Bazı merkez bankaları kendi parasal duruşlarını bu söylemler doğrultusunda değiştirdi. Eğer dünyadan bir istisna isterseniz, o da biziz. Peki, biz neye güveniyoruz? Onu gerçekten bilmiyorum. Belki de şansımıza.
Ertelemek, sorunları geleceğe havale etmek bugünkü iktidarın sorunlarla baş etme yöntemi oldu. İtiraf etmeliyim bunu örtülemek için iktidarın geliştirdiği siyasi söylemler gerçekten takdire şayan. Önce “
dış güç” söylemleri, sonra “
enflasyonla mücadele timleri” ve en üst telden dile getirilen “
faiz neden enflasyon neticedir” söylemleri… Doğrusunu isterseniz hepsinin kamuoyunda belli bir alıcısı oldu. Ama sorunlar baki kaldı.
İktidar 2017 yılından itibaren görünür olmaya başlayan ekonomik sorunları hep “pansuman” yöntemleri ile ele almayı tercih etti; ötelemeye çalıştı. Siyasi sıkışmışlık mı dersiniz, yoksa liyakatsiz kadroların iş başında olması mı bilinmez, kalıcı çözümler getirmekte zorlanıldı.
Covid-19 salgınının olmadığı, küresel enflasyonun daha kimsenin gündemine girmediği bir dönemde, her şeye rağmen Türkiye, sınırlı düzeylerde de olsa, dışarıdan borçlanabiliyordu. Ekonomi bir şekilde büyüyebilmekteydi. Fakat sonraları bir türlü büyümede istenilen performansa ulaşılamıyor; büyüme oranları yüzde 3’ler civarında kalıyordu. Bunun tek istisnası 2017 yılında elde edilen, yüzde 7’leri aşan büyüme oranıdır.
Dünya mali kesimindeki değişen koşullar ve salgınla birlikte gündemimize giren küresel enflasyon, zaten kötü giden ekonomideki gelişmeleri daha da kötüleştirdi. Ama çok daha önemlisi, iktidarın bunlara karşı aldığı tedbirler bırakın sorunları çözmeyi, daha da kötü hale getirdi. Güncel makroekonomik göstergeler bunun en güzel delili.
Geçtiğimiz hafta sonu (12 Şubat 2022) Sayın Cumhurbaşkanı ve Hazine ve Maliye Bakanımız Nureddin Nebati yeni bir ekonomi paketi açıkladı. Malum olduğu üzere, Sayın Bakan daha önce de Türk tipi bir ekonomik modelin ana hatlarını kamuoyu ile paylaşmıştı. Yeni ekonomik paket kamuoyunun pek alışık olmadığı cinsten bir paket olsa da, içeriği itibariyle yorumlamaya değer olduğunu düşünüyorum. Amacım sadece bu modeli değerlendirmek için kullanılacak kriterleri ortaya koymak; yoksa başka bir maksadım yok.
Paket öncelikle gıda ürünlerinin tabi olduğu KDV’yi yüzde 8’den yüzde 1’e indiriyor. Aslında bu enflasyonla mücadele etmek için önerilen, sembolik anlamı olan bir tedbir. Bu tedbirin enflasyon üzerine sınırlı bir etkisi olsa bile, bunun süreklilik arz etmesi mümkün olmayacaktır. Maalesef sadece bu aya yönelik, tek seferlik bir etki olarak kalacaktır. Bugünkü enflasyon sorununun en önemli kaynağı olan gıda fiyatlarında artışları kontrol edebilmek, ancak tarım sektörünün yapısal sorunlarının çözümü ile mümkündür.
Paketin kamuoyunda tartışma yaratan bir diğer uygulaması ise, yastık altındaki altınların bankacılık sistemine çekmek için geliştirilen kur korumalı mevduat uygulaması oldu. Benzerlerini daha önceleri de gördüğümüz bu uygulamayla, altın fiyatlarındaki değişkenliğin oluşturacağı risk hazineye yüklenerek, tasarruf sahibinin korunması amaçlanıyor. Bu yönüyle, daha önce uygulanan kur korumalı mevduat uygulaması gibi, bu da ülkedeki gelir adaletsizliğini kötüleştirici bir etkiye sahip. Bunu tartışmaya bile gerek duymuyorum.
Peki, en azından iktidarın kısa dönemde işine yarayacak sonuç çıkarır mı?
Bu uygulamaların sonuçlarının olumlu olacağını düşünmüyorum. Ama geçmişte her hükümetin yaptığı gibi bu iktidarın da, ekonomik manada kurtuluşunu milletin yastık altındaki altınlarına bağlaması çok sürpriz olmadı. Başarılı olup olmayacağı konusunda kesin bir kanaat belirtmek için bir süre beklemekte yarar olacaktır elbette. En azından iyi niyet bunu gerektirir.
Neden böyle bir uygulamaya gerek olduğu ve bu uygulamaların, daha önce kamuoyuna açıklanan Türkiye Ekonomik Modeli ile ilişkisi ve bu modelin başarılı olabilmesinin koşulları üzerinde durmakta yarar var.
Bu uygulamaların sonuçlarının olumlu olacağını düşünmüyorum. Ama geçmişte her hükümetin yaptığı gibi bu iktidarın da, ekonomik manada kurtuluşunu milletin yastık altındaki altınlarına bağlaması çok sürpriz olmadı.
