"Milli Mutabakat Darbesi" başlıklı bir önceki yazımızda "milli mutabakat" lafının açık bir diktatörlüğün, faşizan bir zihniyetin delaleti olduğunu yazmıştık. Bu demektir ki, "milli mutabakat" lafı aynı zamanda bir muhalefetsizlik isteği, muhalefeti boğma stratejisidir de...
Başbakan Yıldırım saraydaki adli yıl açılışı törenini protesto ederek katılmayan Kılıçdaroğlu'na mealen demiş ki, "Hem Yenikapı'daki milli mutabakat ruhunu kabul edip, hem saraydaki toplantıya katılmamak olmaz. Sözünün eri ol, oyun bozanlık yapma..."
Haksız sayılmaz. Zira söylediğimiz gibi "milli mutabakat" bir uzlaşı yöntemi değil, bir "biat" arayışıdır. İlk itirazda "oyun bozan" ilan edilen Kılıçdaroğlu'nun bu zihniyet tarafından ikinci/üçüncü itirazda "cemaatçi/bölücü hain" ilan edilmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
"Ilımlı Muhalefet Eşittir Yapıcı Muhalefet" Değildir...
"Ilımlı muhalefet" kendi başına erdemli ve olumlu bir iş değildir. Hele hele bir savaş tüccarı , bir diktatörlük heveslisi karşısında ılımlı muhalefet, bırakın erdemi, ancak korkaklığın, kişiliksizliğin ve suç ortaklığının göstergesi olabilir.
Temel hat olarak demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği, barışı inşaya yönelmiş bir iktidar dışında kalan tüm koşullarda "ılımlı muhalefet" anlayışı bir siyasetsizliğin, vizyon ve misyon yoksunluğunun işaretidir. Ve bu koşullarda bu kadifemsi yumuşaklık yapıcılığın değil bilakis yıkıcılığın ortaklığı anlamına gelir.
Apolitikleşen Siyaset...
Ne yazık ki siyasetin tutarlıktan,ilkesel bakıştan ve stratejik olandan koptuğu/koparıldığı bir dönemdeyiz. Bu koşullarda siyaset, amacı günü kurtarmaktan öteye gitmeyen bir reklam işine, bir siyasal borsa oyununa dönüşüyor.
Temeli statükonun muhafazasına dayalı sağ siyasetle bu tür bir siyaset anlayışı arasında bir "kan uyumsuzluğu" yoktur. Ama temeli daha eşit ve özgür bir geleceği inşa etmek olan sol siyaset açısından böylesi bir anlayışa mahkum kalmak, sağcılaşarak ölmek demektir.
Hal böyle olunca nasıl ekonomi yazarlığı borsa brokarlığına indirgeniyorsa, siyasi analizlerde "hoşgörü", "uzlaşı", "empati", "projecilik", "ılımlı-yapıcı muhalefet" vb. temel siyasal kavramlardan azade bir imaj mühendisliğine indirgeniyor. Doğal olarak da bu sınırlar içinde bir sol seçenek üretilemiyor.
Biz bu nedenle bütün değerlendirmelerimizi ve öngörülerimizi yukarıda sıralanan naylon söylemler yerine temel siyasal kavramlara atıfla inşa etmeye gayret ediyoruz.
Devrim/Karşı Devrim, Reform/Deform ve Restarosyon...
Gerici, muhafazakar, faşist, liberal, sosyal demokrat, komünist vb. bir çok siyasi akım var. Fakat sınıfsal temelleriyle birlikte bu siyasi akımları belirleyen en temel ölçüt bu siyasal akımların devrim-karşı devrim, reform-deform ve restorasyon kavramlarının hangi (leri)ne dahil olduğudur.
Karşı devrimci akım "deform"cudur. Yani devrimin kazanımlarını önce bozmayı ve ardından da ilga etmeyi hedefler. Restorasyoncu akımlarsa devrimi ilga etmek istemez ama eskiyle yeniyi barıştırmayı/uzlaştırmayı amaçlarlar. Reformcu akımlar birbirinden farklı yol ve önceliklerle de olsa ortak biçimde sistemi kısmi adım ve iyileştirmelerle derinleştirmek, kökleştirmek ve ilerletmek isterler. Devrimci akımlar mevcut sistemi köklü değişiklerle ileriye doğru aşmak peşindedirler vb.
