Loading...
İsveç Maliye Bakanı Sahlin’in karşılaştığı durum budur. Aslında soruşturma geçirmiş ve aklanmıştır ama seçmenin kendisine olan güvenini kaybettiğini, kimsenin artık onu saymayacağını, toplumdan dışlanacağını düşünerek istifa etmişe benzemektedir.Siyasal yolsuzluk, sahip olduğu siyasal mevkinin gücünü ve yetkilerini kullanan bir yetkenin (otoritenin) kendisine (şahsi) veya ilişki içinde bulunduğu yakınlarına çıkar temin ederek, kendisine emanet edilen kamu otoritesini istismar etmesidir. Buradaki yakın tanımına bir siyasal örgüt, parti veya dernek, gibi tüzel kişiliği olan odaklar da dahildir. Max Weber’in ünlü meşru otorite tiplemesi tanımlamasında kullandığı yasal – ussal otorite (legal – rational authority) tanımına göre çağdaş / modern sistemlerde siyasal karar alma meşru yetkisine sahip olanların alacağı kararların hukuka, anayasa, yasa, yönetmelik v.b. yasal temel veya usa (akla, bilimsel bulgu ve bilgilere) dayalı olarak alınması durumunda bunların meşruluğu tartışılmaz. Bunun dışında alınan kararlar meşrulukları şüpheli olan kararlardır ve modern siyasal sistemde bu kararların kapsamına giren seçmenin bunlara itirazı veya uymaması (non-compliance) ile karşılaşırlar. Kararları alanlar eleştirilirler ve görevlerini yapamaz duruma gelirler. Seçmenlerin kitlesel olarak dışladığı bu siyasi yetkelerin kariyerleri sona erebilir. İsveç Maliye Bakanı Mona Sahlin’in karşılaştığı durum budur. Sahlin aslında soruşturma geçirmiş ve aklanmıştır, ama seçmenin kendisine olan güvenini kaybettiğini, kimsenin artık onu saymayacağını, toplumdan dışlanacağını düşünerek istifa etmişe benzemektedir. Oysa Weber’in önerdiği tiplemedeki merkeziyetçi geleneksel patrimonyal otoritede veya onun modernleşmiş bir görüntüye (vitrine) sahip olan neo-patrimonyal türünde yukarıda anlatılan türden (modern otorite için geçerli olan) bir meşru siyasal karar alma süreci ve gereksinimi yoktur. Kararların geleneklere uygun olarak alındığı bu kararların kapsamına girenlere anlatılabilirse, artık meşruluk sorunu söz konusu olmayacaktır. Burada siyasal kararların meşruluğu ve onlara uyum sorunu geleneklerin ne dediğine indirgenmektedir. O zaman yapılan uygulamaların hukuka, anayasa, yasa, yönetmelik, v.b. uyup uymaması, ussal veya bilimsel olgu ve bulgulara, bilimsel etiğe uygun olup olmamasının bir önemi yoktur; zaten bu ölçütler seçmen tarafından aranmaz. Üstelik, la-ahlaki bireyselciliğin yaygın olduğu kültürde kamu algısı veya imgesi (image) zayıftır veya yoktur. Bir ahlaki veya etik zorunluluk olarak kamu malı veya hizmetinin korunması saikiyle değil, kısa dönemli kişisel çıkarla hareket eden geniş kitleler vardır. Onun için siyasal yolsuzluğun bu tür bir ortamda yaşayan seçmende pek bir karşılığı yoktur.
