Yoksulların “ahı” değil ama “rızası” gerek

Abone Ol
Yoksullara yönelik yardımların iktidar lehine ürettiği siyasi rıza makroekonomi ve satın alma güçlerindeki istikrarın bir sonucuydu. Çok uzun süre bu gerçeği görmek istemedi AKP iktidarı. 

Loading...

Hatırlıyorum da geçmişteki seçimlerin en hararetli konularının başında, iktidarın kontrolü altındaki belediyeler eliyle yoksul kesimlere yaptığı ayni ve nakit yardımlar gelirdi. Adil bulunmaz, seçmen tercihlerine yönelik gayri nizami müdahale olduğu söylenirdi. Bu eleştirilerde kısmen doğruluk payı vardı tabi. Ama bu tarz yardımların bir ihtiyaç olduğu gerçeği çok fazla tartışılmazdı kamuoyunda. Zaman geçtikçe hükümet bu yardım müessesesini daha kurumsal bir yapıya büründürdü. Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nı kurdu. Ama kontrol ettiği belediyeler üzerinden organize ettiği yardımlara da devam etti. Siyasi motivasyonu çok yüksek olsa da yoksullukla mücadele adına bu yapılanları göz ardı edebilmemiz mümkün değil. Bu yardımların özellikle kırsal nüfusta anlamı büyüktü. Hiçbir sosyal güvence sistemi kapsamında olmayan bu nüfus için önemli bir yenilikti.  Bu sosyal politika uygulamaları bugüne kadarki seçimlerde hiç şaşmadan iktidar lehine sonuçlar doğurdu. Hatta o nedenle siyasi nitelikte tartışmaların konusu oldu. CHP bile sonraki yıllarda bu konuda projeler geliştirmek, çeşitli vaatlerde bulunmak zorunda kaldı.  Aile sigortası uygulaması ile emeklilere yönelik yılda iki ikramiye bu önerilerden. Zaten bunlardan ikincisini iktidar o kadar benimsedi ki, kendi politikaları arasında yer verdi ve uyguladı. Her şey bir yana, sosyal politika önerileri Türk siyasetinde önemli bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı.  AKP’nin yoksul kesimlerde bu şekilde siyasi rıza üretebilmesi, neredeyse tüm siyasi partileri bu konuda kendi politikalarını oluşturmaya zorladı. Bu, yirmi yıllık dönemde ülkemizdeki siyasetinde meydana gelen en önemli yeniliklerden biridir. Kanımca sosyal yardımların devlet mekanizması içinde kurumsal düzeyde yapılır hale gelmesi de Türkiye için önemli bir gelişmeydi. İlk kez yoksullukla mücadele, yetersiz de olsa, bu kadar üst düzeyde bir politika alanı olarak benimsenmişti. Elbette tüm bu gelişmelerde, 1990’lı yıllar boyunca Dünya Bankası ve benzeri kurumların gelişmekte olan ülkelerdeki piyasalaşma süreçlerinin yol açtığı yoksulluk gibi aksaklıklara karşı benimsedikleri yaklaşımlardaki değişimin rolü büyük oldu.  Türkiye özelinde ise, 2001 krizi sonrası istikrar ve yapısal dönüşüm programlarının bir parçası haline gelen sosyal güvenlik koruma ağı oluşturma düşüncesinin rolünü göz ardı etmek mümkün değildir.  Ama AKP iktidarının da izleyen yıllar boyunca bu sistemi bozmadan, geliştirmesini dikkatlerden kaçırmamak gerekir. İktidar bu sosyal yardımlar üzerinde ciddi miktarda bir yandaş kitle oluşturmayı ve onlar arasında bir nevi “çıkar birliği” yaratmayı başardı. Her şey bir yana, 2001 krizi sonrasında gündeme gelen bu yardımlar, sınırlı düzeyde de olsa yoksulların kamu kaynaklarına erişimine imkânı veriyordu.  Çok daha önemlisi, bu yardımların iktidar lehine ürettiği siyasi rıza makroekonomi ve satın alma güçlerindeki istikrarın bir sonucuydu. Çok uzun süre bu gerçeği görmek istemedi AKP iktidarı.  İktisatçılar ise, transfer gelirlerinin ekonomik istikrarla olan bağının bugün bile tam farkına varabilmiş değiller.  Temin edilen istikrarla yapılan sosyal güvence harcamalarının kamu üzerine fazladan yük oluşturmasının önüne geçilebilmekteydi. Zira bir makroiktisadi istikrar göstergesi olarak “düşük enflasyon” yoksul kesimlere yapılan yardımların satın alma güçlerinde de istikrarı temin ederek iktidarın siyasi olarak ihtiyaç duyduğu rızayı üretebilmekteydi.