Şimdi tüm bu politik konumlar arasında aynı türden bir rekabet ve çatışma ilişkisi olanaklı mıdır? Örneğin bir gerici/karşı devrimci akımla reformcu ve devrimci akımlar arasında, ilkelerine ihanet etmeden "ılımlı muhalefet" ilişkisi mümkün müdür?
AKP Neyin Temsilcisi?..
AKP "Ilımlı İslam"ve "Büyük Orta Doğu Projesi" çerçevesinde bir restorasyoncu parti olarak siyaset arenasına sürüldü. Bu parti yanına iliştirilen Gülen Cemaati ile kolkola İslam ideolojisi ile küresel sermaye programının sentezi olarak hem ülkede hem de Ortadoğu'da küresel sermayenin operasyonel bir gücü olacaktı. Uzun süre de böyle oldu. Fakat bu proje giderek dışta ve içte ciddi falsolar vermeye başladı. Dışta Ortadoğu Baharı, Mısır'da darbe, Suriye başarısızlığı içte Gezi Direnişi AKP projesinin kırılma anlarıydı. Ne var ki AKP hem devlet tedrisatı yetersiz kadrolara sahip olması, hem güç sarhoşluğuna tutulması, hem harcanma korkusu ve hem de T.Erdoğan'ın kişisel kaygı ve hırsları nedeniyle bu gelişmeleri doğru okuyarak sürece kendini uyarlayamadı. Bu noktadan sonra standart ve istikrarlı restorasyoncu bir parti olmaktan çıkarak sistem için güvenilmez bir aktöre dönüştü. İçte ve dışta yalnızlaştı. Özellikle de Erdoğan kurtulunması gereken bir risk olarak değerlendirilmeye başlandı. Böylece "başarısız" darbe girişimine kadar gelindi.
AKP Yumuşar Mı?
Biz darbe sürecinin hemen ardından kaleme aldığımız "Darbe Bitti Mi Ya Da "Matruşka Darbesi" başlıklı yazımızda içeride ve dışarıda önemli siyaset odakları için güvenilirliğini yitirmiş bir siyasi aktör olarak Erdoğan için siyaseten önemli bir yön değişikliği şansı kalmadığını belirtmiş, Erdoğan'ın bu süreçten "kişi iktidarının tesisi" için rüzgar çıkarmaya çalışacağını vurgulamıştık.." Ardından da eklemiştik:"ne Erdoğan için ne Türkiye için kısa vadede normalleşme olasılığı bulunmamaktadır."
Nitekim ortalıkta uçuşan "uzlaşma". "yumuşama" "birlik/beraberlik" lafları bir yana atılan her adım bu saptamayı doğrular niteliktedir. Ortada tüm muhalifleri hedefleyen bir cadı avına dönüşen operasyonlar,tutuklamalar, üniversite ve bilim insanlarına saldırılar, hukuk tanımaz işten çıkarma ve tasfiyeler, içte ve dışta savaş çığırtkanlığı... Topçu kışlası inadı, kaçak sarayı ve tek adam yönetimini meşrulaştırma çabaları.... Yargıyı, yürütmeyi, yasamayı, orduyu, medyayı, üniversiteleri ve diyaneti tek elden kontrol etme girişimleri... Sarayda zikir, sarayda adli yıl açılışı, sarayda bakanlar kurulu toplantısı, sarayda basına ayar... TBMM toplantıları da sarayda yapılırsa tamamdır...
Kısacası ortada açık bir yıkıcı/saldırgan bir deform ve diktatörlük tablosu var...
"Bu Düzen Artık Dikiş Tutmaz" Ya Da Devrimci Yapıcılık Zamanı
Tam da bu nedenlerden dolayı zaman iktidarın istediği "ılımlı-yapıcı muhalefet" zamanı değil, " bir eşitlik ve özgürlük cephesi" ve sol/devrimci bir siyaset zamanıdır!