Yeni Türkiye’nin iflası
'Yeni Türkiye' hülyası artık tam anlamıyla çökme noktasına geldi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçirilerek ayakta tutulmaya çalışılan Erdoğan yönetimi artık fikren, iktisaden ve siyaseten iflas etmiştir.
GERİLEMENİN BAŞLAMASI
AKP iktidarının ilk yıllarında görülen ekonomik büyüme birkaç senedir yerini bir türlü aşılamayan bir durgunluğa bıraktı. Türkiye bugün 2001 krizi sonrasında tanık olduğumuz şiddette bir yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik sarmalıyla karşı karşıya. Erdoğan yönetiminin yanlış kur politikasını savunmak için ülke rezervleri neredeyse tamamen sıfırlandığı gibi 20 sene önceki durumun aksine Türkiye'nin IMF ile anlaşma yaparak bu rezervleri yerine koyma fırsatı da ortadan kalkmış durumda.
Ülkenin en büyük doviz kaynaklarından biri olan turizm sektörünün de pandemi şartları nedeniyle tam kapasite çalışamayacağı düşünüldüğünde önümüzdeki bir sene içinde hükümetin dış borçları nasıl ödeyeceği ve ticaret açığının nasıl karşılanacağı belirsizliğini koruyor. Erdoğan yönetiminin bu yanlış iktisadi politikaları nedeniyle tam kapanma esnasında turistlerin serbest bir şekilde sokağa çıkmasına izin verilerek, ülkede yabancı ziyaretçiler için Tayland veya Küba gibi ülkelerde görülen tarz bir ayrıcalıklı sistem kuruldu.
Pandemi ile mücadele konusunda alınan önlemlerin yetersizliği artık iyice ortaya çıkmış durumda. Pandeminin başlamasından beri neredeyse 1.5 sene geçmesine ve korona virüsüne karşı koruma sağlayan aşılar bulunmuş olmasına rağmen Türkiye, mayıs ayına kapanma kararıyla girdi. Bu esnada ülkede yeterli aşı stoğu olmadığı için kitlesel bir aşılama kampanyası yürütülemiyor. Pandeminin yarattığı işsizlik ülkede bir süredir devam eden ekonomik krizle birleşince çok ağır bir toplumsal yıkıma ulaştı. Buna karşın, pandeminin başından beri hükümet tarafından açıklanan ekonomik destek paketlerinin miktarı gayri safi milli hasılanın yüzde ikisine bile ulaşmadı. 3 haftaya yaklaşan kapanma kararı alınmasına rağmen Erdoğan yönetimi bu uzun dönemde gelir kaynakları ortadan kalkan vatandaşlara yönelik sosyal yardım temin etmedi. Pandeminin yarattığı işsizlik ve fakirlik dalgası karşısında özellikle büyük şehirlerdeki dar gelirli vatandaşlar geçimlerini sağlayabilmek için muhalefetin kontrol ettiği belediyelerin sağladığı yardıma muhtaç hale geldiler.
Benzer bir gerileme tablosuna hükümetin takip ettiği dış politika alanında tanık oluyoruz. Türkiye, S-400 hava savunma sistemini alabilmek için Amerika Birleşik Devletler (ABD) yönetimiyle karşı karşıya gelmeyi göze aldı. Bunun sonucunda ABD yönetimi tarafından F-35 uçaklarının üretim konsorsiyumdan çıkarılmayı ve Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası (CAATSA) yaptırımlarına maruz kalmayı göze alan iktidar, öte taraftan S-400 hava savunma sistemini de aktive edemedi. Aşı ve yatırım temin edebilmek icin Türkiye hükümeti Uygur Türklerine Çin yönetiminin uyguladığı kültürel soykırıma karşı sessiz kaldı ama yine de beklediği desteği bulamadı. Ankara'nın Çin Büyükelçiliğinin diplomatik teamüllere sığmayan bir şekilde İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ı eleştirmesini de AKP iktidarı sineye çekmek zorunda kaldı.
ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ?
Öte yandan, Türkiye'de otoriterleşmeye karşı sessiz kalmasını sağlamak ve maddi kaynak sağlayabilmek için hükümet geçen sene yürürlükten kaldırdığı AB ile olan geri kabul anlaşmasını tekrar gündemine aldı. Bir zamanlar bölgesinde serbest ticaret ve vizesiz seyahat anlaşmaları imzalamakla övünen AKP iktidarı, Arab Baharı sonrası takip ettiği dış politika nedeniyle Suriye, İran, İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır ile karşı karşıya geldi. Türkiye artık giderek hem bölgesinde hem de uluslararası arenada yalnızlaşmış bir ülke haline geliyor.
Ekonomi, kamu sağlığı ve dış politika alanlarındaki bu çöküş tablosunun etkisi son 10 senede Türkiye demokrasisinde yaşanan gerilemelerle birleştiğinde iyice artıyor. Ne yazık ki, hukuk sisteminden bürokrasiye tüm vatandaşlara eşit oranda hizmet etmesi gereken kurumlar AKP yandaşlarıyla doldurulurken, muhalif gruplara yönelik baskılar da sistematik olarak artıyor. Geldiğimiz noktada bugün iktidar ile muhalefet arasında asil siyasi rekabet koşulları ortadan kalktığı gibi serbest ve adil seçim yapma imkanı bile kalmamıştır. Basına uygulanan sansür politikası, sivil topluma yönelik baskılar ve kayyum uygulamaları nedeniyle Türkiye son 10 senede dünya genelinde siyasi özgürlükler açısından en çok gerileyen ülkelerin başında geliyor.
AKP iktidarının ilk yıllarında 1990’lı yıllarda siyasi ve ekonomik elitler ile organize suç örgütleri arasındaki hukuk dışı ilişkilerinin üstüne gideceğini ve yolsuzluk vakalarını sona erdireceğinin sözünü vermişti. Susurluk kazasıyla birlikte kamuoyunun gündemine gelen ilişkiler ağı eski Türkiye’de derin devletin meşru siyaseti gölgelemeye başladığının bir kanıtı olarak gösterilmişti. Bugün geldiğimiz noktada, o dönemin bazı meşhur aktörlerinin de içinde bulunduğu bir grup yine devlet bürokrasisi ve siyasetin en tepe noktalarında bulunan isimlerle yakın ilişki içinde olduğunu görüyoruz.
O günkü gelişmeleri Kemalist rejimin yarattığı vesayetçi yapıların üstüne atan kesimler aynı aktörlerin nasıl olup da tekrardan ve belki de daha güçlü bir şekilde siyaset sahnesine çıktıklarını açıklayamıyorlar. 25 sene önce Türkiye kamuoyu derin devlet ilişkilerini tartışabilirken, günümüzde medyaya yönelik kısıtlamalar nedeniyle basının gündeme getiremediği haberleri ancak organize suç örgütlerinin hesaplaşmaları üzerinden takip edebiliyoruz.Artık 'yeni Türkiye' hülyası artık tam anlamıyla bir kabusa dönüşmüş durumda. Türkiye'nin acilen bu kabustan uyanmasının zamanı geldi!