Modern temsili demokraside siyasal otoriteler seçmene doğrudan veya yasama, yargı, medya, basın, sosyal medya vb. yapı ve kanallar aracılığıyla hesap vereceğini bilir. Onun için siyasal yolsuzluk anlamlı bir olgudur. Siyasal güç mutlak olmayıp sınırlıdır.Modern siyasal otoritenin mevcut ve etkin olduğu siyasal sistemde genellikle temsili demokrasi seçmenin güçlü, temsilcisinin ona hesap veren konumda olduğu bir siyasal ilişki de söz konusudur. Kamu malı ve hizmetinin üretimi ve devlet bütçesi aracılığıyla finansmanı bir etik hatta ahlaki sorun olarak algılanır. Seçmen vergisinin hesabını yapar ve temsilcisinden vergisini verdiği bütçenin nasıl hesaplandığını ve nasıl harcandığının hesabını sorar. Modern temsili demokraside siyasal otoriteler seçmene doğrudan veya yasama, yargı, medya, basın, sosyal medya vb. yapı ve kanallar aracılığıyla hesap vereceğini bilir. Onun için siyasal yolsuzluk anlamlı bir olgudur. Siyasal güç mutlak olmayıp sınırlıdır ve gücün kullanımının hesabı seçmene verileceğinden siyasal yetkililer hukuk ve ussallık çerçevesinde etik davranmaya özen gösterir. Bunun dışına çıkan Almanya Cumhurbaşkanı veya eşi de, İsveç’li Bakan da, Birtanya Başbakanı da olsa hesap vermek zorundadır. Hukuk dışına çıkıldığı anlaşılırsa, bu hesap hem siyasal olarak siyasal partisi ve seçmen, hem de yargı aracılığıyla sorulur. Neo-patrimonyal yapılarda, hele bir de bizdeki gibi sultanizm içeriğinde olursa, siyasal otorite anayasa, yasa, hukuk v.b. sınırlanmış bir iktidar değildir. Tüm kararlar tek liderin şahsi takdirine göre ve anayasa takiyyesinin esas olduğu bir ortamda verilir (Chehabi ve Linz (der.), 1998: 3 - 25; Kalaycıoğlu, 2021: Kısım 4). Lider ve onun yetkilendirdiklerinin aldıkları kararlar dolayısıyla hesap vermeleri ya söz konusu değildir, ya da imkansız derecede zordur. Bu durumda siyasal yolsuzluk ya anlamını yitirmekte, ya da anlamı bir hayli daralan bir çerçeveye indirgenmektedir. Bugün ülkemizde olduğu gibi bazı siyasi ve idari uygulamaların hukukiliği veya meşruluğu tartışmaya açıldığında, bu değerlendirme siyasal iktidar tarafından genel ve yerel hukuk esaslarına ve ussallığa göre bir etik değerlendirme olarak ele alınmamaktadır. Meşruluk sorgulamasına yanıt siyasal iktidarın kararlarıyla seçmenlerine sağladığı yararlar, geleneksel değerler ve la-ahlaki bireyselci / evcil kültürün mem’lerine atfen, (ki bunların bir kısmı doğrudan dine ve milliyetçiliğe ve hatta geleneksel patronaj ilişkilerinin işlevselliğine indirgenerek), yanıtlanmaktadır. Böylece zaten toplumun geniş bir kesiminde pek fazla karşılığı olmayan siyasal yolsuzluk olgusu geri plana atılmaya çalışılırken, dini ve milli kimlikler ve alışkanlıklarla, çıkar ilişkileri üzerinden iktidara desteğin sürdürülmesine özen gösterilir. Bu arada siyasal yolsuzlukları ortaya koyanların aslında halkın düşmanı olduğu, hainliği, mucrim oldukları vb. saptamalarla bu isnatların içini boşaltmak yoluna da gidilir.
“Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna verilen yanıtlarda yolsuzluk önemsenmemektedir. “Yolsuzluk var mı” sorusuna seçmenin üçte ikisi olumlu yanıt vermiştir. Öte yandan işsizlik, terör vb. sorunlara oranla önemsiz görülmektedir.Yönetimin mutlakiyetçi gücü, sınır tanımayan karar alma keyfiyeti, hesap vermeyeceği varsayımı, Türkiye’de genel olarak folklorik olarak inanıldığının tersine, güçlü devlete değil, siyaset bilimine göre, siyasal yolsuzluğa yol açar. Siyasal iktidarın suistimal edildiğini ve bunun önlenmesi için sınırlandırılması gerektiğini Montesquieu 1760’larda yayınladığı Kanunları Ruhu kitabında öne sürmüştür. Bu sav ABD Anayasası yapımcıları tarafından dikkate alınarak 1780’lerde yapılan ABD anayasasındaki başkanlık uygulamasında sınırlı iktidara sahip başkan modeli olarak, katı kuvvetler ayrılığı ile birlikte düzenlenmiştir. 