Yeniden ‘Toplum’, ‘Ulus’ ve ‘Devlet’ olma…

Abone Ol
Tarafsız olma vasfını yitirmiş bir kişi ve sistemin bütün bir ülkeye aynı nazarla bakmasının imkânsızdır. Kendi iktidarı için kendi bakanlarını ve bürokratlarını hiçleştiren bir siyasetin körleşmesi kaçınılmazdır. Kendi dışındaki parti ve seçmene “hain”, “terörist” ithamlarını rahatlıkla kullanan bir iktidarın ülkeyi ve toplumu bir arada tutma kapasitesi kalmamıştır. AK Parti siyasetinin ya da genel olarak izlediği bütün politikaların toplamını, çıktısını, sonucu yaşıyor ve deneyimliyoruz… Sanıldığından ya da hesap edildiğinden daha ağır bir tablo var karşımızda. İnsan ilişkileri yozlaşmış, ulus olma bilincini yitirmiş ve devlet olma vasfını kaybetmiş bir tabloyla karşı karşıyayız. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir iktidar yaşamın bütün alanlarında bu denli ağır bir tahribat yaratmadı. AK Parti’nin “dava” dediği olgunun aslında ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak olduğunu, bunun için kullanılmayacak değerin, aktörün, politikanın olmadığını zaten biliyorduk. Ancak Trabzon’da sadece 10 yaşında olan küçük bir çocuğa, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik “hain” ifadesinin kullandırılması,  aslında kirletilmiş bir siyasal dilin toplumun her bir katmanına nasıl nüfuz edildiğinin açık bir uyaranı oldu. Kuşkusuz sorgulanması gereken o çocuğumuza bu dili “normalleştiren” söylemsel edimleri enjekte eden siyasal ve toplumsal ortamdır. Burada çok ciddi bir sorun yatmaktadır ve o sorun ne yazık ki bireysel ve anlık bir durum değildir. Bir toplumda siyasal yozlaşma olağanlaştıkça ve geniş kitleler nezdinde bu normalleştikçe orada çözülme, çürüme ve çöküş başlar. Ortak ideali kalmamış bir kitlenin toplum olarak tanımlanması olası değildir. O ortak ideal etrafında tarihsel ve güncel değerler sistematiği oluşturmadan, bu çerçevede hareket etmeden, yani bir ideali hep birlikte hayata geçirme refleksi ve perspektifi inşa etmeden “ulus” olgusundan da söz edilemez. Bütün bunların karşılık bulduğu örgütsel yapı olan “devlet” ve onu yönetenler salt iktidarda kalmak adına insani, iktisadi, tarihsel ve toplumsal bütün birikimi heba ediyorlarsa orada çağdaş anlamda bir devletten söz edilemez. Dolayısıyla kabul edilsin ya da edilmesin AK Parti’nin toplumsal ilişkilerde yarattığı tahribat, ulus olma sürecindeki olumsuzlukları gidermek yerine daha derinleştirmesi ve devleti iktidarın bir tahakküm aygıtına indirgemesi bu üç kategoride derin bir kriz yaratmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devlet ve iktidar, hiç bu denli başka bir siyasete, lidere, aktöre ve toplum kesimine karşı kinlendirilmemiş, bu denli düşmanlaştırılmamış ve bu denli araçsallaştırılmamıştır. Kendi dışındaki parti ve seçmene “hain”, “terörist” ithamlarını rahatlıkla kullanan bir iktidarın ülkeyi ve toplumu bir arada tutma kapasitesi kalmamıştır. Tarafsız olma vasfını yitirmiş bir kişi ve sistemin bütün bir ülkeye aynı nazarla bakmasının mümkününü kalmamıştır. Kendi iktidarı için kendi bakanlarını ve bürokratlarını hiçleştiren bir siyasetin körleşmesi kaçınılmazdır ve bunun ağır sonuçlarını yaşıyoruz. Yeniden toplum, yeniden ulus, yeniden devlet olmak adına, bu kategorilerdeki yozlaşmayı, çözülüşü ve çöküşü ortadan kaldırmak, tasada ve kıvançta birlikte hareket edecek bir kitle yaratmak dahası eşit ve özgür bir iklimde çocukların siyasal angajmanlara, kutuplaşmalara kurban edilmediği bir düzen inşa etmek bütün yurttaşların ortak sorumluluğudur. Özgür bir toplum, eşit bir ulus, tarafsız bir devlet için ülkenin bütün demokratlarının birleşmesinden başka bir yol ve çözüm bulunmamaktadır.