Yeniden ve güçlendirilmiş laiklik I
Afganistan bize güçlü ve demokratik bir laikliğin kapsayıcı bir ulusal kimlik, toplumsal barış, kadın hakları, kalkınma, ve dinî fanatizmden korunmak için ne kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlattı.
Hem Afganistan hem Tunus bize aynı zamanda laikliğin nasıl korunamayacağını gösteriyor. Ya da göstermeli. Buna birazdan döneceğim.
Laikliğin yeniden gündeme gelmesinin ikinci nedeninse yakın gelecekte bir iktidar değişiminin gittikçe daha olası hâle gelmesi olduğunu düşünüyorum.
Erdoğan sonrası döneme yönelik hazırlık ve konumlanma çabası uzun süredir iktidar içi siyasetin ve gelişmelerin en önemli belirleyicisi; Berat Albayrak’tan Soylu’ya, Akar’a, bürokratlara ve hatta Peker’e aktörler Erdoğan sonrası farklı şekillerde avantajlı konumda olmak için hamleler yapıyor. Otoriter iktidarın önlerinde yer almak için güç tahkim etmeye çalışıyor. Erdoğan döneminde toplumun küçük bir azınlığını oluşturan ezoterik tarikatlar ve farklı renkte siyasal İslamcılar devlet himayesinde bir yandan rant paylaşımında bir yandan da Cumhuriyet’in adım adım tasfiyesinde rol oynayan en ayrıcalıklı özel çıkar grupları arasında yer aldı. Bunların kendi arasında ve görece seküler gruplarla aralarında da konum rekabeti var. Dolayısıyla Mehmet Barlas’ın laiklik savunusu yaptığı absürt romanlara özgü sahneler gerçekleşiyor.
Denklemin öbür tarafında ise muhalefet var. İktidara gelmek için ortaklaşmak ve ortak bir kimlik ve program oluşturmak çabasında. Laiklik bu süreçte elbet gündeme gelecek ve gelmeli. Bu aynı zamanda Afganistan sonrası demokratik dünyada büyük destek bulabilecek bir program olur.
Muhalefet hem kendinin hem de toplumun iyice altı oyulan asgari müştereklerini bulmak zorunda. Seçimleri kazanmanın ötesinde, alabildiğine kutuplaştırılmış ve yönünü kaybetmiş bir toplumu yeniden bir araya getirecek değerleri, hedefleri ve programı ortaya koymak, yıkılanları tamir edip yeniyi inşa etmek misyonuna sahip.
Laiklik Cumhuriyetin hatasıyla ve sevabıyla en büyük kazanımlarından biri. AKP öncesi devletin ve toplumun büyük kesiminin temel değerlerinden biriydi. AKP döneminde ise içi en çok boşaltılan ve suistimal edilen değerlerden biri oldu.
Demokrasiyi yeniden inşa etmek için yeni iktidarın laikliği de yeniden diriltmesi ve kurması gerekecek.
Peki ama nasıl ve nasıl bir laiklik?
Bu soruyu yanıtlamak için bugünlere neden ve nasıl geldiğimizi sorgulamak ve doğru yorumlamak zorundayız.
Yakın geçmişte yapılan hataları tekrarlamak vahim sonuçlar doğurabilir. Laikliğin güçlenmesi yerine daha da zayıflamasına yol açabilir.
1990’lardan itibaren Türkiye’deki laik sistemin eksikleri ve kusurları, eksik, felsefi ve akademik temelleri zayıf slogansal tezlerle eleştirildi. Bu tezler, Politikyol’da son haftalarda Berk Esen’in bir dizi yazıyla tartıştığı post-Kemalizm tezleriyle at başı gitti.
Bu tezler önce liberaller ve kısmen özgürlükçü sol, daha sonra da siyasal İslamcılar, ve Cumhuriyet’in kurabildiği demokraside yeterince temsil edilemeyen ve eşit olamayan Kürtler gibi diğer başka gruplar tarafından dillendirildi.
Sorun laikliği demokratikleştirerek geliştirmeyi istemekte değil, laikliğin ve laiklik-demokrasi ilişkisinin yanlış anlaşılmasındaydı.
Laiklik (ve genelde devlet) demokratikleşsin demek neden anlamsız değil? Sonuçta laiklik Türkiye’de devrim yoluyla inşa edilmiş bir ilke, kurum ve uygulamalar kümesine karşılık geliyor. Bu laikliğin birdenbire, yoktan, dışarıdan ve tepeden indirildiği anlamına hiç gelmiyor. [2] Bu iddia (Müslüman ülkeye dışarıdan gelmiş ve tepeden empoze edilmiş yabancı ideoloji iddiası), yanlış ve elbette siyasal İslamcıların hevesle sarıldığı laiklik eleştirilerinin bir örneğiydi. Ama şu doğru. Cumhuriyeti kuranlar, tarihsel kökleri olan toplumsal süreçlerle Cumhuriyet öncesi de gerçekleşmekte olan bir laikleşme ve sekülerleşme sürecini devrimler yoluyla hızla ileri sarmak istediler. Bu iradenin arkasında da bağımsızlık, bağımsız kalkınma ve Batı’yla eşit ve saygın konuma gelmek hedefleri vardı.