19. yüzyılda bu sav İngiliz liberallerinden Lord Acton tarafından bir siyaset bilimi yasası olarak tanımlanmıştır: İktidar yozlaşır, mutlak iktidar mutlak olarak yozlaşır. Bu bilim yasası 2000’lerden itibaren sınanmış ve yanlışlanamadığı ortaya konulmuştur (Galinsky, Adam D. ve arkadaşları, Eylül 2003; Haslam, S. Alexander ve Reicher, Stephen D, Ekim / Kasım 2006; Keltner, Dacher ve arkadaşları, 2008; Lammers, Joris ve arkadaşları, Mayıs 2010; Okimoto, Tyler G. and Brescoll, Victoria L, Temmuz 2010; Fang, Ferric C. and Casadevall, Arturo, Mayıs / Haziran 2013; Schaarschmidt, Theodor, Mayıs / Haziran 2017). Siyasal yolsuzluk hakkındaki bu farklılıklar uluslararası karşılaştırmalar yapıldığında ve bunlar uzun yıllar itibarıyla izlendiğinde daha da açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Transparency International tarafından yapılan ve yıllık raporlar halinde yayınlanan yolsuzluk algısı ölçümleri bize Türkiye’nin 1990’lardaki yarı – parlamenter, 2014 sonrasındaki yarı – başkanlık ve 2018 sonrasındaki neo-patrimonyal sultanizm rejimindeki başkanlık uygulamalarının yolsuzlukla ilişkisini de ortaya koymaktadır (bakınız Tablo 1). Rejim demokratikleşme yolundan ayrılınca Türkiye’nin dünyadaki yolsuzluk konusundaki algısı da 1995’teki 41 ülke arasındaki 29. sıradan, 2003’te 133 ülke arasındaki 77. sıraya, 2019’daki 180 ülke arasındaki 91. sıraya değişmiştir. 2002 – 2019 arasında yapılan Türkiye Seçim Araştırmaları ve ISSP saha taramalarında sorulan “Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu en önemli sorun nedir?” sorusuna verilen yanıtlarda da denekler siyasal yolsuzluğu 2013 – 2014 yılları hariç pek de önemsemediklerini göstermektedir (bakınız Çizelge 1). Aynı yıllarda yapılan araştırmaların bazılarında ülkede yolsuzluk olup olmadığı sorulduğunda seçmenin üçte ikisine yakın kısmı olumlu yanıt vermişlerdir. Siyasal yolsuzluğun mevcut olduğu geniş bir kitle tarafından kabul edilmekte, ama bunun hayat pahalılığı, enflasyon, geçim sıkıntısı, işsizlik vb. ekonomik sorunlar, terör ve şiddet gibi sorunlara oranla önemsiz olduğunun düşünüldüğü görülmektedir. Unutulmamalıdır ki geniş seçmen kitlesinin la – ahlaki bireyselci kültüründe önemli olan kısa dönem kişisel veya evcil çıkarlarının tatminidir; bu çıkarların hukuki, ahlaki, adil v.b. yollardan temin edilip edilmediğinin, bu kültürdeki seçmen gözünde önem taşıdığını gösteren bir kanıta bugüne kadar rastlanmamıştır. Bu seçmenler için önemli olanın kısa dönemli çıkar olarak görülen patronaj ilişkilerinin yarar sağlayacak şekilde çalışmasıymış gibi görünmektedir. Siyasal patronaj ilişkilerinin işlemesinde sorun çıkarsa, siyasal yolsuzluk da göze batmakta ve dillendirilmektedir; aksi takdirde umursanmayan bir sıradan olgu muamelesi görmektedir. Tablo 1: Türkiye’nin Yolsuzluk Algısı (Dünya Yolsuzluk Algısı Araştırması Raporları, 1995 – 2019)
Yıllar | Puan | Sıra |
1995 | 41 | 29 |
1996 | 35.4 | 33 |
1997 | 32.1 | 38 |
1998 | 34 | 54 |
1999 | 36 | 54 |
2000 | 38 | 50 |
2001 | 36 | 54 |
2002 | 32 | 64 |
2003 | 31 | 77 |
2004 | 32 | 77 |
2005 | 35 | 65 |
2006 | 38 | 60 |
2007 | 41 | 64 |
2008 | 47 | 58 |
2009 | 44 | 61 |
2010 | 44 | 56 |
2011 | 42 | 61 |
2012 | 49 | 54 |
2013 | 50 | 53 |
2014 | 45 | 64 |
2015 | 42 | 66 |
2016 | 41 | 75 |
2017 | 40 | 81 |
2018 | 41 | 78 |
2019 | 39 | 91 |