Manşet

Yine yeniden parlamenter sisteme dönüş tartışmaları

Abone Ol
Şebnem Yardımcı Geyikçi Cumhurbaşkanı Erdoğan hem partisini kendisi ile bütünleştirdi hem de rejimi. Dolayısıyla bir yandan partinin kurumsal olarak zayıflamasına ve kendisinden sonra yüksek ihtimalle yok olmasına yol açarken, rejimi kendisi ile bütünleştirerek rejimin kurumsallaşmasını olanaksız kıldı. Geçtiğimiz günlerde AKP kulislerinde konuşulduğu iddia edilen parlamenter sisteme dönüş tartışması yeniden alevlendi. Tabii bunun birçok nedeni var. Fakat en önemlisi son kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkan toplumda yüzde 60’ı geçen parlamenter sisteme dönüş isteği. Parlamenter sisteme artan destek ister istemez iktidar partisini de konu üzerine düşünmeye zorluyor. Çünkü muhalefet de siyasetini tamamen güçlendirilmiş parlamenter sistemi kurmak hedefi üzerinden kurguluyor. Bütün bu tartışmalara Cumhurbaşkanı Erdoğan “Biz başkanlık sistemini getirdik ve bu yeni sistemden de memnunuz. Başkanlık sistemiyle inşallah yolumuza devam edeceğiz.” diyerek son noktayı koydu. Peki başkanlık sistemine ya da Türkiye’deki versiyonu olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş kararı AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi selametleri açısından doğru bir karar mıydı? Benim cevabım bunun Erdoğan’ın siyasi kariyerinin en yanlış kararı olduğu yönünde. Neden mi? Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte iki önemli yapısal değişiklik yapıldı. Birincisi partili ve yürütmenin başı bir cumhurbaşkanlığının tanımlanması diğeri ise ittifak yasası ile partilerin seçim öncesinde ittifak yapmasına olanak tanınmasıdır. Cumhurbaşkanının partili kimliği ile yürütmeyi tek başına kontrol etmesi ve Türkiye örneğinde olduğu gibi bütün kararların herhangi bir denetleme mekanizmasına tabi olmadan tek elden alınması ister istemez bütün başarıların veya başarısızlıkların tek bir haneye yazılmasına neden oluyor. Bu hane de tahmin edebileceğiniz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Aslında literatürde de başkanlık sistemlerinin önemli sorunlarından biri başkana muhalefetin rejim muhalefetine kolaylıkla dönüşebileceği ve bu nedenle de istikrarsız rejimlere yol açabileceğidir. Bunu başkanlık sistemi ile yönetilen Amerika’da bile sistemin kurallarının dışına çıkma eğilimi olan Başkan Trump yönetimi döneminde ve sonrasında gördük ki ilk defa sistemin işleyişi Amerika gibi kökleşmiş bir demokrasi de bile sorgulanmaya başlandı. Türkiye’de ise Erdoğan’ın sistemin asli mimarı olması ister istemez sistemin yönetim performansının kendisininki ile birebir ilişkilendirilmesine yol açıyor. Dolayısıyla toplum nezdinde yaşadığımız ekonomik krizin ya da karşılaşılan birçok probleme çözüm üretilememesinin sebebi iktidar değil rejimin kendisi olarak görülüyor. Oysaki parlamenter sistem içinde kalınsaydı herhangi bir ekonomik krizde iktidar değişimi tabii ki tartışılacaktı ama rejimi yenileyelim tartışması yaşanmayacaktı. İktidar değişikliğine yol açsa bile AKP sistem içerisinde aktör olarak varlığını koruyabilecek ve tek başına iktidar olmasa dahi iktidar ortağı olma potansiyelini taşıyacaktı. Ama cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile partili Cumhurbaşkanı Erdoğan hem partisini kendisi ile bütünleştirdi hem de rejimi. Dolayısıyla bir yandan partinin kurumsal olarak zayıflamasına ve kendisinden sonra yüksek ihtimalle yok olmasına yol açarken, rejimi kendisi ile bütünleştirerek rejimin kurumsallaşmasını olanaksız kıldı. MHP’NİİN ŞANTAJ POTANSİYELİ ERDOĞAN’I HAREKETSİZ KILDI Ayrıca parlamenter sistem içerisinde yüzde 40 civarı oy iktidarı tek başına yönetmeye yeterken Erdoğan ve AKP sürekli bir 50+1 yarışına girmek durumunda kaldı. Hâlbuki yer yer 50+1 desteğe yol açan partinin Kürt oylarıydı ve HDP’nin 2015 seçimleri ile Kürt oylarının çoğunluğuna hitap edebilmesi AKP’nin önemli bir desteği kaybetmesine neden oldu. Sonrasında ise çözüm olarak MHP ile ortaklık devreye girdi. Bu ortaklığın bedeli ise hem partinin hem de Erdoğan’ın manevra alanın daralması ve küçük