Erdoğan’ın, esasen bir okuru olmadığını kolaylıkla tahmin edebileceğimiz Ece Ayhan’ın sözlerini alıntılamasındaki muradın ne olduğunu ve “onlar vurdu’daki” “onların” kimi işaret ettiğini herhalde herkes anlayabiliyordur. Ece Ayhan’lı Zamanlar: “Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2010’da Dolmabahçe’deki bir kahvaltıda yaptığı konuşmasında Ece Ayhan’dan bir alıntı yapmıştı: “Ece Ayhan, ’Devlet dersinde’ öldürülenlerden bahsediyor, ‘Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük, velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim’ diyor. Evet, bu kardeşiniz, kanunları, tüzükleri yaşayarak öğrendi ve bugünlere geldi.” Erdoğan bu sözleriyle Ece Ayhan’ın aslında bir değil iki şiirine birden atıf yapıyordu. İlki “Meçhul Öğrenci Anıtı” idi: Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / Bir teneffüs daha yaşasaydı / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür. İkincisi ise Yalınayak Şiirdir’dendi: Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim / Emrazı Zühreviye Hastanesi'ne kapatıldı anamız / Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır / Şeker atar hâlâ mazgallardan Cankurtaran'da / Acı Bacı'nın acı bilmez uçurtma çocuklarına / Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz? / Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim… Erdoğan’ın, esasen bir okuru olmadığını kolaylıkla tahmin edebileceğimiz Ece Ayhan’ın sözlerini alıntılamasındaki muradın ne olduğunu ve “onlar vurdu’daki” “onların” kimi işaret ettiğini herhalde herkes anlayabiliyordur. Muhalif cenahta da öteden beridir 28 Şubat döneminde uygulanan politikaların AKP’yi “vurarak büyüttüğü”, en azından AKP’nin yükselişinde bunların önemli bir etkisi ve payı olduğu, 27 Nisan e-muhtırasının da bu yükselişin ivmelenmesine ilave bir katkı sağladığı dillendirildi. Bu görüşün tümüyle yanlış olduğunu iddia etmek mümkün değilse de, bu görüşü tek açıklama çerçevesi haline getirmek, sıklıkla, hatalarla yüzleşmekten ve sorumluluktan kaçmak anlamına gelebiliyor. Bu bakımdan, anılan tarihsel momentlerde bir askeri müdahale tehdidi/olasılığı olup olmadığı, eğer var idiyse bunun AKP’nin yükselişine hizmet edip etmediği ve ayrıca AKP’nin bu tehdit/olasılığa karşı geliştirdiği tutumun onu bir demokrasi kahramanı yapıp yapmayacağı meselesine ilişkin tartışma halen devam ediyor ve bu, sürdürülmeyi hak eden bir tartışma. Meselenin diğer tarafına, yani dönemin askeri aktörlerinin açıklamalarına baktığımızda ise şöyle genel savunma çerçevesi görüyoruz: “O dönem yapılanlar kesinlikle anayasa ve yasalara (buraya Ece Ayhan’ın “tüzüklerini” de ekleyebiliriz bence) uygundur, yasadışı hiçbir şey yapılmamıştır; yapılan her şey anayasal bir kurum olan MGK şemsiyesi altında ve hükümet direktifi ile yapılmıştır. Yasadışı bir talimata işaret eden herhangi bir evrak bulunması asla mümkün değildir.” Hiç kuşkusuz, hukuksal bakımdan bir anlamı olsa da meşruiyet sığınağı olarak kendini legalite üzerinden tarif etmekle yetinen bu savunma içeriğinin toplumsal ve siyasal olarak herhangi türden bir anlamı ve sahiciliği bulunmuyor. “Boş gösteren” (null pointer) bir savunma. Neticede, atıf yaptığı dizeyle söylersek, Erdoğan “onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim” derken, “vurdu” demeye getirdiği taraf “bizim yaptığımız şey vurma değildi” veya “vuran biz değildik” demiş oluyor. Her iki “tarafın” yorumlarını daha üst bir düzeyde çözümlemeye çalışırsak, şu yorumu yapabiliriz: Bir tarafın görüşüne göre, ordu kendi doğası içinde yürümekte olan ve kendini tamir edebilecek siyasal alana müdahale ederek demokratik süreçleri kesintiye uğratmış, onu kırılganlaştırmıştır. Diğerinin görüşüne göre ise, ordu, laik/demokratik süreçlerde beliren bir dizi zafiyet nedeniyle siyasal alanın müdahaleye açık özellikler göstermesine yanıt olarak kendisine düşen siyasal ve yasal rolü oynamıştır.
Kılıçdaroğlu, kendisinin 28 Şubat’taki fişlemeler sürecinde, Ece Ayhan’ın kelimeleriyle söylersek, nasıl “yıl sonu müsamerelerine çıkarılmayan” gayri makbul vatandaş grubuna dâhil edilmeye çalışıldığını anlattı.
