Yeniden ve güçlendirilmiş Laiklik IV: Büyünün bozulması ve Laikleşme

Abone Ol
Laikliğin güçlenmesi için daha şuurlu ve kuşkucu bir dindarlık gerekiyor. Muhafazakârlar, alnı secdeye değenin yolsuzluk yapmayacağına inandırılmıştı. İşte şimdi bu büyü bozuluyor. Dün Yargıtay töreni ve Diyanet’in evriminden yola çıkarak, tüm bu gelişmelerin hem Laikliğe hem de dindarlığa nasıl zarar verdiğinden bahsetmiştim. Sonunda da tüm bu kasvetli gelişmelerin beklenmeyen ve niyetlenmeyen bir sonucunun, Laikliğin toplumsal ve felsefi anlamda belki en önemli temelinin dolaylı yoldan güçlenmesi olabileceğinden bahsetmiştim. Bunun da uzun vadede Türkiye’de Laikleşmenin ve Laikliğin toplumsal tabanının güçlenmesine yol açabileceğinden. Eğer tüm bu olanları topluma doğru şekilde anlatabilen ve güçlendirilmiş ve kapsayıcı bir Laiklik vizyonu sunan bir siyasal alternatif çıkarsa. Bu yazıda ne demek istediğimi açayım. Tüm bu gelişmeler büyünün bozulmasına yol açıyor. [i] Laikliğin hukuki, siyasi, kurumsal boyutları var ve çok önemli. Ama uzun vadede önemli bir de felsefi ve sosyolojik boyutu var. Toplumun bu anlamda Laikleşmesi, kurumsal anlamda Laikleşmenin temelinin güçlü olması için mühim. Şöyle özetlenebilir: akılların, vicdanların ve inancın özgürleşmesi ve bilinçlenmesi. Bu da daha şuurlu ve kuşkucu bir dindarlık gerektiriyor. Yani hem inananları hem de inanmayanları ilgilendiren biri durum. Laiklik inanca ve dindarlığa karşı değil (tabii inanmamaya ve inanmayanlara da karşı değil). Ama kör ve sorgulanmamış inanca aynı mesafede olamaz, karşı olabilir (aynı şekilde kör sekülerliğe ve inançsızlığa da karşıdır). Dini ve dindarlığı değil ama dini fanatizmi, bağnazlığı ve güç yozlaşmasına uğramış örgütlü dini tehlikeli görür. Tarihsel olarak, bunların din savaşları ve mezalimler gibi yıkıcı sonuçlarından ve çıkarılan derslerden beslenmiştir. [ii] PEKİ BÜYÜNÜN BOZULMASINDAN NE KASTEDİYORUM AK Parti iktidarlarına kadar ülkemizde muhafazakâr toplum kesimlerinin önemli bir kısmı bir hayali yaşadı. Eğer devleti daha açıktan dindar yöneticiler yönetirse kendiliğinden birçok haksızlığın ve sorunun çözüleceğine inandı. Veya inandırıldı, güvendi. Her örgüt gibi örgütlü dinin de (ki örneğin Diyanet de dinin örgütlü bir hâli) yozlaşacağını, sürekli olarak bilinçli bir kamuoyunca denetlenmesi gerektiğini, denetleyici ve dengeleyici kurallar ve kurumlar oluşturulması gerektiğini düşünmedi. Malum: alnı secdeye değen, Kuran okuyan yöneticilerin yolsuzluk yapmayacağı, yolsuzluklara ses çıkaracağı ve çözeceği rüyasıyla yaşadı. Ayrıca yasakçılık yapmayacakları vaadi de verildi. Bu hayalin büyüsüyle, tüm bunların olması için gerekli şeffaf devlet, kuvvetler ayrılığı, özgür medya ve akademi, bağımsız yargı gibi koşullara yeterince kafa yormadı. İşte şimdi bu büyü bozuluyor. Yaşadıklarımız: mutlu bir geleceğin ve adil bir devletin anahtarının tek başına dindarlıkta, örgütlü dindarlıkta olmadığını; denetleyici kurumlar