Ülke olarak kalkınmada ve siyasette referansımız Batılı gelişmiş piyasa ekonomileri ise, orta sınıfa dayalı liberal demokrasinin inşası da siyasi hedeflerimiz arasında yer almalı.
AKP iktidarının yoksul ve düşük gelirli kesimlere yönelik yaptığı “nominal” gelir transferleri, kendi siyasi iktidarının toplumda kabul görmesini sağladı. Söylemlerinin kamuoyuna daha kolay erişimini temin etti. Bu aynı zamanda AKP’nin lider kadrolarının kendi kafalarındaki siyasi düzenin inşa edilebilmesi için gerekli fırsatı yarattı. Ama şimdi bu sistem çöktü.  Hem de bu sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmış, yıllarca AKP iktidarının destekçisi olmuş ve kamu kaynaklarına erişim imkânı yakalamış yoksul kesimin “itirazlarıyla” birlikte çöktü. Yanlış anlamayın. Sistemin kurumsal yapısı hala ayakta. Onda bir değişme yok. Ama o sistemin yoksulların hayatına dokunma kabiliyeti ve tabii iktidar için siyasi rıza üretebilme kabiliyeti azaldı. Bugüne kadar görülmemiş bir şekilde artan enflasyon, yoksul ve düşük gelirli kesimlere yapılan transfer gelirlerinin satın alma güçlerinde ciddi düşüşlere neden oldu. Fiyat istikrarının bozulması ile satın alma güçlerinde yaşanan düşüş, yapılan yardımların geçmişte bu kesimlerde temsil ettiği anlamı ortadan kaldırdı. Kamu maliyesine yapacağı yük nedeniyle, satın alma güçlerini yaşanan azalmayı telefi edecek kaynakları yaratmakta iktidar zorlanmaya başladı. Daha seçimlere bir yıllık bir süre olduğu için bu konuda iktidarın nasıl bir davranış göstereceğini görebilmek için daha zamanımız olacak. Bugün artık enflasyon devletin yaptığı her tip nakit yardım ve ödemeyi reel manada anlamsız kılmıştır. İktidara geldiği günden itibaren ekonomik istikrar altında ülkeye giren mali kaynakları kendi iktidarını tahkim edebilmek için kullanabilmiş olan AKP, maalesef son yıllarda aynı boyutta mali kaynağı bulamamaktadır. Bu da onların kamu kaynaklarından yararlanmada uygulamalarının kapsayıcılığını daraltmaya zorlamaktadır.
Bizim gibi gelişme yolunda yapısal olarak dönüşüm içinde olan ülkelerde ise liberal demokratik bir siyasi rejim inşa edebilmek için sadece orta sınıf üzerinde siyasi rıza üretmek yeterli olmayacaktır.
Buradan gerek iktidar gerekse muhalefet için çıkartılabilecek çok önemli dersler mevcut. Ülke olarak kalkınmada ve siyasette referansımız Batılı gelişmiş piyasa ekonomileri ise, orta sınıfa dayalı liberal demokrasinin inşası da siyasi hedeflerimiz arasında yer almalı. Daha çok yeni Başkanlık sistemine geçmeyi seçmiş bir iktidarın bu konudaki düşüncelerini anlamak çok zor. Zira söylemler ile eylemleri bir türlü uyuşmuyor. Ancak Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim amacı olan muhalefetin çoğulcu, liberal bir siyasi rejim inşasını kendilerine hedef olarak seçtikleri açık. Malum olduğu üzere liberal demokrasi orta sınıfın siyasi rızaları üzerine inşa edilen bir rejim ve ekonomik uygulamalar genellikle bu kesimin refahını yüksek tutmaya dayanır. O nedenle ABD gibi ülkelerde son yıllarda liberal demokraside yaşanan gerilemeleri tartışırken, orta sınıfın ekonomik olarak güç kaybetmesi gerekçe olarak gösterilir. Ancak bizim gibi gelişmekte olan, ama çok daha önemlisi gelişme yolunda yapısal olarak dönüşüm içinde olan ülkelerde ise liberal demokratik bir siyasi rejim inşa edebilmek için sadece orta sınıf üzerinde siyasi rıza üretmek yeterli olmayacaktır. Ayrıca sürekli yapısal dönüşüm geçiren bu ekonomilerde ortaya çıkan “dönüşümün mağdurlarını” kapsayacak ve onların siyasi rızasını alacak politikaların da gündeme alınması zaruridir. Günümüzde bu mağdurların sayısı bir hayli arttı. O yüzden muhalefetin de yoksul ve dar gelirleri daha fazla kamu kaynağına erişimini sağlayacak sosyal güvenlik ağı geliştirip, bu insanların rızasını almaları gerekmektedir.  Bu aynı zamanda ülkemizde sürdürülebilir bir demokrasinin inşası için bir zarurettir.