Devrim yoluyla kurulmuş olan ve Cumhuriyet’in ilk yüzyılının sonuna yaklaşırken artık kendini konsolide etmiş olması gereken laikliğin demokratikleşmesine kafa yormak yanlış bir çaba değildi. Bu laikliği güçlendirmenin en doğru, doğal ve belki de yegâne yolu.[3]
Ama bu talepler zayıf ve yanıltıcı tezlerle savunulunca sonuç tam tersi oldu. Siyasal İslamcılar bu tezleri laikliği yok etmek için kullandılar:
“Türkiye’de laiklik dini kamusal alandan kaldırdı özel alana hapsetti!”
(Askeri vesayet kalkarsa demokrasi gelir tezinde olduğu gibi): Diyanet İşleri Başkanlığı kalkarsa laklik demokratikleşir!
Türkiye Fransız modeli olan laisiteyi uyguladı, ABD (Anglosakson modeli) sekülarizm uygulanırsa sorun kalmaz!
Bu gibi yanıltıcı tezler popülerleşince söylemsel bir silaha dönüştü. Laikliğin demokratikleşmesi talepleri öngörülebilir bir şekilde hızla demokrasi için laikliğe gerek yok tezlerine evrildi.
Ancak laikliğin savunusu da uzun süre yüzeysel ve fikirsel yönden zayıf tezlerle yapıldı.
Denklemin bu yönünü de irdelemeden bugüne nasıl geldiğimizi anlayamayız ve önümüzdeki dönemde laikliği nasıl güçlendireceğimizi bulamayız.
Laikliği eleştiren kadar savunan tezlerdeki fikirsel zayıflıkları bir sonraki yazıda örneklerle açmak istiyorum. Bugünkü yazımı ise Afganistan ve Tunus’dan çıkan derslerle bitireyim ve bir sonrakine de bir giriş yapmış olayım.
Laiklik temiz siyaset ister.
Afganistan’da başta kadınlar laik kesimler neden bu kadar yürek karartıcı bir yenilgi yaşadı? Tunus’ta laikliği neden hala demokrasiyi askıya alarak korumaya çalışıyorlar?
Çünkü her iki örnekte de laikler yolsuzluktan arınmış, toplumla iç içe ve gücünü paradan veya dış ülkelerden değil halktan alan “organik” siyasetçiler ve liderler yaratamadı. Laikliği korumak en başta bu hedefi gözetmeyi gerektiriyor.
Laiklik emek ister.
Bin slogan mı bir yurt odası mı diye sorarsak.. Veya eğitimde eşit fırsat adına bir burs veya bir bilgisayar bağışı mı dersek.. Kadınlara eşit ücret mi dersek? İkinciler açık ara daha etkili derim..
Felsefe olmadan laiklik olmaz
Laiklik istiyorsak din dersleri kadar belki daha çok felsefe derslerini güçlendirmeyi tartışalım. Laiklik inanca karşı değildir ama bilinçsiz ve kör inanca karşı önlem alabilir. Bilinçsiz ve kör inanç dini inanç kadar seküler inançta da görülebilir. Felsefe bilgisi ve eleştirel düşünce her ikisine karşı toplumun sigortası.
Laiklik siyaset ister
Gerek 1979 İran devrimi sonrası, gerek Afganistan gerekse de Tunus’ta (dindar veya seküler) olsa da laikliği tercih edenler çoğunlukta olabilir. Ama çoğunluk bölünür ve kendini temsil eden siyaseti yaratamazsa kaybeder.
Laikliği savunmak için sadece doğruları söylemek (Max Weber’in tanımıyla “haklı olma” veya “inanç etiği”) yetmiyor. Kişilerin, eylemlerinin ve sözlerinin siyasal sonuçlarını da hesaba katmaları gerekiyor (“sorumluluk etiği”).
Siyaset doğru olanı uygulamak için gerekli siyasal desteği söz, akıl (strateji) ve eylemle bulma sanatı olarak ta tarif edilebilir.
Laikliği korumanın en etkili ve sorumlu yolu: güçlendirilmiş bir laikliği inşa etmek üzere çoğunluğun desteğini alacak siyasete ve siyasal denklemlere kafa yormak ve destek vermek.
Devam etmek üzere.
[1] Dünyada bir yandan da İslamcılığın miadını doldurup doldurmadığı, İslamcılık sonrası veya ötesi (post-İslamizm), yerine daha radikal ideolojilerin gelip gelemeyeceği, nasıl bir laiklik soruları tartışılırken, İhvan, İran ve Suudi Arabistan, ve belki (hadi Türkiye demeyelim) AKP çizgisindeki İslamcılıklar arasındaki küresel rekabet sürüyor. Bunlara ileride değineceğim.
[2] Murat Somer, "Turkish Secularism: Looking Forward and Beyond the West." In Handbook on Turkish Politics, edited by Matthew Whiting and Alpaslan Özerdem, 37-54. London: Routledge, 2019.
[3] Murat Somer, “Moderate Islam and Secularist Opposition in Turkey: Implications for the World, Muslims and Secular Democracy,” Third World Quarterly 28 (7): 1271-1289 (2007).