ve eleştirel ve çoğulcu bir toplum yoksa gücün yönetenleri yozlaştıracağını, mutlak gücün mutlaka yozlaştıracağını[iii]; örgütlü dinin paranın ve gücün hizmetine girmesinin mümkün olduğunu; bu durumda din simsarlarının da mutlaka samimi dindarların önüne geçeceğini gösteriyor. Dindar bir insan için bunları görmek AK Parti iktidarlarına kadar daha zordu. Ülkeyi çoğunlukla milliyetçi-muhafazakâr sağ partiler yönetse bile, “hükümetler ama iktidar değiller,” “devlete laikçiler hâkim”gibi mazeretler vardı. Ama on dokuz yıllık iktidarın sonunda “dindar” AK Parti hükümetlerinin bu vaatleri gerçekleştirmekte elini tutan hiçbir güç kalmadı. Kamusal alanda dinin ve dindarların (dindar olduğunu iddia edenlerin) önünde de neredeyse hiçbir sınır kalmadı. Ama sonuç Cumhuriyet tarihinin en derin ve en keyfi yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları oldu. Burada sorun din değil. İnananlar da inanmayanlar da insan. Din sonuçta bir mesaj, bir çağrı. Uygulayan ise insan ve insanların oluşturduğu kurumlar. Laikliğin inancın zayıflamasına ihtiyacı yok (hatta Polonya’dan, ABD, Almanya ve Endonezya’ya birçok ülkede Laikliğin gelişmesinde demokrat  sekülerler kadar dindarların büyük katkısını görüyoruz) ama burada kullandığım anlamda büyüden arınmasına ihtiyacı var. Herhangi bir dini veya seküler inancın (ki bir şeye inanmamak da sonuçta başka bir şeye inanmak anlamına gelir) kör olmaması, bilgiye ve sağlıklı bir kuşkuculuğa dayanmasını gerektirir. Kişi bir dine inanabilir, hatta çok güçlü inanabilir. İnancını yaşamının tüm alanlarına yansıtabilir, yani dindar olabilir. Ama Laiklik için mutlaka inandığı şey hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Örneğin tarihini doğru bilmelidir. Dolayısıyla inancının doğru olduğuna inansa da, o inancı temsil eden şahıs ve kurumların onu istismar edebileceğini, kötüye kullanabileceğini, hatta bunu kendisinin de yapabileceğini her daim aklında tutmalıdır. Çünkü tarih bunun örnekleriyle dolu. Dolayısıyla kişi bir şeye inanıyorsa inandığı şeyin temsilcilerini ve kurumlarını denetlemek sorumluluğu altına girer. Bir ülkede insanların az veya çok dindar olması Laikliğin konusu değildir. Ama bu dindarlığın ve diğer inançların ne kadar bilinçli ve bahsettiğim anlamda “büyüden arınmış” bir dindarlık veya inançsızlık olduğu Laikliği derinden ilgilendiren bir konudur. Ve dürüst olalım: ülkemiz hiçbir dönemde bu anlamda yeterince Laik olmadı. Çünkü üniversiteler dahil eğitim sistemimiz de bir bütün olarak (yani sadece imam hatipler değil) insanımızı bu tür sorgulamalara yeterince hazırlamadı, hazırlamıyor. Eleştirel ve çözümleyici (analitik) aklı geliştirmiyor. Oysa böyle bir “akıl devriminin” Cumhuriyet devrimlerinin en önemli hedefi, Atatürk’ün de en büyük hayali olduğunu söylemek mümkün. Bu yolda 1920’li ve 30’lu yılların maddi imkânlarıyla, devrim koşullarında ve o dönem dünyada egemen felsefeler ışığında hatası ve sevabıyla yapılanlar sonra