tanımasını beklemek zaten anlamsız olur. İşçilerin maaşlarını alabilmesi için dahi yan yana gelmesi şarttır. Yöneticilerin patronlar için iş kanunu çiğnemeleri ve sendika yöneticilerini tehdit etmeleri büyük bir korkunun sonucudur. TEKZEN mağazalarında iki aydır yatırılmayan maaşların sonucunda Birlik sendikasında örgütlenen işçilerin maaşlarının hemen yatırılması, bu korkunun Kaf dağından daha yüksek olduğunu göstermektedir.
Bizim hikâyemizde ekmek yiyen değil ekmek yediren işçilerdir. Sabır göstermek yetinmek zorunda olan bizler değiliz. Başka işyerlerindeki çalışma koşullarının bizimkinden kötü olması bizim durumumuzun kanıksanması için gerekçe değildir. Birlikte mücadele ettiğimiz zaman hikayelerimizin sonu bizim yüzümüzü güldürecek şekilde bitecek.