Bugünlerde iktidarın Türkiye ekonomisi ile çözmesi gereken iki önemli sorunu var. Bunlardan biri yüksek enflasyon, diğer ise cari açık. Cari açık özellikle çok önemli; zira iktidar 2022 yılında büyüme hedefinden taviz vermek istemiyor. O da cari açık ve kurlar üzerinde baskı yaratıyor. Enflasyon ise, vatandaşın satınalma gücünde ciddi azalmalara neden olurken, var olan yoksulluk ve gelir eşitsizliği açısından siyasiler için önemli bir engel oluşturuyor. Siyasi desteklerinin azalmasına yol açıyor.
Modelin varsayımları dikkatlice incelendiğinde, en azından iktidarın enflasyondaki kur geçişkenliğini kabul etmiş ve bu nedenle kur istikrarının önemini kavramış görülüyor. Bu yüzden kur istikrarını sağlayacak tedbirlere önem verdikleri anlaşılıyor. Ancak bu hususta iktidarın vermiş olduğu mücadelenin, Sayın Nebati’nin ifade ettiği gibi, son derecede “heterodoks” araçlarla yapıldığı da dikkatlerden kaçmıyor.
Ekonomideki resmi kurumsal çerçeveyi “esnek kur rejimi” oluştursa da, üstü kapalı bir kur hedefini kabul edilmiş gibi görünüyor. Bununla, sabit kur rejimlerinde olduğu gibi, döviz kurunu TCMB’nin alışılagelmiş doğrudan müdahaleler ile değil de, “serbest piyasanın” aktörleri olan kamu bankaları eliyle yapıp, sözüm ona resmi kurumsal yapının sınırları içinde kalınması amaçlanıyor.
Sorsanız kur rejimi esnek; ama kur istikrarı “ülke menfaatleri” doğrultusunda piyasada işlem yapmayı kendilerine amaç edinmiş kamu bankaları ile sağlanmaktadır. İktidarın telkinleriyle, zaman zaman bu mücadeleye özel bankaların da dâhil olduğu anlaşılmaktadır. Ekonomi yönetiminde kurallardan ziyade, sözüm ona “duygular” ön plana çıkarılmış durumdadır.
Ancak sorun bu müdahaleler için gerekli kaynağın nerden bulunacağını sorguladığımızda ortaya çıkıyor. Zira TCMB net rezervler negatifte. Çok uzun süredir Swap anlaşmalarıyla elde edilen, brüt rezervlerle durumu kurtarmaya çalışıyor hükümet.
Ekonomi yönetiminde kurallardan ziyade, sözüm ona “duygular” ön plana çıkarılmış durumdadır.
İhracat gelirleri bir kaynak, ama o da yeterli değil. Üretim kapasitesi sınırlı. İç talebin önlenemeyen artışlarının neticesinde kısa dönemde enflasyon üzerinde arttırıcı yönde bir etki doğurması da mümkün. İhracat artışını sağlamanın enflasyonla çelişen bir diğer sonucu da, Türk ürünlerinin yabancılar için cazip kılacak fiyat avantajlarının TL’nin değer kaybetmesi yoluyla sağlanmasıdır. Yani “enflasyonu düşürme” amacıyla birlikte sürdürülebilir değil.
Dışarıdan başka yollarla taze kaynak da gelmeyince, döviz piyasasına yapılan bu müdahalelerin sürekli olarak yapılabilirliği sorgulanmaya başlanıyor. Bakmayın iktidarın ve onun destekçilerinin “beka” ve “milli ve yerlilik” üzerine kurdukları söylemlere. Kur istikrarının sağlanabilmesi, hatta kurları düşürebilmek için Türkiye’nin acil dış kaynağa ihtiyacı var.
Şu an için cari açık nedeniyle oluşacak döviz talebi dışında, hanehalkı ve özel sektörün “spekülatif” amaçlı döviz talepleri kontrol atına alınmış gibi görünüyor. Tabi bu kontrolü sağlamanın da piyasadaki tüm riskleri hazine üzerine yıkmakla mümkün olduğunu söylemeye gerek yok. Bu politikanın maliyetleri bugün için görünür olmasa da, orta ve uzun dönemde ne kadar riskli ve maliyetli bir politika olduğunu hep birlikte göreceğiz. Hatta yeni bir kur şoku bu maliyetlerin beklenenden çok daha hızlı bir şekilde görünür kılabilir.
Bu bakımdan FED’nin Mart ayı toplantısı ve sonrasında dünya mali piyasalarındaki gelişmeler ciddi bir endişe kaynağı; hem Türkiye’de, hem de dünyada. Bir de iktidarın çok fazla ümit bağladığı turizm gelirlerinin hâlihazırda devam eden Ukrayna Krizi sebebiyle istenilen seviyelerde gerçekleşmemesi durumunda, her şeyi bizim için çok daha kötü duruma getirebilir.
Ancak itiraf etmekte yarar olduğunu düşündüğüm bir noktayı da belirtmeden geçemeyeceğim. FED ve benzeri para otoriteleri çok uzun zamandır dünya mali piyasalarındaki değişimin ipuçlarını veriyorlar. Aslında bu ilk kez 2013 yılında FED başkanlığını bırakırken Ben Bernanke tarafından dile getirilmişti. Bazı merkez bankaları kendi parasal duruşlarını bu söylemler doğrultusunda değiştirdi, birçoğu da değiştiriyor; tedbir alıyorlar birbiri ardına.
Eğer dünyadan bir istisna isterseniz, o da biziz.
Peki, biz neye güveniyoruz?
Onu gerçekten bilmiyorum. Belki de şansımıza.