neden geliştirilemedi? Eksikleri neden giderilemedi? Bunu sormak gerekir. Laikliğin yerleşebilmesi için bir ülkede dindar bir Müslüman, halifelerin, şeyhlerin, sultanların, sıradan mütedeyyinlerin ve başka kurum ve şahısların İslam adına doğru işler yanında yanlış işler de yaptığını, gelecekte de yapabileceğini bilmek zorundadır. Hristiyan ise kiliselerin Hristiyanlık adına geçmişte yaptığı yanlışları, engizisyonları, Haçlı seferlerini, sömürgeciliği sorgulayabilmelidir. Budizmin barışçı bir inanç sistemi olduğuna inanan bir Budist, aynı inancı Myanmar’daki Budist çoğunluğun ve devletin Müslüman azınlığa karşı silahlaştırdığını ve zulüm yaptığını bilmek ve eleştirmelidir. Dini istismar etmenin, din adına çalmanın çırpmanın, ezmenin mümkün olduğunu bilmek ve engellemenin yollarını aramakla mükelleftir. Ancak eğer kapsayıcı – yani herhangi bir inancın veya ideolojinin egemenliğinde olup diğerlerini ezmeyen -- bir Laiklik kuracaksak, tüm bu anlattıklarımın seküler ideolojiler için de geçerli olduğunu anlamamız elzem. Örneğin milliyetçiliğin de büyüden arınması gerekecektir. Bir kişi milliyetçi olabilir; ve bunun ülkesi için birleştirici bir çimento, halkı için çok müspet bir şey olduğuna inanabilir. Ama kör bir milliyetçi değilse, milliyetçiliğin tarihte yarattığı olumlu şeyler kadar (örneğin bağımsızlık ve halk egemenliği) yıkımları da bilmesi gerekir. Bunların bir daha olmamasının yollarını aramak sorumluluğuna sahiptir. Yurtseverlik ve şovenizmin farkı nedir? Milliyetçiliğin yabancı düşmanlığı ve çoğunluk tiranizmine dönüşmemesi için – çünkü çoğu kez dönüşebilmektedir -- ne yapılabilir? Bu tür soruları sorması ve hazırlıklı olması gerekir. Benzer şeyleri ateizmden sosyalizme, Sufizme, çevreciliğe ve kadın hareketine tüm ideoloji ve inançlar için de söyleyebiliriz. Bir kişi komünizm idealine inanıyorsa Stalin’in Sovyetler’de kitlesel katliamları soykırımları, Çin Komünist Partisi’nin Müslüman Uygurlara uyguladığı kültürel soykırımı eleştirmek ve nasıl engellenir diye düşünmek sorumluluğundadır. Felsefi ve toplumsal anlamda Laiklik: bir ülkedeki insanların inandıkları şeylerin tezahürleri ve temsilcileriyle böyle sağlıklı bir kuşku ilişkisi kurmalarını gerektiriyor. Eğitim sisteminin, medya özgürlüklerinin ve benzeri hak ve özgürlüklerin da bunu desteklemesi, mümkün kılması. Türkiye’ye güçlendirilmiş parlamenter demokratik sistemi ve güçlendirilmiş Laikliği getirecek yeni yönetim, bunları planlamalı ve vaat etmeli. Cumhuriyetin demokrasiyle taçlanması ve herkes için işlemesi böyle mümkün olabilir. Devam etmek üzere. ---- [i] Burada “büyünün bozulması” terimini ingilizce “disenchantment”ın karşılığı olarak kullanıyorum. [ii] İddiaların aksine bu, anglosakson (sekülerizm) ve kıta Avrupası (laisizm) Laiklikleri için de geçerlidir. [iii] Lord Acton’ın (1834-1902) meşhur ve kendisinden önceki yüzlerce yıllık evrensel siyasal ve dinsel deneyimlere ve çıkarılan derslere dayanan sözü.