“YIL SONU MÜSAMERELERİNE KİMLER ÇIKARILMAZ?” Öte yandan, tüm bu “yüksek politika” tartışmaları içinde gözden yitme riski taşıyan bir şey var: Tekil bireyler ve onların hikâyeleri. Geçtiğimiz hafta, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu katıldığı bir TV yayınında işte bu tekil bireyin öyküsüne dikkat çekerek onu görünür kılma ve dikkatimizi ona yöneltme anlamında önemli bir adım attı. Erdoğan’ın 2010’da alıntı yaptığı Yalınayak Şiirdir’de, “Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşimden” bir önceki dize şuydu: “Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?” Kılıçdaroğlu yukarıda sözünü ettiğim TV yayınında, 28 Şubat döneminde yurttaşlar üzerinde yaratılan mağduriyetlerden birine ilişkin somut bir örnek verdi ve verdiği bu örnek, kendisiydi. O dönem yaratılan mağduriyetlerden birini, ilk ağızdan dinlemiş olduk. Kendisinin o fişlemeler sürecinde, Ece Ayhan’ın kelimeleriyle söylersek, nasıl “yıl sonu müsamerelerine çıkarılmayan” gayri makbul vatandaş grubuna dâhil edilmeye çalışıldığını anlattı. Uzunluğu pahasına o sözleri buraya almakta yarar var: “O dönem bir Batı Çalışma Grubu vardı Başbakanlıkta. O dönem ben Genel Müdürdüm, o dönem benim de aleyhime oraya raporlar, şunlar, bunlar geldi. Ben sonradan, milletvekili olunca, o raporların orada olduğunu öğrendim. Başbakanlık aleyhine dava açtım. O dava, uzun yıllar devam etti. Başbakanlık avukatları benim haksız olduğumu, bu raporun doğru olduğunu söylediler. Ben de 28 Şubat mağduruyum. O dava geçen aylarda sonuçlandı. Benim lehime sonuçlandı. 28 Şubat mağdurları var mı, var efendim. Ne hissettim o zaman? Üzüldüm. Bu kadar yalan, bu kadar iftira nasıl olur? Bir sürü şeyler yazılmış, şimdi söylemekten hicap duyuyorum. Ailemin kökeninden… Bu bir fişleme tabii. Sonra bu rapor mahkemeye geldi. Hâkim dedi ki “ben bu raporu dava dosyasına koyamam ama siz inceleyin, bakın” dedi. Aldım, bir oda verildi bana, raporu inceledim. Raporu görünce ürperdim. Bu kadar yalan, bu kadar yanlış nasıl söylenebilir! Sonra, o raporu dava konusu yaptım bu sefer. Geçenlerde 28 Şubat mağduru bir kadın öğretmen geldi, dedi ki, “sizin açıklamanızı gördüğümde, sonuna kadar hakkımı helâl ediyorum, ama ben de o mağdurlardan birisiyim” dedi. “Bizim için bir af kanunu çıkardılar, tekrar dönmemiz için, ben kabul etmedim, ben suç işlemedim ki beni affediyorsunuz” dedim. Öğretmendim, en başarılı öğretmenlerden biri bendim, çocuklarıma en iyi eğitimlerden birini ben veriyordum” dedi. Haklı mı, haklı. Biz toplumu kucaklamak istiyoruz aslında, yani, insanların kimliğiyle, insanların yaşam tarzıyla, insanların inancıyla, bunlar üzerinden siyaset yapılmasına karşıyız. İnsan insandır yahu. Her insanın bir değeri vardır. İnsanlar bir değerler bütünü içinde doğarlar, gelişirler. Var olan dar çemberi kırarlar, çember büyür, evrenselleşir. Dolayısıyla, insanları düşünceleri dolayısıyla yargılayamazsınız. Hapsedemezsiniz. Tutuklayamazsınız. Eğer bunları yapıyorsanız, o ülkede demokrasi yoktur. İnsan hakları yoktur. İnsanın kimliği kendi şerefidir. Bir tane de değil; önlerine gelirse yazmışlar. Yolsuzluk yaptığı için görevden aldığım kişilerin ihbarlarını koymuşlar.” Kılıçdaroğlu’nun kendi hikâyesi üzerinden dikkatimizi çektiği şey özetle şuydu: 28 Şubat’ın yarattığı “toplumsal ve siyasal şiddetin” esas feci sonucu, velev ki öyle niyetlenilmemiş olsun, doğru olmadığını kanıtlama yükümlülüğü suçlanan yurttaşın kendisinde bırakılan ve bu kanıtlama süresi içinde hayatlarının mahvına yol açan ihbarlara yol ve prim veren ve bu ihbarlarla oluşan dosyaları devletin gizli/örtük kayıtlarında/hafızasında stoklayan ve bunlara dayalı işlemler gerçekleştiren anti-demokratik ve hukuk-dışı mekanizmaları olağanlaştırması, dahası, teşvik etmesiydi. Kılıçdaroğlu, altı muhalefet liderinin 28 Şubat'ta yapacağı açıklamaya ilişkin, "Kim ne düşünürse düşünsün, bu 28 Şubat gerçek anlamda demokrasinin Türkiye'ye gelmesi için atılan temel adımlardan birisi olacaktır." demişti. Umarız öyle olur ve 28 Şubat her bir yurttaşın yıl sonu müsameresine çıkabilir hâle gelişine bir katkı sağlar.