ortağın siyaset bilimci Giovanni Sartori’nin küçük partiler için kullandığı “şantaj potansiyeli”Nİ yoğun olarak kullanmasına yol açtı. Diğer bir deyişle iktidarı korumanın tek yolu MHP’nin istek ve taleplerini karşılıksız bırakmamaktan geçmeye başladı. Bu da Erdoğan’ın hızlı refleksler vermesini imkânsız kıldı. Dolayısıyla partili cumhurbaşkanı ve her kararın tek elden alındığı sistem Erdoğan’ın ve AKP’nin siyaset üretme mekanizmalarını zayıflattı. Diğer taraftan yeni sistem ittifak yasası ise muhalefeti güçlendirdi. Bu yasa seçim öncesi kurulan ortaklıklarla seçimlere ittifak olarak katılabilmeye olanak tanırken ittifak içinde herhangi bir partinin yüzde onu geçmesi durumunda bütün partilerin barajı geçmesini sağladı. Büyük ihtimalle tasarlanırken muhalefetin kimlik siyaseti nedeniyle bir araya gelemeyeceği hesaplanmıştı. Fakat gittikçe kişiselleşen bir rejimde muhalefetin demokrasi talebi etrafında kimlikleri bir kenara bırakıp ittifak kurabileceği ihtimali göz ardı edildiği görünüyor. Burada birkaç önemli gelişmenin altını çizmekte fayda var. MHP’den ayrılan siyasetçilerin İYİ Parti’yi kurması muhalefet kanadını sağ-milliyetçi oylara doğru açarken, CHP’nin önceliğinin demokrasiye dönüş olması muhalefeti bir arada tutma yetisini artırdı. Ayrıca Saadet Partisi’nin Millet İttifakı’na dahil olması da muhalefetin İslamcı kanada yönelebilmesine olanak tanıdı. Bugüne geldiğimizde AKP’den kopan isimlerin DEVA ve Gelecek Partilerini kurması ile partinin kendi kimliğinden aktörler bile muhalefete dahil oldu. Bütün bu hikâyede muhalefetin birlik kurabilmesinin önünü açan yapısal düzenleme aslında ittifak yasası oldu. Dolayısıyla ne kadar yaşanan birçok gelişme muhalefeti bugünkü ortak söylemine taşısa da yapısal olarak bunun önünü açan ittifak yasasının kabulüdür. Sonuç olarak, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yaratılan herhangi bir kontrol ve denge mekanizmasına tabi olmayan tek adam rejimi, sistemin bütün aksaklıklarının birebir Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkilendirilmesine sebep oldu. Diğer taraftan rejimin toplumla ilişkisini kurgulaması ve yönetmesi beklenen AKP gitgide kişiselleşerek toplumla bağ kurma özelliğini kaybetti. Öte yandan, ittifak yasası ise muhalefetin koordinasyon kabiliyetini artırdı ve muhalefet güçlerinin farklılıklarını bir kenara bırakarak demokrasi bloğunda birleşmesini kolaylaştırdı. MUHALEFET TÜRKİYE TARİHİNDE BİR İLKİ İNŞA EDİYOR Bugün iktidarın “parlamentosu güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi” önerisi yaptıkları yanlışı kabul ettiklerinin acı bir itirafıdır. AKP’nin parti olarak Erdoğan sonrası varlığını kaybedeceğinden çok daha önemlisi ise sistem değişikliğinin bedelinin bütün ülkenin son üç yıldır yoğun bir şekilde yaşadığı siyasi, ekonomik ve sosyal krizler bütünü olduğudur. Diğer taraftan muhalefet partilerinin bir arada meclis çatısı altında yeniden sistem değişikliğini tartışması, farklı toplumsal grupların bir arada güçlendirilmiş parlamenter sistem inşa etme çabası yaşadığımız sürecin yarattığı pozitif dışsallık olarak düşünülebilir. Türkiye’de tarihinde ilk defa bütün toplumsal grupları kapsayan uzlaşmaya dayalı bir sistem inşa etme amacı güdülüyor. Sadece sivil aktörlerin yer aldığı bu sürecin, demokrasimizin 1950’lerden bu yana devam eden makus talihini olumlu yönde değiştireceğine inanıyorum.
Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Doktorasını 2013 yılında Essex Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında tamamlamıştır. Partiler, parti sistemleri, rejim değişikliği, demokratikleşme, otoriterleşme ve toplumsal hareketler üzerine araştırmalar yürütmektedir. Güncel çalışmaları Party Politics, Democratization, Political Quarterly, Mediterranean Politics, PS: Political Science & Politics ve Government and Opposition gibi akademik dergilerde yayınlanmıştır. Hollanda Beşerî ve Sosyal Bilimler Yüksek Araştırmalar Enstitüsü’nde (NIAS) akademi üyesi olarak araştırmalar yapmıştır. Ayrıca Michigan Üniversitesi’nde ziyaretçi araştırmacı olarak bulunmuştur.